Card image cap
Hemen yakin cami̇yi̇!

HEMEN YAKIN CAMİYİ!
 
Hışımla vardı kestane ağaçlarının yanına. Cami ile kestane ağaçlarının olduğu yer arasındaki mesafe beş yüz metreden fazlaydı. Pırnarların arasında köyde beslenen keçilerin oluşturduğu patika yolu nasıl çıktığının kendiside anlamadı. Yokuşu yok eden bir “z” harfi gibi ilerleyen ve yamaçtaki rampayı yok eden rota, patika yolu uzun tutsa da keçileri yormayacak bir yapıdaydı. Ancak bu durum insanlar için geçerli değildi.  Bulunduğu yerden Nevruz başına doğru baktı. Ağaçların dallarından bir şey göremedi. Etrafına bakındı. Yüzyıllık, belki de üç yüz yıllık bir kestane ağacının geniş gövdesine tırmandı. Ağacın gövdesinden çıkan sürgünler, bir kazmanın sapı kadar kalındı ve merdiven basamağı gibi ağaca çıkmayı kolaylaştıracak bir yapıdaydılar. Çocukluğundan alışkındı ağaçlara tırmanıp çıkmaya. Ağacın gövdesinden ayrılan iki ana dalın çatalına basıp bir dala tutundu. Boynundaki dürbünle görmek istediği hedefe baktı. Nevruz başında bir sahra topunun kendilerine yönelmiş olduğunu gördü. Topun etrafında yüz kadar sivil ve yarı asker giyimli kılıksız insanlar vardı. Asker mi yoksa çapulcu mu oldukları belli değildi. Birçoğu da, Biga, Çan ve yenice yöresinden toplanmış aylak ipsiz tipsiz kişilerdi. İçlerinde Balıkesir ve başka yörelerden gelen maceracı insanların olduğu da bir gerçekti. Anzavur Ahmet’in İstanbul hükümetinin desteğindeki çapulcuları, yönlerini Eski Yenice’deki cephanelerin saklandığı camiye çevirmişlerdi. Gelibolu Fransız akbaş cephaneliğinden Köprülü Hamdi Bey ve arkadaşları tarafından kaçırılan silahların ve cephanelerin bir kısmı Eski Yenice Camisinin içinde saklanıyor ve korunuyordu. Kestane ağacının tepesinden, Nevruz Köyü başındaki Anzavur Ahmet ve tayfasını, Eski Yenice’nin üst tarafında, Şeytan Kayasının altından izleyen Dramalı Rıza’dan başkası değildi.
Bu silahlar Kuvay-ı Milliye için çok önemliydi. Asla Anzavur Ahmet ve ekibinin eline geçmemeliydi.
Dramalı bir daha baktı Nevruz başına. Olay mühimdi. Emrindeki çok az insanla direnmesi mümkün değildi. Bir de Anzavur’un işbirlikçileri akla gelince işi dahada zordu. Zaten silahların camide olduğu caminin yanında ikamet eden bir kişi tarafından Anzavur’a bildirilmişti. Muhtar ve ihtiyar heyeti bile her gün “Yaşasın Padişahımız” diye kıçını yırtıyordu.
Dramalı işin ehemmiyetini gözün önünden geçirdi.
“Bu silahlar Anzavur Ahmet ve adamlarının eline geçerse, memleketin kaderi baştan sona değişebilir.” Sözünü mırıldandı, Dramalı. Kestane ağacının çatalında öylece baka kaldı. Sonra birden kendine geldi. Kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle bir merdivenden iner gibi indi yere. Toprağa sağlam basmanın güvenini dizlerinde hissetti birden. “İnsan bastığı yerin sağlam olduğuna emin olmalı” diye geçirdi içinden.
Nevruz başından isabetsiz top atışları caminin sağına soluna düşüyordu. Savunma yapacak bir durum yoktu. Ancak bu atışları camiye isabet ettirmek için değildi. Amaç camiyi savunan Kuvay-ı Milliye güçlerini yıldırmak, caminin çevresinden uzaklaştırmak ve silahlara sahip olmaktı. Eğer ki Anzavur’un adamları, caminin olduğu yere kadar gelip bir kuşatma içine düşerlerse ne silahların ne de Kuvay-ı Milliyecilerin kurtuluşu olmayacaktı. Akşam olup karanlık bastığında, hazırlıklı olanlar için, “baskın basanındır sözü geçerli değildi. Dramalı caminin korunabileceği yerlere adamalarını yerleştirmiş, gerekli savunma hattını oluşturmuştu. Anzavur Ahmet, akıllı adamdı, adamlarından kimseyi kaybetmek istemiyordu. Top atışlarıyla bir yıldırma politikası uygulayıp, çatışmaya girmeden hedefe ulaşmak istiyordu.
 Dramalı Rıza, camiyi korumak için elinden geleni yapıyordu. Bu bir meydan savaşı değildi. Çatışmaların nasıl ve ne zaman olacağı bilinmiyordu. Her zaman uyanık olmak gerekiyordu. Yanında bekleyen milislerin en tecrübeli olanlarını yanına çağırdı.
“Caminin içinden alabildiğimiz kadar silah ve mühimmatı, Şeytan kayasının altında bir yerlere taşıyacağız. Sabaha kadar uyumak, boş durmak yok. Ne kadar çok silahı camiden çıkarabilir ve bir yerlere kaçırıp saklayabilirsek bizim için çok iyi olacaktır” deyip, emrini verdi. Gerekli iş bölümü yapılarak, camiden silahlar taşınmaya başlandı. Anzavur’un adamları ara sıra top atışları yaparak, Eski Yenice’de korku ve tedirginliği canlı tutuyorlardı.
Büyük bir inanç ve azimle işbirliği yapan isimsiz kahramanlar, önce camiden aldıkları silahları ve mermileri dağın yamacında, çamların görünmeyecek şekilde pırnar ve davulga ağaçlarının altına gizlediler.
Birkaç gün sonra Anzavur’un adamları top atışıyla yapılacak bir şeyin olmadığı kanaatine varıp, camiyi ele geçirme planları yaptılar. Eski Yenice sokaklarında meydana gelen çatışmalar cehenneme çevirdi her yanı. Köyün içindeki hainlerin, Anzavur ile iş birliği yapmaları, Kuvay-ı Milliyecileri zora sokunca, taşınamayan silahları yok etmenin tek yolunun, camiyi yakmak olduğuna kanaat getiren Dramalı emrini verdi.
“Hemen camiyi yakın! Söndürmek için gelenleri de vurun!”
Cami ateşe verildi. Cami içinde kalan silahlar cayır cayır yandı. Tüfek mermilerinin ve bombaların patlaması söndürmeye gelenleri kendiliğinden uzaklaştırdı, cami çevresinden. Cami yanıp yıkılınca, ortada bir enkazdan başka bir şey kalmadı. Enkaz altında kalan silahların işe yaramayacağını bilenler, dönüp bakmadılar bile. Anzavur bir tek bile silaha sahip olamamıştı. Ortada yığıntı halinde bir cami vardı. Anzavur, eli boş olarak Biga’ya dönmek zorunda kaldı.
 
Dağın içine çekilen Kuvay-ı Milliyeciler; “Daha sonra gelir alırız” diyerek, Anzavur’dan kaçırdıkları silahları kazdıkları çukurlara gömüp, üzerlerini kimselerin bulamayacağı bir şekilde kapattılar.
Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra, savaşın tedirginliği ve kargaşasıyla unutuldu bu silahlar. Eski Yenice’de bu olayı yaşayan gören insanlar vardı. Ancak hiçbirisi silahların gömüldüğü yeri bilmiyordu. Silahları gömenlerin çoğu da şehit olmuştu. Sadece bir askerin, “Anzavur Eski Yenice Camisine baskın yaptığında, birçok silahı kaçırıp Şeytan Kayası’nın altında bir yerlere gömdük.” sözünden başka hiçbir şey kalmamıştı.
Eski Yenice Camisinin enkazı öylece kalmıştı. Enkazın alt kısmına yeni bir cami yapılmış, ibadete açılmıştı. Yenice’de 1953 depreminden sonra, yeni bir yerleşim yerine taşınan kasabanın, eski yeri, yani caminin çevresi “Eski Yenice ya da Yukarı Yenice Mahallesi” olarak kalmıştı. Eski Yenice’nin çocukları, 70’li yıllarda, yanıp kül olan caminin enkazından topladıkları patlamamış tüfek mermilerini ceplerinde taşırlardı. Okulda dışarıdan gelen arkadaşlarına gösterirlerdi.
Çok kişi, o patlamamış mermilerin arkasındaki olayları, sorgulayacak durumda ve bilinçte değildi. Bu vatanın savunmasında yer alan ve kendilerine Kuvay-ı Milliye adı verilen kahramanların, her mermi için hayatlarını ortaya koyduklarını, bugün bile anlamak çok kişinin harcı değildir.
“Bu vatanı bize veren borçlu olduğumuz kahramanlara” saygı duymak yerine hakaret edenlere ne söylenebilir ki?
Eski Yenice’nin üst başında, Kaz dağlarının içinde, Şeytan Kayasının altında, bu vatanın kurtuluşuna şahitlik eden silahlar vardır ya da yoktur. Bir rivayettir belki her şey. Bir hayal ürünü de olabilir.
Bir gerçek var ki, asla küçümsenemez.
“Ya İstiklal ya Ölüm!” diyen bir neslin çocuklarıyız biz.
Çanakkale Ruhu bizim içimizdedir. Çanakkale’nin bütün ilçeleri ve köyleri bu ruhun bir parçasıdır.
Kayıp silahları aramaya gerek yok.
Sadece “bu vatanın nasıl kazanıldığını bilmek, o bilince erişmek çok önemlidir” diyorum.
Kaybolan silahlar bulunabilir, kaybedilen “vatan” asla bulunmaz. (Örnek;Filistin)
Ne dersiniz?
 
Şuayip ODABAŞI
8.7.2020/Sofular/Yenice/Çanakkale