Üç mi̇lyon yahudi̇ye ''hoş geldi̇ni̇z'' üç buçuk mi̇lyon suri̇yeli̇ye '' defol'' mu ?
1- KISIM:
A) SÜRGÜNLER VE KIRIMLARLA GEÇEN ASIRLAR
B) MOSES BEN RAPHAEL ABRABANEL,NASIL SABETAY SEVİ, SABETAY SEVİ NASIL AZİZ
MEHMET EFENDİ OLDU?
C) BÜLBÜLDERESİ MEZARLIĞI, ŞEMSİ EFENDİ, HASAN TAHSİN.
-----------------------------------------------------------------------------------------
3,5 Milyon Suriyeliyi ülkemize kabul etmemiz üzerine bazı vatandaşlarımız
‘’ Ülkemde Suriyeli görmek istemiyorum. Defolup gitsinler’’ Derken bazı
vatandaşlarımız da ‘’ Müslüman Suriyelilere gelince defolsunlar diyorsunuz ama
ülkemize üç milyon Yahudi, yurt dışından getirilip hepsine T.C. Kimliği
verildiğinde gıkınız çıkmıyor.’’ Diyerek Suriyelilere gösterilen tepkinin
haksız olduğunu dile getirmeye çalışıyorlar. Kimin haklı kimin haksız olduğu
değil benim konum...Benim konum Türkiye Cumhuriyeti- ülkemizde yaşamayan- üç
milyon yahudiye T.C. vatandaşlığı belgesi vererek onları Türkiye’ye sokmuş
mudur sokmamış mıdır? Böyle bir iddianın aslı astarı var mıdır?’’
konusudur.
İşte bu sorunun cevabını vermeye çalışacağım ama yazıma direkt bu sorunun
cevabı ile başlamayacağım. Biraz daha gerilere gideceğiz, bu arada şu
Sabetaycılık olayına da dokunacağız biraz.
Başlayalım bakalım.
A)
MS 70 Yılında Roma İmparatoru Titus, ‘’Yeter ulan bu sapık milletle
uğraştığımız. Hepsini def edin bu topraklardan’’ Diye ferman eyleyince bugünkü
İsrail-Filistin topraklarında yaşayan Yahudilerin neredeyse tamamı o
topraklardan sepetlendiler.
Sepetlenmesine sepetlendiler ama öyle hepsi sadece belirli bir ülkeye
yığılmadı. O günün şartlarında zaten dünyada iki buçuk kıta biliniyordu.
Avrupa, Asya ve Afrika’nın kuzeyi...Yahudiler de özellikle batıya yönelip
Avrupa ülkelerine iltica ettiler. Ancak iltica ettikleri ülkelerde tabii ki hiç
bir zaman ‘’ Hoş geldiniz, safalar getirdiniz.’’ Diye karşılanmadılar. Hele bir
de burunları paraya karşı bir narkotik köpeğinden daha hassas olukları için ve
gittikleri her ülkede kısa sürede ekonominin patroları durumuna geldiklerinden
hiç sevilmiyorlardı. Fitneci bir millet olmaları da cabasıydı tabii ki.
Titus’un sürgününden sonra en büyük acıyı Kudüs’te yaşadılar. Kudüs’ü 1096
yılında ele geçiren Haçlılar Müslümanlarla birlikte -o tarihe kadar varlıklarını
sürdürebilmiş olan- Yahudileri de topluca katlettiler. Yetmiş bin civarında
insanı kılıçtan geçirmişti Hrıstiyan Haçlılar. Bunun ne kadarı Yahudiydi
bilemesek de Müslüman- Yahudi ayırımı yapmadan tam bir katliam
gerçekleştirdiklerini biliyoruz.
Yahudiler 1492 yılında bir kez daha kırımla karşı karşıya kaldılar. Bu tarihte
İspanya’daki son Müslüman devlet olan Beni Ahmer devletini ortadan kaldıran
Kral Ferdinand ve karısı İsabella aynen I. Haçlı seferinde olduğu gibi
Müslüman- Yahudi ayırımı yapmaksızın tam bir soykırıma başlamıştı.
Yahudileri işte bu soykırımdan zamanın Osmanlı Padişahı II.Bayezıd, büyük
ölçüde kurtardı. İspanya’da yaşayan Yahudilerin pek çoğunu Kemal ve Burak
Reisler idaresindeki Osmanlı gemileriyle Osmanlı ülkesine getirtti ve
İstanbul, İzmir, Selanik başta olmak üzere Osmanlı ülkesinin pek çok
şehirlerine yerleştirdi.
Yahudiler bu şehirlerde kısa sürede ekonomiyi ellerine geçirdiler. Mesela
Mendes ailesi, Osmanlı topraklarına gelişlerinden sadece bir kaç yıl sonra
Çaldıran Seferine seferine çıkan Yavuz Sultan Selim’e – sefer masraflarını
karşılama üzere- borç para verdi. Osmanlı’nın en kudretli hükümdarı Kanuni’nin
en kudretli sadrazamı Damat İbrahim Paşa da Mendes ailesinden borç almıştı
devletin bir takım giderlerini karşılamak için. Osmanlı’da ilk bankerler bu
Mendes ailesi oldu ve Galata Bankerleri bu aile ile başladı.
Para onlarda olduğu için güçlüydüler, güçlü oldukları için de sevimsiz...
Bu sevimsiz görüntülerini kamufle etmeleri gerekiyordu. En azından içlerinden
bazıları, içinde yaşadıkları Müslüman- Türk toplumuna daha sevimli görünmek
için neler yapılması gerektiğini düşünüyordu. Hele bir de Müslümanların
inandıkları bir Gargat ağacı olayı vardı ki her an ne olacağı belli olmazdı.
Hadis olduğu ileri sürülen şu cümleleri Müslümanlardan çok daha iyi
biliyorlardı, bu yüzden sürekli tedirgindiler.
“Müslümanlar,
Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar
onları yenip öldürecekler. Öyle ki, Yahudiler ağaç ve taşların arkasına
saklanacaklar, o ağaç ve taşlar konuşarak, 'Ey Müslüman, ey Allah’ın kulu,
arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür.' diyecek. Sadece arkad ağacı haber
vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.” (Ennihaye, cilt 1, shf. 87,
103, 104, 117; İbni Mace, cild: 2, shf: 1363; Müslim, cild: 4, s. 2239)
B)
1626 da İzmir’de Yahudi bir ailenin bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Çocuğa
Moses adını verdiler. Tam adı ise Moses Ben Raphael Abrabanel
idi.
Moses Ben Raphael Abrabanel’in gençlik yıllarında Polonya’da Kazak Atamanı
Chmielnick Yahudilere büyük bir katliam uygularken Yahudi hahamları, başladılar
kutsal kitapları karıştırmaya ve dediler ki ‘’1648 Yılında beklediğimiz mesih
geliyor.’’ Lakin 1648 yılı geldiğinde ortada bir mesih görünmüyordu. İşte bu
saçmalığı iyi değerlendiren Moses Ben Raphael Abrabanel, 1662 de Mısır ve
Filistin de mesihliğini ilan edip hayli taraftar topladıktan sonra 1666 da
İzmir’de bir sinagokta Mesihliğini ilan etti. O artık Sabetay Sevi olarak
anılacaktı. Bazı Yahudiler ona uyarken bazıları karşı gelince de kızılca
kıyamet koptu ve İzmir kadısı olaya el koydu.
Sabetay Sevi,kadı karşısına çıkarıldı. Kadının karşısında ‘’ Benim amacım
padişahımız efendimize düşman olan üç Yahudi haini ortaya çıkartmaktır.’’
Diyerek kendisini savunan Sevi, paçayı kurtarmıştı ve taraftarları bu
paçayı kurtarma olayını mesihin mucizesi olarak görünce adamın şöhreti daha da
artmış, Hristiyanlar, hatta Müslümanlar içinde dahi onun mesih olduğuna inanlar
olmuştu.
Durum Osmanlı Devlet yönetiminin kulağına gidince Sabetay Sevi İstanbul’a
çağrıldı.
O İstanbul’a doğru yola çıktığında binlerce müridi de İstanbul’a doğru yola
çıktı. Mesihlerine hiç bir gücün hiç bir şey yapamayacağına, denize atsalar
boğulmayacağına,ateşe atsalar yanmayacağına, baltanın onun boynunu
kesemeyeceğine, ok ve mızrağın onu delemeyeceğine son derece inanıyorlardı.
Padişah IV. Mehmet’in kafes arkasından takip ettiği bir sorgulamadan sonra
Şeyhülislam Minkarzade Yahya Efendi ‘’ Madem mesihsin o halde bize bir mucize
göster.’’ Dedi.
İyi Türkçe bilmeyen Sabetay Sevi’ye, Yahudi iken İslamiyete geçmiş olan hekim
Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık yapıyordu ve bu teklifi İbrani
dilinde Sabetay Sevi’ye söyledi. Sabatay Sevi ‘’ Nasıl bir mucize?’’ Diye
sorunca Şeyhülislam açıkladı, tercüman tercüme etti Sabetay Sevi’ye: ‘’
Çırılçıplak soyunacaksın ve okçularımız senin vücuduna ok atacaklar. Eğer
mesihsen ok sana tesir etmeyecektir zaten’’
Mesih efendi hazretleri (!) -tarihi kayıtlara geçmese de- tercümanının kulağına
mutlaka ‘’Aha da b.ku yedik. ‘’ Demiştir.
Şimdi merak ediyorsunuzdur ‘’Sabetay Sevi böyle bir denemeye tâbi
tutuldu mu?’’ Diye. Yani Osmanlı okçuları Sabetay’ı kevgire mi çevirdi,
yoksa adamın vücuduna bir sürü ok atıldı ama ona hiç bir şey olmadı mı?
‘’
Sabetay Sevi baktı süzgeç olacak, başladı ağlamaya: ‘’Aman efendim, ben basit
bir adamım. Mesih filan değilim. Maalesef bu cahil halk böyle yakıştırmalarda
bulunuyor benim hakkımda. Ben masumum’’
Şeyhülislam Efendi sakallarını sıvazlayıp nasıl bir hüküm vereceğini
düşünürken tercüman Hayatizade, Sabetay Sevi’nin kulağına eğildi: ‘’
Vallahi böyle ben masumum diyerek g.tü kurtaramazsın. Bundan kurtuluşunun tek
bir yolu var: Müslüman olmak.’’
Sabatay Sevi ‘’Kabul’’ Deyince Hayatizade, durumu Şeyhülislama anlattı.
Şeyhülislamın yüzü güldü, Sabatay Sevi kelime-i şahadet getirerek Müslüman
oldu.
Sonrasında hamama sokulup bir güzel sabun- kese atıldı.Gusül abdesti aldırıldı.
Yahudiler zaten sünnetli olduklarından o konuda bir sıkıntı yaşanmadı ve en son
Padişahın huzuruna çıkarıldı. Padişah IV. Mehmet’in emriyle Sabetay Sevi’ye
törenle hil’at giydirildi, Mehmet adı verildi, kendisine kapıcılar kethüdalığı
görevi, 150 akçe de maaş tevdi edilerek salınıverildi. O artık Mehmet Efendi
diye anılacaktı. ( İleriki yıllarda Bektaşi tekkeleri ve Aziz Mahmut Hüdai
dergahına çok gidip geldi ve artık Aziz Mehmet Efendi unvanı ile anıldı uzun
bir müddet. )
Padişah IV. Mehmet ‘’ Oh beee. Ben de bayağı bayağı gözü bizim tahta dikmiş
sanıyordum. Kurtulduk bu beladan da ‘’ Diye düşünüyordu.
Sabetay Sevi hayranlarının büyük bir kısmı onun Müslüman olduğunu duyunca şok
olmuşlardı. Küfrün, hakaretin bini bir paraydı.Lakin önemli bir bölümü aksine
onun mesih olduğuna daha da inanmıştı. Çünkü Gerçek Mesihin Müslümanlar
arasında kaybolacağı görüşü Yahudiler arasında biliniyordu. Bu yüzden
Sabetay’ın davranışı geleneğe uygundu. Sabetay, taraftarlarının dağılmaması
için her türlü yola başvurdu. Taraftarları, efendilerinin durumunu Firavunun
sarayında kalan Hz. Musa’ya benzetiyorlardı. Ayrıca Sabetay’ın göğe çıktığı, Tanrının
emriyle yerini Türk kıyafetiyle dolaşan bir meleğe bıraktığı
söyleniyordu.
Sabatay Sevi’nin eşi Fatma, kardeşleri, Ahmed, Abdullah, oğlu ise İsmail adıyla
sözde Müslüman olmuşlardı. Günde beş vakit namazda camilerde görmek mümkündü
onları ama evlerinde, dört duvar arasında yine Yahudi idiler.
Böylece Osmanlı toplumu içerisinde - bugün dahi- aslında Müslüman mıdır
yoksa Yahudi mi olduğunu asla bilemeyeceğimiz bir başka Yahudi topluluğu da
oluşuverdi. Bu arada hemen belirtelim yine zaman içinde bu Yahudiler içinde
eski dinlerini unutup sadece Müslüman olanlar, Müslüman olarak yaşayanlar da
oldu.
Devamlı göz hapsinde tutulan Sabetay Sevi’nin İslam dışı davranışlarda
bulunduğu tespit edildiğinden İstanbul’dan sürüldü. Balkan topraklarında bir
müddet daha yaşayan Sevi 1675 de bugünkü Karadağ Devletinin sınırları içinde,
oldukça güzel bir sayfiye şehri olan Ülgün’de öldü. Ölümünden sonra bazı
Yahudiler asırlarca süre hacı olmak için Ülgün’e onun mezarını ziyarete
gittiler. ( Müslümanlar da Evliya Aziz Mehmet Efendi'nin Türbeisi diye gitti
tabii ki. Çünkü mezarı tam bir Müslüman Evliyasının mezarı gibiydi. 2.
Resim )
C)
Sabetay Sevi’nin ölümünden sonra onun ruhunun kayınbiraderi Yakup’a geçtiğine
inanalar oldu. 1720 de ise bu topluluk Karakaşiler, Kappaniler ve Yakubiler
olarak üçe ayrıldı.
Bu grubun yani Sabetaycıların İstanbul’daki mezarlıkları Üsküdar-Bülbülderesi
mezarlığıdır. Ölenlerini( Karakaşiler ve Kappaniler ) bu mezarlığa defnederler.
Ancak Sabetay Sevi ve yirmi altı halifesinin soyundan olmayanlar bu mezarlığa
gömülemezler, onların yeri Feriköy, Aşiyan, Zincirlikuyu, Karacaahmet ve
Nakkaştepe Mezarlıklarındaki özel bölümlerdir. Bazı Sabetaycı Yahudi mezarları,
Müslüman mezarlarına benzer ancak pek çoğunun baş tarafları kıble yönünde değildir.
Zaten bazılarında da gizli anlamlar içeren sembolleri görmek mümkündür.
Müslüman mezarlarından en bariz farkları mezar taşlarında ölenlerin
resimlerinin bulunmasıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk mektep öğretmeni Şemsi Efendi’nin mezarı da bu
mezarlıkta olup mezar taşında resmi vardır ama geleneksel Müslüman- Türk mezar
taşlarında yazılı olan ‘’ Hüvel Baki’’ veya ‘’ Ruhuna Fatiha’’ Gibi bir ifade
mezar taşında yoktur.
Şimdi oldukça şaşıracağınız bir husus daha: İzmir’in 15 Mayıs 1919 da
Yunanlılar tarafından işgali sırasında düşmana ilk kurşunu sıkan Osman
Nevres’in yani bizim bildiğimiz adıyla Hasan Tahsin’in mezarı da
Bülbülderesindedir. 15 Mayıs 1919 da düşmana ilk kurşunu İzmir'de sıkan,
o gün de İzmir’de şehit olan, hayatının önemli bir kısmında hep İzmir'de
yaşamış birinin naaşının o hengamede İzmir’den alınıp İstanbul’a getirilmesi,
İstanbul’da başka mezarlık yokmuş gibi Bülbülderesi mezarlığına konması bir
hayli gariptir ama bu konuda bir şey yazmayacağım.
Mezarlığın hemen girişindeki Feyziye Hatun Camii1882 yılında özellikle
Selanikli Sabetayist ailelerin yardım ve destekleri ile açılmıştır. Cumhuriyet
önemimizin ilk modern okulları olarak gösterilen Feyziye Mektepleri, Şişli
Terakki Lisesi de Sebetaycıların açtıkları okullardır. Selanikteki Yeni Cami,
Sebatayistlerin yaptırdığı en büyük ve önemli camilerden sadece bir tanesidir.(
Resmi yukarıda. )
Yahudiler içinde Safarad Yahudileri ve Eşkenazlar diye ifadelere de
rastlanır.
Almanya, Fransa ve Doğu Avrupa'da yaşayan veya onların soyundan gelen Yahudiler
Eşkenaz, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan, Türkiye, kuzey Afrika ve
Ortadoğu'da yaşayan Yahudiler ve onların soyundan gelenler Safarad’dır. Yani
bize1492 de İspanya’dan gelenler Safarad Yahudileridir.
Evet, şimdi Yahudileri biraz daha tanıdıktan sonra ana konumuza dönelim.
Yarın da o konuya dönelim inşallah. Yani Cumhuriyet döneminde üç milyon
Yahudiyi ülkemize sokup onları T.C. Vatandaşı yaptık mı?
Gelecek bölümde inşallah.
RESİMLER:
1- Sabetay Sevi’nin temsili bir resmi
2- Sabetay Sevi’nin Karadağ- Ülgün’deki mezarı ( Müridlerini aksine onun
mezarı sanki bir Müslüman evliyanın türbesi gibi. )
3- Sabetaycılar tarafından Selanik’te yaptırılına Yeni Cami
4- Sabetaycıların büyük desteği ile İstanbul- Üsküdar- Bülbülderesi mezarlığının
bitişiğine yaptırılmış olan Feyziye Hatun Camii
5- Üsküdar Bülbülderesinde Atatürk’ün ilk mektep öğretmeni Şemsi Efendi’nin
mezarı
6- Bülbülderesi Mezarlığında İzmir’in işgali sırasında Yunan askerine ilk
kurşunu atan akabinde de kendisi orada öldürülen Osman Nevres’in ( Hasan
Tahsin) Mezarı.
7-Sebatayistliğin de Fetöcülüğün de temel prensibinin en en doğru şekilde
mermere nakşedilmiş hali: Üzerinde ‘’Sakladım, söyleyemedim, derdimi gizli
tuttum, uyuttum’’yazılı bir mezar. Tabii ki o da Bülbülderesinde.