Card image cap
Ali̇ mümtaz arolat

1897'de, İstanbul'da doğdu. Babası Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'dır. Galatasaray Sultanîsi'nde okurken, gönüllü olarak Birinci Dünyâ Savaşı'na katıldı. Üç yıl sonra öğrenimine Ticaret Lisesi'nde devam ederek, oradan mezun oldu. Önce bazı yabancı bankalarda ve sonra da İş Bankası'nda çalıştı. 1967'de İstanbul'da öldü.

Küçük yaşta edebiyata merak saran şâirin, daha okul sıralarında iken, Dergâh dergisinde birçok şiirleri çıkmış (1921) ve birkaç yıl sonra da bunları Bir Gemi Yelken Açtı (1926) adlı bir kitapta toplamıştır. Uzun zamandan beri imzası dergi sahifelerinde görülmemekle beraber şiiri terk etmemiş olan sanatkâr, birinci kitabından sonra yazılmış şiirlerini "Hayâl İkliminden Dönen Diyor Ki" (1960) ismi ile bir araya getirmiştir.

Millî Edebiyat Cereyânı'na katılıp, hecenin ve konuşma Türkçesinin güzel örneklerini veren şahsiyetler arasında gördüğümüz şâirin şiirlerinde, ince bir melalin yanıbaşında, mûsikîyi değerlendirmek için sarf edilen sürekli bir gayretin varlığı da göze çarpar.

Aşk ve tabiat temalarını işleyen şâir, başlangıçta ritme ve hayâl güzelliğine yer veren şiirler yazdı. Önceleri hece vezniyle yazarken sonra serbest nazma yöneldi. İlk şiirlerini Seza imzasıyla; Şâir, Nedim, Yeni Mecmua ve Dergah dergilerinde yayımladı.

Ali Mümtaz Arolat'ın Eserleri

Şiir :

  • Bir Gemi Yelken Açtı (1926),
  • Hayâl İkliminden Dönen Diyor ki (1960).

Ali Mümtaz Arolat Şiirlerinden Örnekler

Bir Gemi Yelken Açtı

Bir gemi yelken açtı hayâl iklimlerine,
Civarından çığlıkla yorgun martılar kaçtı
Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine;
Hayâl iklimlerine bir gemi yelken açtı.

Beyaz yelkenlerinde ölgün bir kızıllığın
Titrek son akisleri dalgalandı belirsiz;
Toplanırken göklerde bulutlar yığın yığın
Hırçın bir fırtınayı düşünüyordu deniz.

Ufuklarda solarken altın şafak gülleri
Yabancı âlemlerden sâadetler, emeller,
İhtiraslar bekliyen kimsesiz gönülleri
Gizlice sıkıyordu kızgın demirden eller.

En katı yüreklerinin bile bu sabah iki,
Üç damla yaş kurudu solgun yanaklarında;
Açılan yolcuların hepsi hissetmişti ki
Bugün de erişilmez o diyâra, yarın da...

Mâdem ki o iklime erişmeye imkân yok,
Neden böyle vakitsiz enginlere çıkışlar?
Bulutlar toplanıyor, ufukta dalgalar çok,
Kış geliyor, yelkenler emin bir yerde kışlar!

Yolcular diyorlar ki: -Erişmek ümidi az;
Biliriz dalgaların her biri mezarlık.
Belki de içimizden hiçbiri ayak basmaz ,
Lakin yolunda ölmek, bu da bir bahtiyarlık!

Ufkun dört duvarına kanadını vurarak
Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine,
Gümüş yelkenlerini yüksekten savurarak
Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine.

Fatih

Sürüklerken tunçtan topu mandalar
Geçilirken dağlar, tepeler düzler,
Padişah ordunun seyrine dalar;
Sancaklar, silahlar, atlar, öküzler...

Padişah düşünür ordu akarken,
Sevimli gözlerle selam alır kâh;
İstanbul ufkuna doğru bakarken,
Bir zafer hırsıyla güler padişah

Fıskiye

Mehtap on beşindedir.
Havuzdaki fıskiye
Belki tutarım diye,
Mehtabın peşindedir.

Bahçenin boşluğunda
Biriken sessizliği
Pırıltılar deliyor.
Gecenin boşluğunda
Fıskiye yükseliyor.

Sonra birden vurulmuş
Gibi, renksiz, durulmuş
Sulara inci inci
Düşerek can veriyor,
Fıskiyenin bu hali,
Kalbe hicran veriyor.

Her sevdanın sevinci,
Her sevincin hayali
Göz kırpılması kadar,
Sonunda suya düşmek
Rüzgârda dağılmak var.

Leylekler

Bu akşam sonbahar ne kadar serin,
Geceyi hasretle bekliyor zaman.
Üstünde hasretle leylekler uçan
Beyaz perdeleri inidiriverin.

Masamda düşünen eski lambayı
Yakmayın odamız karanlık dursun.
Gecenin ufkunda yükselen ayı
Görelim perdemiz üstüne vursun.

Perdemiz üstünde uçan leylekler
Şimdi ay vurunca yabancı, uzak,
Mavi bir iklimden kanat çırparak
Geçen leyleklere benzeyecekler.

O zaman unutup aşkı, hevesi,
Neş'eyle çarparken yorgun kalbimiz,
Göğsümüzden kopan bu coşkun sesi,
Kanat seslerine benzeteceğiz.

Ölüm ve Uçurumlar

Bir gün kışı hatırlatan bir akşam
Ruhumda son kalan mana uçacak,
O gün dinlenecek vücudum ancak,
Kulaklarım kurşun ve gözlerim cam.

Birden örtülecek önümde dünya
Bir anda silinip yakın uzaklar
Beni tahtalara uzatacaklar;
Bitecek yaşamak, bu yarım rüya.

Her dakika biraz daha kırılan
Kalbim parçalanmış, yazık, içimde.
Artık ıstırap yok, artık içimde
Çöreklenmiyecek hergün bir yılan.

Kapatacak bana aşina bir el
Gözlerimi kesik hıçkırıklarla
Oh, kalbe batmayan bu kırıklarla
Her yasa yabancı kalmak ne güzel!..

Seneden seneye ve ağır ağır
Gömüleceğim ben de ine ine
Hareketsiz ve kör, dilsiz ve sağır,
Boş bir karanlığın derinliğine

Vazo

Kartaca'dan dönen bir Fenikeli,
Kimden ilham almış, ne maharetle,
Hangi topraktan ve hangi aletle,
Nasıl da yaratmış sanatkar eli?

Uzun yolculuktan dönerken geri,
Gözleri fer alıp sudan, ateşten
Vazoda meze etmiş batan güneşten
Akdeniz'e vurup solan renkleri.

Bir kasırga gibi geçen asırlar
Mezar olup şana, servete,taca;
Yıkıldı Fenike, yandı Kartaca;
Konuştu karanlık ve dilsiz sırlar.

Vazo, hayalinde eski ihtişam,
Tadıyor, renginde parlarken kini,
İşe yaramadan durmak zevkini.
Zamandan alıyor böyle intikam.

Havuz

Uyuklayan yorgun akasyaları
Koynunda titreten geniş bir havuz.
Üstünde fıskiye, mehtabın sarı
Rengiyle ağlıyor halsiz uykusuz...

Kaç yıl fıskıyenin bu ince, uzun
Suları, bükülmüş altın çiçekler
Halinde, bu ölgün sessiz havuzun
Üstünde sessizce dökülecekler...

Biri hareketsiz, sessiz yatıyor;
Birinde dinmeyen gözyaşı var.
Bilsen bana neler hatırlatıyor
Bu ölmüş sulara ağlayan sular.