Efendim,  Osmanlı zamanında şöyleymiş:  Daha dorusu şöyle olduğu  anlatılıyor: 

Hırsızın biri gece bir balkona tırmanıp tam eve girecekken tutunduğu pencerenin tahta çerçevesi  çürük olduğundan elini attığı anda pencereden yere düşer, ayağı, kaburga kemikleri kırılır.Lakin hekime gideceğine doğru Kadı Karakuşi’ye gider ve ev sahibinden şikayetçi olur

-Hırsızlık yapmak için evine girecektim ama penceresi çürük olduğu için düştüm mesleğimi icra edemedim.

Karakuşi kadı  bakar hırsız haklı (!) Ev sahibini çağırır.  Ev sahibi de ‘’ Suç benim değil, marangozun. O çerçeveyi marangoz yaptı.’’ Der. Marangoz huzura çağrılır  o da ‘’ Vallahi efendim tam çerçeveyi yaparken sokaktan yeşil feraceli bir kadın geçti. Ona bakarken çivileri  doğru çakmamışım. Suç benim değil o hatunun.’’Der. 

Kadın da bulunup kadı huzuruna çıkarılır.Huzura çıkan kadın, ‘’ Efendim ben ferecemi boyacı ustasına verdim boyasın diye. Bu kadar göz alıcı bir şekilde boyayacağını nereden bilebilirdim? Kabahat bende değil boyacıda’’ der.

Karakuşi Kadı boyacıyı çağırır. Lakin boyacının ileri sürebileceği hiç bir mazeret olmayınca kadı, adamlarına ‘’ Tamam ! Götürün bunu asın!’’ Der.

Adamlar boyacıyı alıp götürürler, beş dakika sonra içlerinden biri  Karakuşi Kadının huzuruna çıkar.

-Kadı Efendi ! Boyacının boyu çok uzun olduğu için darağacında sallandıramıyoruz herifi.

Karakuşi Kadı hemen hükmü verir:

-O zaman boyu kısa bir boyacı bulun ve hemen idam edin.
.....................................................................

Allah’a çok şükür ki  günümüzde  Osmanlı Döneminde olduğu gibi değil.  

Peki günümüzde nasıl?

Elli sene öncesi günümüz sayılmaz değil mi?  Ama yine de elli sene öncesini de bilmek lazım günümüzde kaydettiğimiz aşamayı anlamak için. 

.....................................................................

Yıllar yıllar önceydi..Nereden bakarsan bak elli yıl önce yani. 

O yıllarda öğretmenler öyle on beş yirmi gün öncesinden hangi gün hangi saatte yazılı sınav yapacaklarını duyurmazlar,  sınıfa girer  girmez ‘’ Çıkarın kağıtları yazılı yapacağım’’  Derlerdi. Bu da demek oluyor ki her öğrencinin çantasında, ( yok ya ne çantası- Okula çantayla gelmek racona tersti. ) veya kitabının, defterinin arasında her an sınav olacakmış gibi  dosya kağıdı bulunurdu. Yok,  bu da yanlış oldu. Yazılı kağıtları genelde ‘’ İnek ‘’ Tabir ettiğimiz çok çalışkan arkadaşların çantalarında bulunurdu. Biz onlardan ödünç/alardık. 

Neyse efendim  günlerden bir gün Sadi Hoca sınıfa girdi ve girer girmez yapıştırdı.

‘’ Çıkarın kağıtları yazılı imtihan yapacağım.’’

Bir başka öğretmen olsa iki saat  mızmızlanırız da Sadi Hoca’ya hiç birimiz mızlamıyoruz. Çünkü hoca ( Allah Rahmet eylesin ) Hababam sınıfının Akil Hocası gibi bir şey( Allah ona da rahmet eylesin ). En kolay kopya çektiğimiz  öğretmen o.  O bakımdan da  bazen sırf  gırgır olsun diye ‘’ Hocam epeydir imtihan etmiyorsunuz  bizi’’ Diyerek adama bizzat biz hatırlatıyorduk sınav yapması gerektiğini.

Sadi Hoca ‘’ Yazın bakalım’’  Diyerek başladı soruları yazdırmaya.

Şimdi gençler bilmezler tabii ki. O devirlerde sınavlarda ellerimize üzerinde soruların yazılı olduğu kağıtlar verilmiyordu. Soruları kendi elceğizlerimizle  yazıyorduk. Teksir makinesi bile ben öğretmen olduktan sonra 1978-1979 Yılında filan girdi okullara.

Evet,Sadi Hoca soruları yazdırdı. Allah'tan diğer hocalar gibi on soru sorup, bir de gruplara ayırarak dersin en az yarısını soru yazdırmakla geçirtmezdi. Tüm sınıfa dört soru sorardı  hep. Soruların yazım işi biter bitmez de bizler tabii ki başladık kopya çekmeye. 

Sadi Hoca her ne kadar kendince sınıfta kuş bile uçurtmuyor idiyse de biz bırakın kuşu neredeyse tayyare uçuruyorduk. Garibim sözlü sınavlarda dut yemiş bülbüle dönen bizlerin yazılı sınavlarda nasıl olup da çok yüksek notlar aldığına şaşar dururdu hep. Öyle  ya , atmaca gibi gözlere sahip bir hocanın(!) dersinden kopya çekilemeyeceğine(!) göre yazılılarda nasıl oluyor da bu kadar başarılı oluyorduk?


Dersin yarısı bitmişti. Teneffüse yirmi dakika filan vardı. Aslında bu kadar zaman içinde hepimiz rahat rahat elli puanlık, yani sınıf geçmeye yetecek kadar  yazmıştık lakin gözümüz doymuyordu. Hem Sadi Hoca’nın Psikoloji dersi de olmasa biz hangi dersten yüksek not olacaktık ki?  Tadını çıkartmak lazımdı.

Dersin ortasında Sadi Bey birden garip hareketler yapmaya başladı. Bu hareketler tam olarak ileri derecede çişi-kakası gelmiş bir insan davranışlarıydı.  Nitekim de öyleymiş. Sınıf kapısını açıp nöbetçi öğrenciye seslendi.

-Yavrum az sınıfa göz kulak olur musun?  Benim acil tuvalete gitmem gerekiyor.

Nöbetçi öğrenci sınıfa girdiğinde ona ‘’ Aman gözünü dört aç. Kimse kopya çekmesin.’’  Diyerek sınıftan tuvalete doğru uçuşa geçtiği anda biz doğal olarak kopyanın dozunu daha da arttırdık. Sıranın gözündeki kitaplar artık resmen sıranın üstündeydi. Sınıfta bize kopya çektirmeyecek(!) olan nöbetçi öğrenci ise erketemiz olmuştu. Sadi Hoca tuvaletten çıktığı anda ıslık çalacak, biz de kitapları tekrar sıraların gözüne koyacaktık. 

Derken efendim bir on dakika kadar sonra Sadi Hoca sınıfa girdi, sınav tamamlandı, hepimiz yüz bekliyoruz.

İki hafta sonra Sadi Bey  başladı yazılıları  okumaya. Gerçekten de yaklaşık hepimiz 100 almıştık. İnekler  hariç tabii ki. Onlar kopyaya tenezzül etmedikleri için 85-90  puanlarda gezinmişlerdi.  Ha bir de Süleyman vardı  o da  yüz alamadı  çünkü ona göre kopya çekmek çok büyük bir günahtı. Haramdı. Bizim hepimiz cehennemde cayır cayır yanacaktık.

Sadi Hoca sınavda herkesin  aldığı notu  puan cinsinden söyledikten sonra yani öğrenci tabiriyle yazılılar okunduktan sonra  başladı konuşmaya:

-Evet, aldığınız puanlar bunlar  ama ben  bu sınavı iptal edeceğim.

Kafamızdan aşağı kaynar sular boşaldı.

-Neden hocam?  Niçin sınavı iptal ediyorsunuz ki?  Buna hakkınız yok..

Artık her kafadan bir ses çıkıyordu ama Sadi Hoca kararlıydı, sınavı iptal edecek...

Derken sınıfın fırlamalarından  İsmet ayağa kalktı, bir avukat edasıyla sordu?

-Hocam ! Hangi gerekçeyle  imtihanımızı iptal ediyorsunuz?

Sadi Hoca bu tavra öfkelense de sesini yumuşatarak cevap verdi:

-İptal ediyorum zira hepiniz kopya çekmişsiniz. Yani hırsızlık yapmışsınız.

Başladı münakaşa artık

-Hocam ! Madem kopya çektik, bunu imtihan anında tespit edecektiniz. Sınavdan sonra kağıtları oku, hepsine 95-100 puan ver, sonra sınavı iptal et. Olmaz.Kabul etmiyoruz. 

Olurdu olmazdı derken iş o kadar büyüdü ki okul  müdürü olaya el koymak zorunda kaldı.

Müdür Bey bütün sınıfı ve Sadi Hoca’yı odasına çağırdı. Yazılı kağıtlarımızı  ve bir de ders  kitabı alarak tek tek  cevaplarımızla kitabı karşılaştırdı. O denli abartmıştık ki insan hiç olmasa imla kurallarını es geçerdi. Biz nokta virgül, soru işareti ne varsa aynen geçmiştik kağıtlarımıza.

Müdür bey üç dört kağıdı inceledi ve anladı ki hangi kağıdı eline alırsa alsın bariz bir kopya olayı var. 

Sadi Bey’e döndü:

-Hocam !  Bu zibidiler  resmen hırsızlık yapmış. Yapmasına yapmışlar da onlar bu hırsızlığı yaparken siz neredeydiniz? Nasıl görmediniz?

Sadi Bey  boynunu büktü.

-Bir ara çok sıkıştım. O sırada nöbetçi öğrenciyi sınıfa çağırdım, ben tuvalete gittim. Sanırım nöbetçi öğrencinin sınıfta olduğu o on dakikalık zamanda çektiler bu kopyaları.

Garibim nereden bilsin o nöbetçi öğrenci olmasa da bizim rahat rahat kopya çektiğimizi, hem de iki senedir, hem de her yaptığı sınavda...

Müdür bey düşündü azıcık...

-Sayın hocam ! Bütün deliller bu öğrencilerin kopya çektiğini gösteriyor ama maalesef bu kopyaya  zemin hazırlayan sizsiniz.  Resmen tahrik etmişsiniz öğrencileri kopya çekmeye. Tüm deliller kopya çekildiğini işaret etse de herhangi bir suçüstü olmadığı için sınavda kopya çekmek gibi bir gerekçeyle bu sınavı iptal edemeyiz. 

Bizler pis pis sırıtmaya başlamıştık. Aslında sınav iptal edilse de bizim için farketmeyecekti o notu ne yapıp edip alacaktık ya maksat yeşillik olsundu bizimki. O bakımdan ‘’ İptal edemezsiniz hocam ‘’ Diyorduk. Yoksa umurumuzda değildi  iptal edip etmeyeceği.

Müdür bizim gıcık gıcık güldüğümüzü  görünce  sözlerine devam etti:

-Kopya, yani hırsızlık sebebiyle iptal edemezsiniz bu sınavı ama bir başka gerekçeyle pek âla iptal edebilirsiniz.

Bizler daha ‘’Ne gerekçesi?  Nasıl bir gerekçe?’’ Demeden masasındaki daktiloya bir kağıt yerleştirip  kararı yazmaya başladı: 

‘’21.03. 1976 Tarihinde Okulumuz Öğretmenlerinden Sadi.....nın  5 Fen E Sınıfında 2. Ders saatinde yaptığı  Psikoloji yazılı sınavının, 

A)Sınav gözetmeni olarak sınıfta görev yapan şahsın öğretmen değil de bir öğrenci olması sebebiyle iptaline,

B) 21.03.1976 Tarihinde yapılan sınavda  öğrencilerin aldığı notların  kendilerinden geri alınmasına,

C) İptal edilen sınav yerine yapılacak sınavın 20.04.1976 Tarihinde yine aynı sınıfta,  ve yine 2. Ders saatinde yapılmasına,

D) Bahsi geçen olayda 5 Fen E Sınıfı  öğrencilerinin  ve ders öğretmeni Sadi..... nin ceza almasını gerektirecek herhangi bir suç unsuru bulunmadığına,

E)  Bu olayda adı geçen sınav gözetmeni öğrencinin  böyle bir hakkı ve yetkisi olmadığı halde sınavda gözetmen olarak  görev yapması sebebiyle – disiplin kuruluna sevk edilip ifadesi alındıktan sonra disiplin ve  yönetmeliğinin fiile uyan maddeleri mucibince cezalandırılmasına

Karar verilmiştir. 

...................................................

Günümüzde, yani tam olarak bu günlerde?


Allah’a şükürler olsun ki yukarıdaki acayipliklerin hepsi mazide kaldı. Günümüzde böyle bir şeyin yaşanması rüyalarda bile mümkün değil.