Card image cap
Hastaneler ve hastalar

HASTANELER VE HASTALAR
 
Ülkemizde kendine has bir hastane kültürü vardır.
Doktor hasta ilişkileri…
Hasta hemşire ilişkileri…
Hasta hasta bakıcı ya da hizmetli ilişkileri…
Hastalar ile hastaların ilişkileri…
Muayene sırasındaki insan ilişkileri…
Hasta yakınlarının birbiriyle olan ilişkileri…
Hasta eczane ilişkileri…
Hatta ve hatta yemek dağıtanlarla hastaların hasta yakınlarının ilişkileri…
Dünyanın başka bir ülkesinde, hastanelerde böyle bir sosyal ilişkiler örgüsünün olduğunu zannetmiyorum.
Hastanede tanışan iki kişi bazen ilişkilerini, asker arkadaşı ya da hacı arkadaşlığı gibi normal hayatlarında da sürdürebiliyorlar.
Birçok insanın mutlaka bir hastane öyküsü vardır. Yeri geldiğinde ballandıra ballandıra anlatır. Anlatılanlar olumlu ya da olumsuz olabilir. Hepside insan başına gelebilecek/gelen ibretlik öykülerdir.
Bir gerçek vardır.
Hastaneye hasta girersiniz, sağlam çıkarsınız. Elbette ki doktorların ve bütün hastane personelinin bunda katkısı vardır. Minnet duyarsınız. Derler ki “Allah kimseyi doktorlara muhtaç etmesin, doktorsuzda bırakmasın.” İyileşip taburcu olup giderken, size “yine gelin” diye seslenen hizmetliye tebessüm edersiniz.
Bazen de sağlam girer ölü çıkarsınız. Sebebi anlaşılmaz. “Ölüm gelince başa, baş ağrısı bahane” derler. Anlayamadığınız bir nedenle, bir akrabanız ölür. Ya da bir genç kız veremden ölür.
Sonrada birileri türküler yakar.
“Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı” diye türküler dolaşır, dilden dillere.
Bazen de Volkan Konak gibi “Oy Cerrahpaşa” diye türkü yakarsınız.
“Vay seni Cerrahpaşa
İçmem suyundan içmem
İçmem suyundan içmem, 
Bir dahaki seneye
Yolcu da gelip geçmem
Yolcuda gelip geçmem”
Hasta olunca, yolcu olmayı bırak! Kapısından gelip geçmem deseniz de gidip hastaneye yatarsınız. Derdinize çare ararsınız. Böyle bir çelişkiler yumağı içindedir insanlar.
*
Hastanelerde bütün çalışanlar, sessizlik derecesinde bir sakinlik ve anlayış içinde çalışmak isterler. Doktorluk, hemşirelik işi, sarraf terazisi kadar hassas önemli bir iştir. Zira doktorların karşısında normal sağlıklı bir birey yoktur. Hastanın kollarından tutan yakınları da stres yükünün altında normal davranışlarını, çürük bir halatla bağlamış olanlardır. Kısacası doktorların karşısında, Kazdağı çırası gibi tutuşmaya hazır insanlar vardır. Bu nedenlerle, cehaletin eline şuurlarını teslim edenler, doktorlara saldırırlar. Döverler, darp ederler. Sonuç, hiçbir şey olur. Pişmanlıkta yarar sağlamaz.
Bütün bunların yanında geçmişteki insan ilişkilerinden etkilenen bazı kişiler de; “Dün doktorlar bizi dövüyordu. Şimdi bizler doktor dövüyoruz” diyerek kin kusabilirler. Kimisi de, eskiden ölülerimizi alamıyorduk. Hastanelerde kuyruk vardı diyerek, insan sağlığını bile siyasete alet ederler. Hiçbir olayın nedeni sorgulanmaz.
Bende şahidim eskiden, “Daha önce niye doktora gitmediniz” diye azarlayan doktorlara! O olay geçmişte kaldı. Harabeler üstüne bina inşa edenin binası ayakta kalır mı? Geleceğe olumlu bakmalı insan! Bugün ki doktorlar, hemşireler ve hastane personeli, insan ilişkilerinde eğitimli ve daha başarılı bir haldeler.
Dün hastaneleri bunalıma sokan başka bir gerçekte, hasta ziyaretleriydi. Öğle vakitleri elleri sepetli, poşetli insanlarla dolar taşardı. İnsanlar hasta olmuş büyüklerini, kundaktaki bebekleriyle ziyarete gelirlerdi. Bulaşıcı hastalık tehlikesi bile dikkate alınmazdı. Kimseler mikroptan korkmazdı!
 Bir trafik kazası olunca, kaza geçirenin bütün sülalesi hastane kapısını, Ergenekon Kalesinin kapısı gibi döverlerdi. Hastane bahçesine çadır kurup, tencere kaynatanları bile görmek mümkündü. Sanki hepsi birden hücum edip, hastayı Azrail’den kaçıracaklar. Günümüzde bu şekilde hareket eden çok fazla ziyaretçi yok. Ne yazık ki doktorları darp etmek, hala bazı illerimizde devam ediyor. Acilde görev yapan bir doktor, acillik olabiliyor. Yaman çelişki!
*
Bir ülkenin nüfusu sürekli artış gösteriyorsa, kırsaldan metropollere sürekli bir göç varsa, işsizlik artıyorsa, bir ülke üretimden düşüp tüketici olmuşsa, başka ülkelere olan bağımlılık artmışsa, teknoloji ve bilişim sektörü tüketim içine bodoslama dalmışsa, o ülkeye; ne hastaneler nede eğitim kurumları yeter. Bir kaos içinde bütün sorunlar, insanların başına dert olur.
İnsanları, beslenme kültürüyle yaşam standartlarının yetersizliği ve düşüklüğü hasta insan sayısını artırır. Birde eğitimsizlik, cehalet girince işin içine, doğru yaşamak kâbus olur.
Bugün ülkemizde en zor ameliyatlar bile yapılabilmektedir. Değersizleştirilmiş ‘giderlerse giderler denilen’ doktorlar, mucizeler ortaya koymaktadırlar. Yanlış politikalarla çok iyi hastaneler yapılmaktadır(!) Yinede sorunlar azalmamakta, tam tersi artmaktadır. İnsan göçlerinin düzensizliği nedeniyle yapılan hastanelere hastaların ulaşımı bile bir risktir. Mükemmel bir ambulans sistemimiz olsa bile.
İnternetten alınan muayene sıraları, zaman olarak birkaç ay ötede olsa da önemli değil(!) Ölmeyenler, muayene oluyorlar. Yinede her şeye rağmen birçok insan, bir yolunu (torpil diyorlar) bulup tedavi oluyorlar. Tedavi olamayanlar, sırasının gelmesine birkaç gün kalsa da kökten hallediyorlar işlerini. Ölüyorlar doğal olarak! Bir mezarlığa muhtar oluyorlar.
*
Artık hiç kimse hastaneye hasta ziyaretine gitmemeli. Hastaya bir refakatçi yeter. Hasta hakkında bilgi edinmek isteyenler, refakatçiden ve hastane yetkililerinden telefonla bilgi sahibi olabilirler. Siz hasta iyileşince de evine gidip ziyaret edebilir, esenlikler dileyebilirsiniz.
Mülteciler gibi Avrupa pardon hastane kapılarını zorlamanın anlamı yok.
Unutmamak lazım.
“En iyi hasta ziyareti, kısa olandır” derler.
Uygulamak, size bize kalmış.
 
 Şuayip ODABAŞI