Card image cap
Akliniza geti̇ri̇n

AKLINIZA GETİRİN
 
Sirenler çaldığında, her yıl bir sabah.
Öldüğünüzü değil, yeniden doğduğunuzu aklınıza getirin.
 
Bir kasım sabahında;
Sarı yapraklarla donanmış bir sokak içinde,
siren sesinde iki dakika dimdik ayakta durarak,
yeniden doğduğunuzu aklınıza getirin.
 
Mor rengini yitirmiş,bir hayatın son dönemecinde.
 On Kasım.
Donuk bir Güneş.
Gecelerde prangalı bir hilal.
Parıltısı çalınmış bir yıldız kalsaydı size.
Ya da yabancı tapusunda bir mezar.
Ne yapardınız?
Eskiden öldüğünüzü aklınıza getirin.
 
Teneşire yatırılmış bir ülkenin,
yarı canlı haline gülen yerli iş birlikçilerin saltanatlarıyla,
 el kapılarında el pençe dururlarken,
yabancı postalarıyla çiğnenen topraklara düşen bedenlerinizin topraksız,
gömülmeden yok oluşunu aklınıza getirin.
Dört dakika durun olduğunuz yerde.
Eskiden parsel parsel satıldığınızı aklınıza getirin.
 
Daralmış bir imparatorluğun,
dara düşmüş insanlarının,
dağıtılmış sınırlarında bekleşen sırtlanları,
ulumalarıyla bütün çakalların işbirliğini düşünün.
Aklınıza getirin, ihanetin atlas cüppelerini,
sakallı sarıklı züppelerini düşünün.
 
Sirkeleşmiş pekmezlerin,
yalayıcı bireylerini düşünün.
 
 En ön saflarda göğüsleri madalyalı ihanetlerin,
üç ileri iki geri Mehteran hallerini düşünün.
 
Cephelerin delik matarası, paslı tüfekleri,
ecnebilerin boş konserve kutularını,
patlak postallarını ıslak bedenlerini Mehmetçiklerin!
Kurşun yarasına gömlek yeninden sargıları,
top yekun bir neslin ecelsiz ölümünü,
başı olmayan onca bedenleri düşünün.
 
Yetim kalmış çocukların üstünde tepinen,
saltanatların son ihanetlerini,
ah vah edenlerini,
saltanatlarla çekip gidenlerini bir düşünün.
Biraz düşünerek;
Eskiden nasıl yok olduğunuzu aklınıza getirin.
 
Siz dün yoktunuz aslında.
Varlığınız on kasımda ölen birinin,
gözlerindeki mavilikte buldu yolunu.
 
Kapı kulu değil de Allahın kulu olmanızın dışında,
insan olduğunuzu düşünün.
 
Bir imparatorluğun talanını,
talana ortak olanların, çanak tutanların yalanını düşünün.
 
Direnen bir milletin yokluktan büyümesini,
emeklemeden yürümesini,
dünyanın tescil ettiği varoluşun,
İstiklalin engebeli yolunu düşünün.
 
Ağzınız diliniz, düşündüklerinizi söyler olsun bugün!
Fikriniz olsun, kişilik bulasınız.
Elinize verilen kitapla, defter ve kalemle,
yetkilendiniz etkilendiniz,
aşık bile oldunuz,
açıldı gözünüz,
dinlenir oldu sözünüz,
eskiden sağlam gözlerinizle kör olduğunuzu aklınıza getirin.
 
Eskiden olmayan, kapılar pencereler…
Toprak damlar, boş tencereler…
Kuru ekmekler. mısır kekeçleri…
Yanmayan ocaklar, nasırlı eller…
Asker fabrikası yoksul Türk evleri…
Birkaç oğlu eksik yıkık virane Türk evleri…
Daralan toprakların, daralan insanları…
 
Karadeniz’de Pontus havalarını…
Güneydoğuda domino oynayan İtalyanları…
Trakya’da, İstanbul havasında, dokuz sekizlik ihanetleri…
Sirtaki oynayan, uzo içen, kulağı kesik Agopları İzmir’deki…
Fransızları düşün her yerlerde…
 Her yerde Fransız düşün, her şeye kirli ellerini uzatan İngilizleri düşün.
 
“Deniz deniz Akdeniz suları berrak deniz!” (Samih Rıfat)
İhanetin daralan minberinde oturan, saltanatın imamını unutma!
Daralmış bu milletin özgür iradesini, bir girdap içindeki belirsiz anaforların
yutup öldüren dönüşünü, rüzgarsız dönmeyi beceren, fırıldakların ihanetlerini düşün.
 
Kağnı arabalarında bir mermi bir bebek!
Donmuş parmaklar, buz tutmuş yürek!
Buzlu kirpik, buzlu sakal, buzlu bıyık…
Ağızlarda çiğnenen, kayısı kıvamında yumuşacık sarık
 çarık parçalarını düşün.
 
Manda peşinde koşmuş saltanatı İstanbul’un!
Her bir camızın göğüslerindeki şeref nişanlarını,
İster düşün ister düşünme!
 
Hey on beşli dediklerimizi,
Çanakkale’de ettiklerimizi ve de yitirdiklerimizi,
Eskiden çektiklerimizi,
toprağa ektiklerimizi düşün.
 
Küfür ettiğin adamın genişlettiği,
özgürlüklerin içinde doğdun sen ey yobaz!
Nedir bu nefretin nedir bu bitmez kinin?
Hangi inancın merkezine oturmuş senin nankörlüğün?
Vatanın elden gittiği bir gerçekti o gün!
Gitmeyenleri de bir sen düşün bugün!
 
Yürekte olan hiçbir şey çekip gitmez!
Yürekten gönülden atılan, hiçbir şey yoktur.
Elinden at, elinde olan her şeyi at yerlere!
Ne inancın çıkar yürekten,
ne de vatanın düşer gönlünden.
Bir düşün hele bir düşün!
Neyi atıp atmadığını iyi düşün!
 
Yüreğinde tut vatanını ve inancını!
Elden gidebilir bir şey değil bunlar elbette!
Yürekten giden hiçbir şeyin görüldüğünü, gören olmamış bilesin.
Sana külfet gelmesin, dokuzu beş geçe!
Ayakta dimdik durmak beş dakika!
Durduğun yerde dur!
Adam gibi dur!
Dur işte!
Bastığın topraktaki toz zerresinin sahibi olarak düşün!
Üç dakika durup, bir an olsun sabret!
Eskiden ihanetin aynadaki nefesini düşün.
 
Yüz yıllık geçmişinize, bir selam gönderin çekinmeden.
Türk olmanın vazgeçilmez hafifliğinden korkmadan.
“Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Kürt” olun ya da olmayın.
Sadece bir vatanda bir bayrak altında “insan” olun.
Büyük bir şemsiyenin altına girip “bir” olun!
“Birlik olun!”
Demeyeceğim size!
 
İsterseniz!
Akşamları yuvasına dönmek isteyen kuşlar gibi, darmadağınık olun!
Ayrı yönlere çekip giderken halinizi siz düşünün!
Topraksız, toprak olduğunuzu düşünün!
 
Bir vatan,
bir bayrak olmadığınızı düşünün!
Başka bir marşın coşkusunda, nasıl düşünürseniz düşünün!
Soğuk bir kasım sabahında, vatansız, sokaksız, kimliksiz…
Öylece kalakaldığınız yabancı toprakları aklınıza getirin.
 
Hele bir düşünün!
Bir sonbahar günü, on kasımda!
Saat dokuzu beş geçe, üç dakika düşünün!
Sadece üç dakika…
 
 
Her on kasımda, üç dakika dedim!
Dokuzu beş geçe!
Öylece durun!
Dimdik durun!
Gözlerinizle ihaneti vurun!
Doğru yerden vurun!
Doğru yerden vurun!
 
Şuayip ODABAŞI
10 Kasım 2022/Yenice
05435959593
sodabasi-57@hotmail.com