Card image cap
Yaşamak bu i̇şte!

 

Bu sözü söyletecek yaşam biçimlerini, keşfetmemiz gerekiyor öncelikle.
Eğer fark edemiyorsak farklı bir yaşam şeklini, yaşadıklarımızla kıyaslayamıyorsak “yaşamak bu işte!” diye bir sözü söylememiz mümkün değil.
Yaşarız; “farklı yaşamları fark etmeden, fark edilmeden.”
“Ot gibi yaşamakta var” elbette.
“Ot gibi yaşamak istemem, ot gibi de olmak istemem.” diyebilirsiniz.
Ot gibi olmak ve yaşamak istemesek de, bir otun yaşamını gözlediğinizde fikriniz değişebilir.
Ben gözledim.
“Ot gibi yaşamak, öyle kolay bir şey değil.”
Yola dizilmiş kaldırım taşları arasında, yeşeren bir otu gözledim.
İnsanların, sürekli geçtiği bir yerde, ayaklarıyla fark etmeden görmeden çiğnediği, bir otu gözledim.
“İnadına yaşamak” sözünün özünü, bir otta gördüm.
Dedim ki kendi kendime, her şeye direnmek bu olsa gerek. En zor yerde, en zor ortamda yaşamak bu olsa gerek.
Bir otun yaşama direncini, yaşama tutunmasını, bazı insanlarla karşılaştırdım da…
Bazı insanlar, ot kadar direnç gösteremiyorlar. Her imkânları varken, “ekmek elden su gölden” misali, bir hayatları varken, tutunamıyorlar hayata.
Bir otun, yaşama tutunmasından alınacak, bir ders yok mu acaba?
Bence var.
Bir ot bile insanlara, bir yaşam dersi verebilir.
Bir kale duvarındaki, incir ağacı…
Bir duvarın, sıvası arasındaki ince saplı bir ot…
“Ot gibi yaşamak” sözünü yerle bir eden güzel örnekler.
Bir ot bile insana ”yaşamak bu işte!” sözünü yüksek sesle söyletebilir.
Söyletiyor da.
*
Çok örnek verebilirim.
Sadece bir örnek daha vereyim sizlere.
Ana caddedeyim, bir otobüs durağının önünde.
Bir kurbağa şarkı söylüyor.
Duraktaki insanlardan birisinin bile dikkatini çekmiyor.
Herkes antenlerini kapatmış kendi derdinde. Bakınıyorum sağa sola. Nereden geliyor, bu kurbağanın sesi?
Yol kenarındaki kanalizasyon içinden geliyor. Demir ızgarayla kapatılmış kanalın ağzından bakıyorum, pisliğin içinde bir kurbağa. Kurbağa o pisliğin içinde öyle sert bir sesle vıraklıyor ki, sormayın. Mutlu kurbağa, hem de çok mutlu. Yaşam alanı içinde bir şarkı tutturmuş. Kimin umurunda? Kurbağayı görmek hevesiyle bakarken kanalın içine, burnuma kötü bir koku geliyor. Kokuyu umursamıyorum. Kurbağanın caddeye çıkma imkânı yok. Nasıl beslenir? Nerelerde gezer? Tünelin içinden bir iki mahalle aşağılara gider mi? ne bileyim işte. Bu kadar güzel şarkı söylemesine neden olan şey nedir?
Kurbağa mutlu.
Pisliğin içinde, bir kurbağa işte.
Bize göre, pis bir hayvan.
Otobüs durağında, kimse fark etmiyor kurbağayı.
Kurbağanın da umurunda değil aslında.
O vıraklıyor durmadan.
Ben bir şarkıyı mırıldanıyorum.
“Hasan Hüseyin Demirel’in” yazdığı bir şarkı.
 
“Kuyunun Dibindeki Kurbağalar
Sanır ki gökyüzü kuyu ağzı kadar
Bir yeryüzü gerçeğidir yaşanılan
Başkaldıran çiviler çekiçlere
Davetiye yazar
Kurbağalar uçamazlar
Ve kartallar
Gökyüzünde engin yalnız uçar
Ayrılıklar da işte böyle başlar
Farklılıklar da işte böyle başlar
 
Ayrılık saatidir yaklaşan
Seni bizden beni senden ayıran
Sen bir kurbağasın kuyu dibinde
Ben bir kartalım
Engin sonsuz masmavi gökyüzünde
Hoşçakal kuyu dibinde
Ben bir kartalım
Haydi hoşçakal”
*
 Bir bülbülü dinledim, bir gece yarışı.
Aşkın zirvesindeydi.
Herkes uykudaydı, gece yarısı.
Bir bülbül, bir söğüt ağacında.
Konduğu dalın altında, akmaktaydı dere.
Kurbağalarda vardı.
Baykuşta vardı.
Bir köpekte vardı, geceye ses veren.
Vakitsiz öten horozlarda vardı elbette.
Bülbül hiç kesintisiz şarkısını söylerken, ara veriyorlardı kurbağalar sözlerine.
Köpek ara sıra uyanıp, uykusundan ses verse de.
Kimsenin kimseye, bir kötü sözünü duymadım.
“Uykumu bölmeyin, kesin sesi” demedi kimse.
Ben, sessizce dinledim hepsini.
Gece paylaşıldı.
Bu doğada, “hoşgörü” ne kadar geçerliymiş.
Ne kadar saygılıymış.
Bülbüller.
Baykuşlar.
Kurbağalar.
Köpekler.
Horozlar.

“Yaşamak bu işte!” diyebildim sadece.
“Ya-şa-mak Bu İş-te!!!!!”
 **
Önemli Gibi bir Not: Bugün yaşamak; telefonunu çıkar. Cebinde kaç lira var? Kaç yaşındasın sen? Nankörsünüz! Şükretmiyorsunuz! Önce şükür edeceksiniz. Ben garsonun üç evim var.
Bugün sadece bir şeyler yiyip, çeşmeden su içmeyi yaşamak olarak gören, midesine giren ekmek dışında, bütün sosyal aktiviteleri red eden bireylerden oluşmuş bir toplum var.
Ceket alamıyorum diyene “giyme”
Et yiyemiyorum diyene, “yeme”
Seyahat edemiyorum diyene “etme”
Kitap alıp okuyamıyorum diyene “okuma” diyen bir insan sürüsü var.
Hiçbirisinin Mevlana’nın yazdığı “Etme” şiirinden de haberi yok.
Günümüzde;
“Ya-şa-mak Bu İş-te!!!!!”
 
 
Ş.ODABAŞI

2023/Ocak