Card image cap
Lale müldür

Tam adı Lâle Zehra Müldür olan şair Aydın'da dünyaya geldi. Annesi öğretmen Müzeyyen Hanım, babası öğretim üyesi Kemal Bey'dir. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1967'de Teşvikiye Nilüfer Hatun İlkokulu, 1972'de Amerikan Kız Kolejini, 1975'te Robert Kolej'i bitirdi. Liseden sonraki eğitim sürecini şöyle dile getirdi: "Liseyi bitirince şiir bursuyla İtalya'ya gittim. Gitmeden de mecburen üniversite imtihanına girdim. Babam matematik okumamı istiyordu. İyiydi matematiğim, Robert'te en iyi not 85'ti, ötesi düşünülemezdi bile, benimki 100'dü. Babamın isteği üzerine birinci tercih olarak ODTÜ Elektronik Mühendisliği yazmıştım. Nasıl olsa bu alanda okumayacağım... Diye düşürken... Özleme dayanamayıp Türkiye'ye döndüm ve o yılın üniversite sınavı birincileriyle aynı sınıfta buldum kendimi. Ama sıkıldım! Yeniden imtihana girdim, yine kazandım. İki sene ODTÜ Ekonomi okudum." ODTÜ'de başladığı ekonomi lisansını, 1980'de Manchester Üniversitesinde tamamladı. Essex Üniversitesinde edebiyat sosyolojisi üzerine lisansüstü öğrenim gördü ve 1983'te master derecesi aldı. Belçika'da bulundu, Université Libre de Bruxelle'te araştırmalar yaptı. 1983 yılında Belçikalı ressam Patrick Jacquart Claeys'le evlendi. Ailesinin Türkiye’ye dönmesini istemesi ve birtakım ailevi meseleler sebebiyle on iki yıl sürdürdüğü evliliğini sonlandırdı. İstanbul'a geri döndü ve edebiyat hayatına burada devam etti (Mumcu 2019: 23). Bir müddet TRT'de yayımlanan "Yeşil Elma" programında çalıştı.

Lâle Müldür'ün "Kadın Portreleri" adlı ilk şiiri 1980'de Yeni İnsan dergisinde yayımlandı. Şiir, yazı ve çevirileri; Yazı, Oluşum, Yeni İnsan, Gösteri, Yazko Edebiyat, Fanatik, Mor Köpük, Bürde, Yönelişler, Defter, Sombahar, Külliye, Şiir Atı, Yedi İklim, Edebiyat Dergisi, İzlenim, Öküz, Kaşgar ve kitap-lık gibi dergilerde yer aldı. 1999'dan sonra Radikal İki'de yazdı (Yalçın 2010: 224). ilk şiiri Eserleri yabancı dillere çevrildi. Yurtdışındaki birçok toplantıda Türkiye’yi temsil etti. Amerika’da yayımlanan Türk şiiri antolojisinde “80’lerde başlayan şiir krizini aşan bir şair” olarak anıldı. UltraZone’da Ultrason adlı şiir kitabıyla 2007 Altın Portakal Şiir Ödülü’ne ve 2019 Antalya Edebiyat Günleri Onur Ödülü'ne (Omsan Şaihin ile) layık görüldü. Divan-ü Lügat-it-Türk adlı şiir kitabı Fransız bir Türkolog tarafından Fransızcaya tercüme edildi. Bazı şiirleri İsrail'de İbraniceye çevrildi, bazıları da bestelendi ve filmlerde kullanıldı: "Destina" adlı şiiri Yeni Türkü grubu tarafından bestelendi, "La Luna" adlı şiiri ise Serdar Ateşer tarafından bestelendi. Deniz Türkali "Eskil Bir Aşk Öyküsü" adlı şiirini klip yaptı, "Yarım Elma" programında gösterildi. Şiirlerinden hazırlanan bir seçki “Water Music” adıyla Dublin'de yayımlandı. Fransız ressam Colette Deblé'nin resimleri üzerine yazdığı şiirlerse Fransız Enstitüsünden “Yağmur Kızı Böyle Diyor” adıyla Fransızca yayımlandı. 2008 yılında Donny Smith’in çevirdiği seçme şiirler kitabı Türkiye’de yayımlandı. PEN Yazarlar Derneği üyesidir. Hâlen İstanbul'da yaşamakta ve çalışmalarını burada sürdürmektedir.

Mistik-metafizik eğilimli çizgisiyle dikkat çeken Lâle Müldür, tıpkı Nilgün Marmara gibi 1980 kuşağının fenomen şairlerdindendir: "Kitaplarımı da ben genelde manik dönemde yazıyorum, belki de o yüzden okuyanlara iyi geliyor. Hayatım boyunca normal olmak istedim! Yıllar önce, İngiltere ve Belçika'da doktorlar ‘Senin aşırı hassasiyetten başka hiçbir şeyin yok!’ deyip, eklemişlerdi, ‘Aşırı hassasiyet de bir hastalıktır! Biz kelebek kanadından ağaç kabuğu yapamayız...’ Bununla yaşamam gerekiyor. Gerçi artık manik depresif olduğumu da kabul ediyorum!" (Arman 2002). Asiltürk'e göre hayatındaki gel-gitlerle zaman zaman edebiyat dışı medyada da haber konusu olan şair, "İslamcı duyuşu müslümanca yaşayışı benimsediğini" söylese de sonraları bundan vazgeçmiş, şiirinin kaynaklarını mistik verimlerle sınırlı tutmamış, farklı ayrıntılara açık olmuştur (Asiltürk 2017: 268). Feminist hareketin tüm dünyada kazandığı ivme ve ülkemizdeki popülaritesi ile 80'li yıllarda yazılan Yeni Türk şiiri birbirine denk düşmektedir. Türk şiiri 80'li yıllarda yeni bir kimliğe bürünürken birçok kadın şair de bu gelişimin içinde kendi yerini edinmiştir (Celâl: 2018: 64). İşte 80 kuşağı içerisinde kadın şairlerden Lâle Müldür, Gülseli İnal ve Nilgün Marmara adından söz ettirmeyi başarmışlardır.

Şairin şiirle buluşmasının bilinçsizce olduğunu belirten Lâle Müldür, şiir yazma sürecini şu cümlelerle dile getirmiştir: "Ben şiirimi şöyle yazarım bir defa.. Size bakarım, bir şey gelir aklıma, şiirini yazacağım bir poz ver bana derim, siz bir poz yaparsınız, Ahmet…. mesela cam ağacına ellemişti, o şekilde yazdım şiirini, alırım şiiri önüme, yani beyaz kağıdı önüme, tak tak tak tak tak tak tak tak hiç düşünmeden yazarım. Allah tarafından yazdırılır bana o şiir. Hiç bir kelime değişmez yazdığımda, sonra alır önüme koyarım defteri, üç gün dokunmam, üç gün sonra açar okurum; yepyeni bir şiirle karşılaşmışımdır şimdi, genelde beğenirim ve alırım kitabıma. Beğenmeyip almadığım şiir çok azdır. Ve bu önüme koyduğumda o kadar unutmuşumdur ki o şiiri, kuzey mi güney mi doğu mu batı mı onu bile cevaplayamam. Yabancının bir şiiridir o, bana verilen.. Hala çözümlenememiş kozmik enspirasyonla yazılmıştır, kozmik içe doğuşlarla yazılmış bir şiirdir, hala açıklanamamış bir kavrama ile." (Enhoş ve Özkan 2007).Ona göre şairlik "poetika kurmak" şeklinde meydana gelen bir şey değildir. Şairin dünyadaki yerinin ve misyonunun sıradan olmadığını belirten Müldür için şair, dünya ötesiyle ilişkili kişidir: "Şairler görünür olan ile, dünyayla, Görünmez Olan arasında gidip gelirler. 'Hâl' olarak 'berzakh'ta, Araf'tadırlar. Ben Türk şiirinin problemini dünyayla ilişkisinde görmüyorum, daha çok Görünmez Olan ile ilişkisinde görüyorum." (Müldür 1995). Siyah Sistanbul üzerine yapılan bir söyleşide de "Kehanetle biliniyorum ben artık..." diyerek kendisinin kâhin olduğunu iddia etmiştir (Bkz. Yanar 2011).

Herhangi bir gelenek içinde yer almayı istemese de ilk söyleşilerinde gelenekten modern şairlere hatta Batı şairlerine kadar ustalarım dediği pek çok isim zikretmiştir: "Ustalarım derken küçük yaşta okuyup çok etkilendiğim, şiirsel dilimi şekillendirmiş, biçimlendirmiş yazarları, şairleri kastediyorum. Musikiyi, melodiyi Ahmet Hâşim'den, lirik sesi Attilâ İlhan'dan, güzel Türkçeyi ve sentaks kırmayı Oktay Rıfat'tan, öfkeyi Nâzım Hikmet'ten, mistik sesi Asaf Hâlet Çelebi'den öğrendim. Çok küçük yaşta keşfettim Asaf Hâlet Çelebi'yi. Ece Ayhan'dan da aynı şekilde. (...) Bir de Lorca'dan ve Fransız sürrealistlerinden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Ama sonradan T. S. Eliot ve Ezra Pound'dan çok etkilendim. Fakat Rilke sonradan karşıma çıktı. Rilke'yi çok beğenirim, belki ikinci yabancı şairim benim. William Blake'i çok severim ve iyi şairlerin vizyoner olduğuna inanırım. William Blake öyledir. Kuantum fiziği bulunmadan önce yazmıştır. Leonard Cohen ve Bob Dylan'dır benim iki ustam." (Meryem 2000).

Yedi bölümden oluşan Uzak Fırtına (1988) Lâle Müldür'ün ilk şiir kitabıdır. Çağrışımları fazla, dugusallığı yüksek ve yer yer anlatımcılığın sezildiği kitapta modern imgelerle örülü şiirler bulunmaktadır. Uzak Fırtına Türk şiirinde ilk postmodern özellikler taşıyan kitaptır (Asiltürk 2017: 275). Kitapta kutsal metinlere göndermeler, yabancı kelimeler ve alıntılar fazladır. Voyıcır 2 (1990) Lâle Müldür'ün "Sarartı/Safran", Ahmet Güntan'ın "Nezle" adlı bölümlerde topladığı şiirlerinden oluşmaktadır. Kitap yayımlandığında dönemin şiir kitaplarına egemen olan baskın ve sıkıcı havayı olumlu etkilemiştir. "Gül Serisi", "Renk Serisi", "Fütürist Dalgalanmalar Serisi", "Korku Otobüsleri Serisi", "Hareketler Serisi", "Şarkılar Serisi", "Altın Varaklı Dilekler Serisi", "Kentler Serisi", "Balıklar Serisi", "Çocukluk Şarkıları Serisi", "Selam Göndermeler ve Kolajlar Serisi", "Peyzajlar Serisi", "Yeni Renkler Seris"i adlı on üç bölümden oluşan Seriler Kitabı (1991)'nda birbirinden farklı zamanlarda yazılmış şiirler bulunmaktadır. Şairin metafizik duyarlılığını yansıtan alıntılar, göndermeler ve yabancı kelimeler bu kitapta Uzak Fırtına'dakine göre daha yoğundur.

Kuzey Defterleri (1992), şairin poetik duruşuna açıklık getiren bir metinle başlamaktadır. Çağrışım zenginliğinin sezildiği kitaptaki uzun şiirlerde, epik anlatı biçiminde bir söylem, melankolik bir durum ve dışavurumculuk egemendir. Şair hermetik metinlerle harmanladığı Kuzey Defterleri'ndeki bazı şiirlerde bir azize edasıyla konuşmaktadır. "Yıldız Madalyalı Masallar" ve "Buhurumeryem" adlı iki bölüömden oluşan Buhurumeryem (1994), şairin imgelem yoğunluğu ve metafizik duyarlılığının doruğa ulaşmasıyla ayrı bir yerde durmaktadır. Mehmet Yaşın bu kitap için "Buhurumeryem, 'şiir'den öte bir edebi tür, dinsel anlatılar ve kutsal metinlerdeki söylemlerle akraba. Bildik şiir tanımları dışındaki bu şiirlerin kimileri düpedüz düzyazı parçaları, kimileri Eski ve Yeni Ahit'ten pasajlar, dinsel imgeler, büyük harfle yazılmış yüksek sesle iç geçirmeler, kimileriyse çağrışımlarla çoğalan iç-konuşmalar." (Yaşın 1995: 88) değerlendirmesini yapmıştır. Divanü Lûgat-İt-Türk (1998), şairin en dikkat çeken kitabıdır. "Divanü Lûgat-İt-Türk" ve "Yan Etkiler" adlı iki bölümden oluşan kitapta şair geleneğe karşı tavır almadığını gösterir ve modern ile geleneği dengede tutmaya çalışır. Divanü Lûgat-İt-Türk bir anlamda şairin kendisine yöneltilen "yabancılaşma" ve "Türk edebiyatını dışında olma" gibi eleştirilere karşı refleks olarak düşünülebilir. Şair bu kitaba kadar gelenekten az da olsa etkilenmiş ama bu kitapla modern şiir içerisinde geleneği malzeme olarak işlemiştir. Özellikle uzun ve tek şiirden oluşan ilk bölümde Eski Türkçe kelimeler ağırlıklıdır. Şair "yabancılaşma" izleğini ironik bir bakış açısıyla yansıtır. Müldür, yüzyıllar önceki eski kültürün ve yabanıl-ilkel hayatın içindeki güzelliği, saflığı ve temizliği hissedebilmiştir.

Duygusallığın belirgin bir şekilde hisssedildiği Saatler/Geyikler (2001), içe dönük çelişkiler, sıçrayışlar, sorgulamalar, dinginlik, durgunluk, sakinlik ve çok az da olsa huzurlu şiirlerden oluşmaktadır. Ultra-Zone'da Ultrason (2006), Müldür'ün şiirinde bir kırılma noktasıdır. Sevgilisini üzmemek için kendisi delirmeyi göze alan incelikte bir kadının derin duygulerı, kitabı hayat-metafizik-aşk üçgeninde yoğurur. Bu şiir kitabını yayımlamadan önce beyin ameliyatı geçiren şair, beynin dili kullanmaya ilişkin kısmındaki hücrelerin zarar görmesi sonucu afazi olmuştur. Müldür, bu kitabında hatıralarına ve kendi hayatından izlere daha çok yer vermiştir: "Bende kopuş sonradan oldu. Beyin kanamasından sonra insanların bir şeyleri anlamayabileceğini keşfettim. Ultra-Zone'da Ultrason'u ve romanımı ona göre yazdım... Anlaşılamayabileceğimi göz önüne aldım. İnsanın ve şairin genel geçer temalarından kopmadım Onlara yeni bir biçim vermeye çalıştırm. O yüzden, olan biten, geçici şeyler ilgisi dışındadır benim şiirimin." (Güntan ve Özgüven 2006). Şair, Güneş Tutulması 1999 (2008) ile tekrar ilk kitaplarındaki dünyasına dönmüştür. Kitapta o dönemin Türkiye'sinde yaşanan kozmogonik olayların etkisine bağlı ve sezgisel olarak varoluştan yokoluşa doğru bir gidiş görülür. Siyah Sistanbul (2011), bir anlamda ilk kitaplara benzese de şairin algısının değişmesiyle öne çıkmıştır. Şair bu kitapta da varoluşsal ve metafisik sorgulamalara başvurur ama olgun bir kavramışlıktan gelen rahatlıkla konuşur.

Anne'ye Ayetler ve O'nun Postmortem Alametleri (2012)'de Lâle Müdür, alzheimer olan ve bir müddet sonra hayatını kaybeden annesinin gidişini, dinsel kaynaklara göndermeler, İsa ve Meryem'e telmihlerle sorgulamıştır. Bu kitapta ise anne izleği belirgindir. Şairin, Uzak Fırtına, Seriler Kitabı, Kuzey Defterleri, Buhurumeryem ve Divanü Lûgat-it-Türk adlı ilk kitapları Anemon-Toplu Şiirler I (1988-1998) adıyla tek ciltte toplanmıştır. 1990-2012 yılları arasında yayımladığı kitaplar (Ahmet Güntan’la birlikte yayımladıkları, Voyıcır 2'den Sarartı/SafranGüneş Tutulması 1999, Saatler ve Geyikler, Ultra-Zone’da Ultrason, Siyah Sistanbul ve Anne’ye Ayetler ve O’nun Postmortem Alâmetleri) ise Apokalips/Amonyak Toplu Şiirler II (2014)'yi oluşturmuştur. 2019'da yayımladığı Tehlikeliydi, Biliyordum'daki şiirleri şairin mutlu benliğinin şiirleridir: "Mutlu benlik ama nasıl bir mutlu benlik, o da var. Mutlu bir benlik mi diyeceksin, mutsuz kalmış bir gönenç ifadesi mi diyeceksin?" Kitapta mor, yeşil, sarı, siyah nadir de olsa kan kırmızı renklerin yoğunluğu belirgindir. Ferit Edgü kitabın başında, Lâle Müldür şiiri için “Lâle Müldür’ün şiiri bir esrime şiiri tıpkı kan kardeşi Rimbaud’nunki gibi. Ateşten, alevlerin yalazlarından doğan, yazma sürecinde değil, doğurma sürecinde oluşan bir şiir. Bu dünyanın değil, bu dünyanın içindeki başka dünyalara ait bir şiir. O dünyanın dili, rengi, mantığı. Lâle Müldür’ün kulağına fısıldanmış bir şiir. Rimbaud’nun, ‘sözün simyası’ dediği. Varlığın o gizli köşesinde bin yıl dokuz ay bekledikten sonra ortaya çıkıveren, akla mantığa hiçbir borcu olmayan bir şiir." (Edgü 2019) değerlendirmesini yapmıştır.

Lale Müldür’ün şiirlerine genel olarak bakıldığında imgeler üzerine kurulan, soyut, zaman zaman eleştirel, yabancı sözcüklerin, betimlemelerin, renklerin ve var oluş problematiğini sorgulayan ifadelerin, dini unsur ve kişilerin yer aldığı “ben ve öteki” tarzında yazılarak kendine has üslûbu olan şiirler olduğu görülmüştür (Mumcu 2019: 172). Lâle Müldür şiirinde dikkat çeken özelliklerden biri de pek çok şairde görülen "aşk"'ın gerek tematik gerek izlksel düzlemda yok denecek kadar az olmasıdır. Zaten şiirdeki özneler de sürekli kendisini gizler ve şair "öteki ben"i içerisinden konuşur. Hassas, incinmiş, duygusal bir özne olmasına rağmen romantik değil aksine realistttir. Müldür'ün şiir kaynaklarına ve göndermelerine baklılarak son tahlilde denebilir ki bu şiir mistisiszme dayanan, kimi zaman islamlık'ın kimi zaman da Hristiyanlık ve Musevilik'in mistik metafizik kültüründen yoğun biçimde beslenen bir şiirdir (Asiltürk 2017: 268).

Anne Ben Barbar Mıyım? (1998), okurların Lâle Müldür'ün dünyasını tanıyabileceği deneme yazılarından oluşmaktadır. Haller Leyla (2006), aydınlarıyla, yazar, şair, sanatçılarıyla, gazetecileri ve medya patronlarıyla, öğrencileri, öğretmenleri, akademisyenleri, işçileriyle; Türkiye’nin bilinçaltında gezen, uçuk/mistik/kozmik yazılardan oluşmaktadır. Edebiyat hayatında romana da yer veren Lâle Müldür'ün bu türdeki kitabı Bizansiyya (2007) yeni bir zamanı yeni bir mekânda gerçekleştirme iddiası taşımaktadır. Bizans’la Konstantiniyye’nin birleşiminden doğan Bizansiyya, bugünün İstanbul'unda yaşanan, yarı ütopik ama kanlı canlı, hedonist bir şehir; kanlı trajediler, entrikalar ve frenlenmemiş ihtiraslar ülkesidir. Yeni bir dünyanın, dolayısıyla yeni bir hayatın izini süren Müldür, şimşek hızıyla hareket eden bir bilinçle, okuru kendi âleminin karmaşasında gezdirir. Bizansiyya'nın günlüklerden, notlardan oluşan, bir bakıma "defterlerin anarşik güzelliği"nden kurtulup gelen, poetik ve çılgın bir roman olduğu belirtilmiştir.

 

SENİ BIRAKIYORUM 

seni bırakıyorum semender ellerimle

seni bırakıyorum

seni bırakıyorum

duvarlarda kurutulan anemon ellerimle

içimdeki sulara

içimdeki sazlıklara

içimdeki bataklıklara


seni bırakıyorum


seni bırakıyorum kendine kapanmış

kollarımın anarşik güzelliğiyle


içimdeki yosun yeşili sulara

içimdeki tehlikeli kıyılara

içimdeki siyah ışığa


seni bırakıyorum

seni yatıracağım ellerimde

bir ıhlamur yaprağı gibi

seni yatıracağım göğüslerimde

menekşeler gibi

seni yatıracağım gözlerimde

 

SU

Firuze rengi suların önünde diz çökmüş

bir okçu, elinde altın yayıyla.

Karalarla kaplanlarla oynuyordu,

kemanıyla oynadığı gibi.

Firuze rengi sularda yüzen

sarı güller...lerin yansıttığı

yanılsamalar...içindeyim...

O uzun siyah eldivenimle

yürüyorum sularda.

sularla evlilik akuatik yeşillerle

gri gözlerle bir anima-kadın

soluk alıp verişi

karanlık yaprakların ardında

Bir yıldız gümüş notalar fısıldıyor

onun da kulağına... dolendo...

Seslerin ve notaların gümüş

ağırlığıyla dalıyor sulara, dalıyoruz.

bir denizaltı konuşması gibi

artık kimsenin dinlemediği iki insan arasında

boğulmamak için denizin dibinde konuşmaya çalışan

İki insan gibi neredeyse

dolendo

O uzun beyaz eldivenimle

tekrar çıktığımda sulara Miras'ım,

alnıma saplanacak altın bir ok olabilir.

Erden kızların önünde eğilmiş

oturuyor olabilirim alnımda altın bir okla.

Aramızda belirli uzaklıklarla eğilmiş

şarkı söylüyor olabiliriz gri sulara.

Aramızda kristal uzaklıklarla

göğe çekilmiş olabiliriz, ağlayan ünikornlar gibi.

Orion çekimi belki de yalnızca…