Yahya çavuşu taniyor musun?
Yirmi
kişilik abartılmış manganın önüne geçen onbaşı bağırarak sordu sorusunu.
“İçinizde
Çanakkaleli olan var mı?”
Yeniceli
Rasim, göz ucuyla sağına soluna baktı. Çanakkaleliydi tamam da, daha hiç
Çanakkale’ye gitmemişti. Bir asker öne çıkıp;
“Osman
Dereli Çanakkale! Emret komutanım” diye bağırınca, cesarete gelip;
“Rasim
Arıcan Çanakkale! Emret komutanım” diye bağırdı.
Aslında
manganın sorumlu olduğu yüzbaşının gelmesine daha iki saat vardı. Acemilikten
yeni kurtulmuş askerleri toplayıp, kafa bulan onbaşıydı. Onbaşı, askerlerin
eğitim durumlarını biliyordu. Ne söylese kabul edileceğini anladığından, kafa
bulmak için elinden geleni yapıyordu.
Onbaşı öne
çıkardığı iki askere sözünü yapıştırdı.
“Alın size
iki Çanakkale çingenesi!”
Askerler
gülecek gibi olunca, onbaşının sert sözleriyle karşılaşıp sustular. Esmer tenli
Osman’ın yüz rengi kırmızıya döndü. Rasim, çingenelerle iyi arkadaş olduğundan,
çingene diyerek hakarete uğramayı hem kendisine hem de çingenelere hakaret
olarak algıladı. Onbaşının yüzüne sert bir ifadeyle baktı. Bakışından; “Ben
seni bir gün kıstırırsam bir tenha yerde, Çanakkale çingenesi nasıl olurmuş
görürsün” der gibiydi.
Rasim,
Yenice’nin bir köyündendi Yörük dadasıydı. İlkokulu zor zar bitirebilmiş bir
gençti. Esmer orta boylu, kütük gibi birisiydi. Kolay kolay yıkılacak birisi
değildi. Yalnız eline geçirdiği birisini, saman balyası gibi fırlatıp atacak
güce sahipti. Tarla bahçe işlerinden ne kadar iyi anlarsa, tarih bilgisi de o
kadar kötüydü. Okumak, kitap karıştırmak ona göre değildi. Köyden ilk çıkışıyla
askere gelmişti. Çanakkale’nin yolunu tarif edemezdi sorsanız. Çanakkale
savaşları hakkında hiç bilgisi yoktu. Bu bilgisizlik onun suçu değildi.
Yaşadığı ortamın genel durumu böyleydi. Önceliği yemek içmek ve barınmaktı köyündeki
insanların. Rasim’in doğduğu köyün genel yapısı böyleydi.
İki saat
dolmadan yüzbaşı çıktı geldi. İki askerin bir adım önde beklediğini görünce,
onbaşıya sordu.
“Hay’rola
onbaşı. Bu öndeki askerler ne oluyor?”
“Bu
askerler Çanakkaleli komutanım! Çanakkale kahramanlarının torunları komutanım!”
Osman,
içinden onbaşıya bir küfür salladı. “Şerefsiz biraz önce bizi çingene yaptı.
Şimdi de kahramanların torunu… Senin sülaleni…”
Yüzbaşının
hoşuna gitti bu durum. Döndü iki askere.
“Siz Yahya
Çavuş’u tanıyor musunuz? Ya da Koca Seyit’i biliyor musunuz?”
Rasim
birden atıldı.
“Ben
ikisini de tanıyorum komutanım.”
Yüzbaşı,
Rasim’im hareketinden memnun kalmıştı.
“Aferin
asker! Çanakkaleli olup ta Yahya Çavuş ile Koca Seyit’i bilmemek ayıp olur?
Anlat bakalım. Önce Yahya çavuşu anlat”
Rasim
başladı anlatmaya.
“Yahya
çavuş, bizim köyden Sarı Osman’ın oğludur.”
“Aferin
asker! Babasını da biliyorsun demek ki!”
“Yahya
çavuşun anasının adı da Zeliha’dır komutanım. Askerde çavuş olmuş. Köyde de
herkes kendisine ‘Yahya çavuş’ diye bilir tanır. Yahya Çavuş, biraz cimri
adamdı. Bizim köy kahvesine gelen misafirleri takip eder durur, çay içmek için.
Muhtar kızıyo bu duruma. Birde hacıya gitti geldi. Oyun oynanan masaların
yanına oturup yancılık yapıyo. Biraz hampacı adamdır, Yahya çavuş!.”
Yüzbaşı şaşkınlaştı
önce, sonra toparladı kendisini. Yahya çavuşu tanımayan birisi vardı
karşısında. Hiç bozmadı durumu. Uçan kuşun kanadını kırmadan önce, biraz daha
uçmasına izin verdi.
“Vay be!
Kurnaz adammış bu Yahya çavuş. Yaşıyor mu daha?”
“Yok
yaşamıyor, geçen sene öldü. Kurnazdır komutanım. Düğünlerde hep keşkek
kazanlarının başında bekler, et yemek için. Birde iyi otlakçıdır. Misafirlerden
uçlu sigara toplayıp cebine koyar. Herkesin içinde sarma sigara içer. Uçlu
sigaraları tek başına kalınca içer.”
“Vay be!”
“Bizim
Yahya Çavuş, hangi eşeğin önüne saman koyacağını bir.”
“Tamam
asker! Aferin, Yahya çavuşu iyi tanımışsın. Ya Koca Seyit?”
“Komutanım
Koca Seyit, bizim köyde aşağı mahallede oturur. Beş sene oldu öleli. Fadime
nine ile hep kavga ederlerdi. Camide imam olmadığında ezan okurdu. İri ve
kuvvetli adamdı. Ümmet’in kahvesinde, Muharrem dedeyi bir yumrukta yıkmıştı
birisinde. Bir bardak çay için hem de.”
“Bu Koca
Seyit başka neler yapmış biliyor musun?”
“Bizim köyün
imamı tatil günleri camiye gelmez namaz kıldırmazdı. Koca Seyit, sevabına ezan
okur, namaz kıldırırdı. İyi mevlit okurdu. Birde felçli insanları eski bir deri
pabuçla sıvazlar, okurdu. İyi para kazanırmış, dedem öyle derdi.”
“Askerliği
nerde yapmış?”
“Koca Seyit
dayı, hiç askere gitmemiş. Bir bacağı doğuştan topal olunca askere almamışlar.”
“Asker
senin adın neydi? Sen Çanakkale’nin hangi ilçesindensin?”
“Rasim
Arıcan! Çanakkale Yenice! Emret komutanım!”
Komutan
askerler döndü, kararlı bir ifadeyle;
“Şimdi iyi
dinleyin beni. Yahya çavuş Ezineli. Koca Seyit Havranlı. Yeniceli Rasim’in
tanıdığı Yahya Çavuş ile koca Seyit başka birileri.”
Askerler
birbirlerine baktılar. Yüzbaşı devam etti.
“1915’te Çanakkale’de
meydana gelen savaşta büyük kahramanlık göstermiş Yahya Çavuş ile Koca Seyit’in
kim olduğunu öğrenmeyen kimse kalmayacak. Her Yahya çavuş, Rasim’in köylüsü
değil. Koca Seyit’te sizin köylü, herhangi bir Seyit değil. Anlaşıldı mı
asker?”
“Emret
komutanım”
“Emret
değil, anlaşıldı komutanım diyeceksiniz!”
“Anlaşıldı
komutanım!”
Yüzbaşı
döndü onbaşıya;
“Bir asker
bu iki kahramanın hayatını ezberlemezse, benden çekeceğin var onbaşı! Anladın
mı?”
“Anladım
komutanım!”
“Bu mangayı
niçin topladığını da, daha sonra konuşacağız seninle. Çavuşun nerde olduğunu da
söylersin günü gelince!”
Onbaşı,
pantolona dolduracaktı neredeyse, yüzbaşı gittikten on dakika sonra gelebildi
kendisine.
Anlamak
önemli! Bu vatanı anlamak daha da önemli.
Rasimlere
kahramanlarımızı öğretmek lazım.
Hiroşima’yı
değil, Çanakkale’yi öğrenmek öğretmek lazım.
Geçmişini
bilmeyenin gelecekte yol alması mümkün mü?
Yolun planı
geçmişte çizilir, sen uygular ve o yolda yürürsün.
Şuayipodabasi…
30.03.2017/Kepez/Çanakkale
Kutluyorum gün seçkisini kardeşim saygılarımla....
İlginize teşekkürler. Selamlar.
Anlamlı ve güzeldi saygılarımla...