
Sağci misin solcu musun yoksa futbolcu mu?
12 Eylül’ün
yetkili yetkin polisleri, bir kahvede tek başına oturan bir garibanı arkadan
kelepçe vurup alıp gittiler. Adamcağız ne olduğunu bile anlamadı. Gık dese
ağzına patlattılar. Guk dese kıçına bir cop vurdular. En sonunda susmayı tercih
etti. Ağzının ve kıçının acısını dinledi iki gün.
Bir binanın
altında ne olduğu belirsiz bir odaya kapatıldı.
Nerede olduğunu bilmiyordu. Kendisini bu rutubetli ışıksız odaya
kapatanların gerçekten polis olup olmadıklarını da bilmiyordu. En önemlisi suçunun ne olduğunu bilmiyordu.
Sadece kahvenin giriş kapısında birçok gazetenin olduğu masada oturuyordu.
Siyasi bir partiye üye değildi. Hiçbir örgüte ilgi duymamıştı. Hayat
pahalılığını protesto eden insanları, kaldırım kenarından izleyip zaman zaman,
“vatan haini, terörist bunlar” bile demişti. Hele birde çevre için çalışan
gruplar vardı. “Yeşili koru, çevreni ve hayvanları koru” diyenlere de acayip
gıcık oluyordu. “Böyyüklerimiz ne derse doğrudur. Her şeyin en iyisini böyyüklerimiz bilir”
diye düşünüyordu. Bir polisin bir suçluyu yakalayınca dövmesi, ağzını burnunu
kırması, yerlerde sürüklemesi onun için çok normaldi. Polis ona göre suçlunun cezasını
veriyordu. Kafasında suçlu olarak yakalanan kişinin yargılanması,
yargılandıktan sonra suçlu ya da suçsuz olduğunun tespit edilmesi ispatlanması
önemli değildi. Yakaladı mı dövüp cezasını vereceksin. Hatta
sallandıracaksın. Kısacası, hak hukuk
yargı adalet… Bu kavramların hiç önemi yoktu.
Yatıyordu
içeride. Suçunu bile bilmiyordu. Günde üç öğün yemek geliyordu. Tuvalete
gidiyordu bazen. Küçük tuvaletini sıkışınca köşeye yapıyordu. Hücrenin içi
idrar kokuyordu. Tuvalete giderken de, bir bahanesini bulup bir iki cop yemeden
geçen günü yoktu.
Hala
suçunun ne olduğunu bulamamıştı. Belki de ilk defa doğru düşünüyordu, neden,
niye ve de sebep sonuç ilişkileri kuruyordu kafasında. Devreler yanık olunca
bir sonuca ulaşamıyordu. Pisliğin içinde yedi gün bitmişti. O bekliyordu.
Netekim,
sekizinci gün iki kirli sakallı sivil polis aldılar kendisini. Kurulmuş ayaklarını
sürükleyerek zor ilerliyordu. Polislerden birisi;
“Ne pis
adamsın. Sen duş almıyor musun? Sen hiç suya elini dokunmaz mısın?” diye
konuştu alaycı bir tavırla. Bu sözlerden sonra ilk defa polislere karşı, bir
nefret uyandı içinde. Yıllarca, “bu ülkenin huzuru için var bu kahraman
polisler” diye söylediği sözler, silinip gitti. Diğer polis, “Şunun haline bak
hala küçük çocuk gibi pantolona işiyor!
Donuna da sıçar bunlar!” deyince, yanık olmayan birkaç devresi de yanıp
gitti.
Kirli bir
masanın ve sandalyenin olduğu odaya soktular. Polislerden birisi “şimdi ben
sayacağım. Bir deyince çömeleceksin iki deyince ayağa kalkacaksın. Hadi başla
bir iki bir iki…” Kaç defa çömelip ayağa kalktığını sayamadı. Dermanı
kesilince, yığılıp kaldı. Polis iki dese de kalkamadı. Sinirlenen polis arkadan
tekmeyi patlatınca, başına taş yemiş yılan gibi kıvranmaya başladı. Diğer polis
ensesinden tutup oturttu sandalyeye. İki polis karşısına geçip duvara
yaslandılar. Gözlerini açıp polislere bakınca ilk soru geldi.
“Söyle
bakalım. Sağcı mısın solcu musun?”
Derin bir
nefes aldı. Birisinden duymuştu. Polisler milliyetçi ülkücü olurlarmış, yani
sağcı. İçinden en iyisi “sağcıyım” diyeyim, diye düşündü. Polis sorusunu sert
bir ifadeyle haykırınca, hemen cevap verdi.
“Sağcıyım!”
Polis
elindeki copu, diğer elinin avucuna aheste aheste vururken söylendi.
“Vay vay
sağcı ha! Sen şimdi ülkücüsündür. Kabadayısındır ha!” deyip patlattı copu.
“Sen çok
milliyetçi birisindir. Kızılelmacıdır len bu! Turancıdır. Aaaa bide bozkurttur!
Dikkatli olalım ısırmasın bizi!” Polislerin ikisi birden, dibek taşında bulgur
döver gibi tokmakladılar garibimi.
Yorulunca
durdu polisler. Diğeri başladı konuşmaya.
“Sağcısın
madem, hangi cemaattensin. Kimin müridisin. Gelsin seni şıhın kurtarsın
bakalım.” Deyip konuştu da konuştu. İyice coplayıp, pestili çıkınca, getirip
bıraktılar hücreye. “Sağcılık” kötü bir şeymiş demek ki, sağcı olunca dayak yemekten
kurtulmak, mümkün değilmiş.
Tam
yaraları şişlikleri geçip iyileştiğinde, bir hafta sonra aynı polisler yine
gelip aldılar aynı odaya. Yine spor yaptırdılar. Anasını babasını kız kardeşini
yad edip, kendisini orospu çocuğu bile yaptılar. Yine duvara yaslanıp, sorularını sordular.
“Söyle
bakalım. Sağcı mısın solcu musun?” Sağcı deyince dayak yediğime göre, “bu polisler
bu kadar kötü olunca, kesin solcu oluyorlar” diye düşünüp, cevap verdi.
“Solcuyum.”
Polislerden
birisi birden hareketlendi.
“Vay dönek
vay! Hani geçen hafta sağcıydın? Ne oldu len?” deyip patlattı copu.
Diğeri:
“Vay komünist,
dinsiz imansız vay. Vah Leninci moskof vah! Sen Mao’yu da desteklersin.
Solcuların fraksiyonu çoktur. Hangi fraksiyondansın sen len! Yok yok tipe bak
şunda! Lümpenin tekidir len bu!”
Copların
inişi çıkışı belli değildi.
“Senin anan
babanda belli değildir. Sana ben şimdi yârin yanağını gösteririm. İşte bunlar
len bu vatanı satacak olanlar. Bunların kökünü kurutmak lazım.” Diye haykırdı iki
polis koro halinde.
İmama ve de
papaza yaranamamış, bir araba cop yemiş bir halde, atıverdiler tekrar hücreye.
Ağladı
inledi. Yapacak bir eşey yoktu. İki cami arasında kamış beynamaz gibi, koğuşun
ortasında kalakaldı.
Üçüncü kez
geldi polisler. Yine aynı yürüyüşlerle
gülüşlerle, beylik değişmez laflarla aldılar sorgu odasına. Sporunu
yaptırdılar. Geçtiler karşısına, duvara yaslandılar. Bir süre sonra, yüzbin liralık
soru geldi.
“Söyle
bakalım. Sağcı mısın, solcu musun?”
Sağcıyım
dedi dayak yedi. Solcuyum dedi dayaktan kurtulamadı. En sonunda, dayaktan
kaşarlandığı için, korkmadan;
“Hem
sağcıyım hem de solcuyum” diye cevap verdi.
Polislerden
birisi;
“Ulan bi
adam ya sağcı ya da solcu olur, ikisi birden olmaz. Sende hem erkek hem de
kadın düzeni mi var?” diye haykırdı. Diğeri;
“Hem komünist
hem de ülkücü! Ne kafa! yoksa Hizbullahçı mısın?” Siktir len palavracı,
fırıldak!” deyip gömüldü. Yine dokuma tezgâhında, halı gibi dokudular garibimi.
Yine totoyu
tutturamamış, dayağı yemişti. Gerçekten devlet yok muydu? Hiç suçu olmadığı
halde başına gelenler neydi böyle. 12 Eylül’den önce, sağcılar solcular
birbirini yerken, o hep tribünlerde maç gibi izlemişti sokaklarda olanları.
Ölenler için, “bok yoluna gidiyor Niyaziler” deyip, gülmüştü. Hiç üzüntü
duymamıştı. Hep güvenlik güçlerinin tarafını tutmuştu. Bu gün kendisini
copluyordu, güvendiği güçler. Bu gün bir vatandaş olarak, kendisine güvenmeyen
inanmayan bir güç vardı karşısında. Düşünemiyordu başına gelenleri,
boğuluyordu.
Yine bir
hafta geçti aradan. Yine geldi polisler. Yine aldılar sorgu odasına. Yine
sordular, ince ince sorguladılar.
“Sağcı
mısın, solcu musun?” Artık dayak yemeye niyeti yoktu. Cevapladı.
“Hiçbirisi
değilim.”
Daha
kıdemli polis atıldı.
“Ulan
gavat! Fikri zikri, sağı solu olmayan insan olur mu? Ya sağcı olacaksın ya da
solcu! Ulan senin kafanın içinde saman mı var? Bu ülkeyi seven birisinin, bir
görüşü olur. Bu görüşün ardında sonuna kadar durur insan. Dönek herif. Boş
herif… Senden cacık bile olmaz!” deyip, demirci örsünde demir döver gibi bir
daha dövdüler. Adamcağız, acılar içinde balataları sıyırmış halde birden bire
sandalyeden kalkıp, bağırmaya başladı.
“Ulen ben ne sağcıyım ne solcuyum. Ben
futbolcuyum! Anladınız mı futbolcu!” Adam pantolonunu indirdi birden. Poposunu salladı,
“aha buda futbolcunun topu. Gördünüz mü len!” haykırdı.
Polisler
oldukları yerde öylece kalakaldılar. Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar.
Sonrada bir rapor tutup, adamcağızı kapının önüne bırakıverdiler.
Evini zor
bulan adam, başından geçenleri kimseye anlatmadı.
Adam, artık
yarı divane bir vatandaş olarak bu toplumun içine asalak gibi yaşarken, herkese
poposunu gösterip, futbolcu olduğunu ispat etmeye çalıştı ölene kadar.
Polisler,
adamı oturduğu masada hiç okumadığı, “Cumhuriyet Gazetesi” olduğu için,
gözaltına alıp sorgulamışlardı.
Sorgulamada
ne varmış canım!
Alt tarafı
basit bir sorgulama!
Milletin
selameti, vatanın akıbeti için basit bir sorgulama.
Hepsi bu!
Şuayipodabasi…
4.08.2018/Kepez/Çanakkale