Si̇yasete di̇p dalmak…
Biz “Türkler”
acayip bir şekilde siyasetten anlarız.
Bir çobana;
-“Siz
başbakan olsanız ne yapardınız?”diye sormuşlar.
Bir dakikada ülkeyi düzeltmiş. Her yer
güllük gülistanlık olmuş. Mübarek, ülkenin sınırlarını bile genişletmiş. Bıraksalar,
Irak’ı bile kurtaracakmış.
Bir İngiliz’e sormuşlar aynı soruyu,
-”Ben çobanım, siyasetten anlamam,”demiş.
İşin doğrusu şu;
“Herkes
kendi işini yapmalı.”
“Ben her işi yaparım diyen, aslında hiçbir iş
bilmiyor demektir.”
Her işi bilmek zorunda mıyız?
Önemli olan; ”Bir işi çok iyi bilmek ve de doğru yapmak.”
**
İnsanlar;
çevreyle, küresel ısınmayla, bitki ve hayvan türlerinin yok oluşuyla ilgilenmiyor
artık. Trafik kazaları, depremler, türlerin yok olması, çevre kirliliği… Hiç önemli
değil.
Yaşadığı çevre içindeki “pisliklerle, bozukluklarla, çirkefliklerle” ilgileniyor artık insanlar.
Çocuğuyla, çocuğunun eğitimi ile
ilgilenmiyor. Anası, babası ile ilgilenmiyor. Kendi işi ile de ilgilenmiyor.
“Siyaset”
olunca içine dip dalıyor.
Sığ sularda, kafası üstü çakılmak önemli
değil. Suyun derinliği önemli değil. Önemli olan “dip dalmak.” Kafa çatlamış,
göz patlamış. Hiç önemli değil.
**
“Bizden olan bir siyasinin, her yaptığı
doğrudur," anlayışı ile yapılan bütün yanlışlar, “mübah” sayılıyor. Hatalar görmemezlikten geliniyor. “Üç Maymun” oyunu en popüler oyun
oluyor, siyasetin içinde.
Karşı görüşleri savunan iki can
ciğer arkadaş, birbirlerine, ”şerefsiz” diyebiliyorlar.
Siyasetin içine dip dalınca.
Aynı okulda,
mahallede, köyde, kentte… Ayrı kutuplarda
bulunanlar, birbirlerini “yemek ve
parçalamak” için fırsat kolluyorlar. Kuşlar bile göç zamanı birleşmeleri, birlik olmaları gerektiğini
biliyorlar. Ya insanlar… Hala birlik olmanın gücünü anlayamadılar.
Biz bu senaryoları, 70’li ve 80’li
yıllarda alabildiğince yaşadık.
Şimdi anlıyoruz ki , ”değmezmiş.”
Hala bu filmi çekmek ve rol almak isteyenler var mı?
İnsanları
bölmek ve parçalamaktan ”getirim” (rant)
elde edenler var mı? Evet var.
Hepimiz,
bugün çok iyi biliyoruz ki; ”bizi
çatlaklarımızdan taklayıp odun gibi parçalamak
istiyorlar.” Nedir bu önemsediğimiz çatlaklar. ”Mezhep ayrılıkları. Gelenek görenek farklılıkları. Sen Yörüksün. Ben Çerkez. Biz
Türkmen. Siz Azeri, Onlar Tatar...
Aynı ağacın dalları ayrılır mı?
**
İnsanların sanatla da alakaları kalmadı.
Bilimsel yazılarda okunmuyor. Magazin baş tacımız oldu. Gazeteler ve
televizyonlar boyadan, baldır bacaktan yıkılıyor. “Okuyan bir toplum”
değiliz. Okuyormuş gibi rol yapıyoruz. ”Türkçe
atasözü ve deyimleri” bile doğru yorumlayamıyoruz. Siyasi yorum deyince, mangalda
kül bırakmıyoruz.
Birisine;
"Gözünü
dört aç,” diyorsunuz.
"Benim iki gözüm var.” Diye cevap veriyor. Algılama
ve yorum yok.
Siyasi yazıları
öyle okuyoruz ki, ”acele ekmek yer
gibi.” Midemize mi gidiyor, koynumuza
mı? Belli değil.
Sonra, seviyesiz
yorumlar yapıyoruz. Yazıyı yazana hücum ediyoruz. Yazıyı yazan “bizden” biri ise okumadan veriyoruz “gazı.”
“Helal kardeşim, Devam, müthiş
geçirmişsin.”
Yazı ile ilgili
seviyeli “yorum yapanların”, yorumlarına
yorumlar” yazma. Hakaretler… Küfürler… İnternette sahte isimlerle, kendi
fikirlerine ters olan insanlara insanlık dışı hakaretler, sataşmalar…
Büyüklerini
tanımayanlar. ”Dergâha destursuz
girenler.”
İnsanların
inançlarını sorgulama. Tam bir aymazlık ve de “ukalalık.”
“Siyaset için” her şeyi yapabile yetkisini
kendisinde görme anlayışları…
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” acizlikleri…
Siyaset için “saygı sınırlarını” yıkmaya gerek var
mı?
**
Bir
sitede yayınladığım ”Bir Yudum Su”
yazısı iki yüz elli kişi tarafından okundu. Yorum yazılmadı. Siyaset önemli, herkesin
aklı siyasete eriyor. “Su ve çevre”
önemli değil.
Bir başka
siteye çeşitli yazılar yazdım. İki ayda altmış kişi okudu. ”Ne Zaman Adam Oluruz ?”
önemli değil mi? “Siteye Eleştiri” diye bir yazı yazdım. İki günde altmış kişi
okudu. İnsanlar siyaset ve eleştiri kokan yazılara balıklama atlıyorlar.
Demek ki, okunmak istiyorsan “siyaset yazacaksın, eleştireceksin, saldıracaksın.”
“Eleştireceksin, ortasından bölene kadar, çatlatana
kadar kırbaçlayacaksın.”.
Ne kadar hakaret yüklü kelime varsa
kullanacaksın.
Olur mu? Kendini bilen bir insan böyle yapar
mı? Yakışır mı?
**
Bu memlekette ne “popüler siyasetçiler” vardı. Hani
neredeler? Hiç kimse isimlerini bile hatırlamıyor. Silinip gittiler.
Ne partiler
vardı. Sandıklardan firesiz çıkıyorlardı. Hatırlayan var mı?
Bu ülkeye daha çok siyasetçiler gelecek
gidecek. Hizmet edenler, iyilikleri ile yâd edilecekler.
Halka hizmet
etmeyenler unutulup gidecek. “Kötü olan”
her şey buz gibi erir gider.
Geriye kalan, akılda kalan, unutulmayan “insanlıktır.”
İnsan üzerinde toplanan; ”vasıflar ve faziletler.” Unutulmamalı.
Siyasetin
de ”faziletleri” var.
Bu bizden/bu bizden değil demeden herkesi
kucaklayabilirsen.
Siyaseti “ayrıştıran değil, birleştiren” olarak kullanabilirsen.
Herkesin gönlünde
taht kurarsın.
**
Bir yarışma
yapılmış; ”Devlet Adamı” ile ”Siyaset adamı” arasındaki farkın
yazılması istenmiş.
Yarışmaya, bu
farkı anlatan sayfalarca yazı gelmiş. Yarışmayı birisi, tek cümle ile kazanmış,
Yarışmayı kazanan cümle şöyle;
“Devlet Adamı” millete, “Siyaset Adamı”
kendisine çalışır.”
Cevabın “doğruluğunu/yanlışlığını” size bırakıyorum.
Bilinen bir gerçek var ki; “Millete en iyi hizmet yolu siyasettir. Yeter
ki dürüst ve hak ve adalet gözeterek yapılsın.”
Siyasetçinin adına leke sürdürmemesi gerekir.
”İsrail’de adı yolsuzluğa karışan
siyasetçi istifa (aklansa bile) ediyor, Japonya’da “intihar.” Ya bizde… “Tükürük
ve Yarabbi Şükür.”
Siyaset benim
işim değil.
Bu güne kadar yazılarımda
siyaset yazmadım.
Siyasetin içine çekilmeye çalışıldım.
Yazılarımda “buzağı” arayanlar oldu.
Bende öküz de
yok, buzağıda.
Benim siyasetle
işim olmaz. Ben bildiklerimi yazarım. Yazdıklarıma nasıl bir isim verirseniz verin.
Hiç önemli değil.
Beni M.
Kemal ATATÜRK’ ün; ”Cumhuriyet sizden, fikri
hür, vicdanı hür, irfanı
hür nesiller ister.” sözü
ilgilendirir. Fikirlerimi açıkça ifade ederim. Elime kalemden başka bir şeyde
almam. “Hür olmayan, fikrini beyan
edemeyen”, bir öğretmen; ”fikirlerinin
cesurca ifade edecek” nesilleri
nasıl yetiştirir?
**
“Yunus Emre” yüzyıllardan beri niye
unutulmuyor biliyor musunuz?
“ Gelin tanış olalım,
İşin
kolayın tutalım:
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.” Dediği için.
Bizden, bu dünyaya bir şeyler kalacak
mı?
Neyi paylaştık
veya paylaşamadık?
Dönüp geriye bir
bakın.
Elinizde/elimizde “siyasetten” geriye ne kaldı?
Şuayip ODABAŞI