Ermenek sarivadi̇'de yamali çoban
ERMENEK
SARIVADİ’DE YAMALI ÇOBAN
Sarıvadi
köyüne, köy mezarlığının önünden baktığımda, düz damlı evlerin bir yamada bir merdivenin
basamakları gibi sıralandığını görünce şaşırmıştım. Köyün içine girip evleri
görünce, birbirleriyle omuz omuza vermiş insanlar gibi birbirleriyle dayanışma
içinde olduklarını hayal etmiştim. Dar sokaklarda, taştan ve ahşaptan yapılmış
evlerin güneş yanığı yorgun yüzleri selamlıyordu bizleri.
Evlerin
temeli topraktaydı ve evlerin üstüde topraktı. Yuvak adı verilen taş, aynı
ülkenin siyasileri insanları ezdiği gibi evlerin üstündeki toprağı çiğneyip
eziyordu. Biraz varsıl olan köylüler, zamana uyup evlerinin üstüne beton
döküyorlar ya da çatı yapıyorlardı.
O evlerin
doğal yapısı içinde böyle evler, dudağı yarık deve dişleri gibi sırıtıp
duruyordu. Bazı evler vardı ki, büyüktü ve evlerin iç dekoru muhteşemdi.
Ermenek’te
o Göksu Vadisinin çevresine serpilmiş köylerin zor coğrafyasın da ellerinin
nasırı hiç yumuşamayan insanlar ekmeklerini taştan çıkarıyorlardı.
Yamaçlarda
oluşturulan sekilerde, meyve ve sebze yetiştirmek cambazlık isteyen bir işti.
İnsanlar yoksulluklarından şikâyet etmeden, yaşamak için yapılması gereken her
şeyi harfiyen yerine getiriyorlardı.
Torosların
yaylalarında davar sürülerini sabah evlerin altından alan, akşamda evlerin
altına dağıtan üç beş çobanın, bütün köylülere hayat verdiğine inandım ben.
Bu çobanlar
ki ailecek, çoluk çocuk bu işi yapıyorlardı. Üstü başı perişan, yoların yada
keçi sürülerinin tozuttuğu her yerde, yükselen bütün tozları üzerlerinde
biriktiren çobanlar, birer heykel gibiydiler. Köyün içinde onlara benzeyen
başka insanlar yoktu.
Bu
çobanlardan birisini ilk defa gördüğümde korkuyla irkilmiştim. Üzerindeki
elbiselerin limme lime olmasından, ayaklarında yırtık lastiklerden değildi. Tamam
adam bakımsız perişandı. Zayıf kupkuru bir adamdı. Çorapsız ayakları leylek
bacağı kadar inceydi. Yüzüne baktığınızda irkilmek sizin tedirginliğinizi
alabilecek bir hareket oluyordu.
Çobanın
yüzünün bir tarafı çenesinin altına kadar farklı bir renkte pütürlü bir et
beniyle kaplıydı. Yüzü sarkıyordu. Aynı bir karaciğer rengindeki bu et beni,
çobanı korkulacak bir hale getirmişti.
Çobanın
yüzünü alnından ve burnunun üstünden ikiye böldüğünüzde sadece et beni olmayan
tarafına baktığınızda yakışıklı bir adamı görebiliyordu, doğru bakabilen insanlar.
Köylülerin
lakap takmadaki ustalığı burada da kendisini göstermişti. Çobanın adını hiç
öğrenmeyi düşünmedim. Kimsede adını kullanmıyordu. Herkes “Yamalı” diyorlardı
çobana. Beyaz pantolona siyah bir yama yapılmıştı sanki yüzüne.
Yamalı
yüzüyle çobanın adı “Yamalı” olmuştu. Yamalı isimli bir çoban tanıdım Ermenek’te.
*
Yamalı’nın
oğlu öğrencimdi. Dersle hiç alakası yoktu. Zavallının en önemli işi dağda
keçileri toplamaktı. Okulda sınıf içinde bütün çocuklarda pit salgını oldu. Çok
aile çocuğunun gerekli temizliğini yapsa da, sınıftan “bit” eksik olmadı.
Bizim
Yamalı’nın oğlan hep bitli. Kendisine haber önderdim. Durumu anlattım. Yamalı
bana selam söylemiş. Demiş ki;
“Benim oğlanda
bit filan yok. O öğretmen kendisi bitlidir.”
Benim gibi
genç öğretmene bu yapılır mı? Kızdım. Sık gözlü bir tarak aldım elime, Yamalı’nın
oğlunun saçlarını Taradım beyaz bir kartonun üstüne. Topladığım bitleri bir
kavanoza koyup Yamalı’ya gönderdim.
Yamalı
kavanozu alınca, ne yaptı bilmiyorum. O günden sonra çocuğun kafsında bit
görmedim.
O
öğrencimin o gün ki görüntüsü dondurulmuş halde hafızamda.
Yamalı hala
Ermenek yaylasında davar peşinde koşuyordur. Keçileri Nadire kanyonuna doğru
indirdiği de oluyordur.
Kesinlikle
150 yaşındadır.
İnanmayanlar,
Sarıvadi Köyü’ne gidip tanışabilirler.
Şuayip
ODABAŞI
2023Aralık