Gerçekten rüyaya gelişti doğuş...
Ağlamak ayrılığın sancısıydı,
tertemiz alemden kirlenmiş dünyaya gelmek.
Temiz kalabilmenin endişesiydi inlemek..




Ey Sevgili!
İçim acıyarak uyandım fecre
Gök kızıllanırken koşuverdiler abdeste
Zaman geçmez derken
Rüyamın derininden uyanış
Yeniden hapseyledi ruhumu
Can denen bedenimin mahpesine…

Ey Sevgili!
Hayra yordum kendimce
Tükeniş miydi doğuş
Düşerek yeryüzüne
Ağıtlarla titrerken hengamelerim
Kundaklanırken cahil gülüşmeleri
Neyin alâmetiydi?
Sızlanan ruhum teselliden kifayetsiz
Nasipsiz kulaklarda iniltiden ibarettim
Vaftiz de neyin nesiydi?
Oysa ki ahdim ile tertemizdim
Hangi an aralığında kirlendim?
Konuşabilseydim kundakta ki ‘’İsa’’ gibi
Kim bilir neler neler söyleyecektim!

Ey Sevgili!
Sana sundum
Rüyamdan düşen külhanbeyi nefsimi
Hayırda sen şerde sen tüketmeden nefesimi
Uyandır rüyamdan kavuştur mahfilime
Silinsin katre katre doldurduğum izler
Seccademden secdemle…

Ey Sevgili!
Derya olsa yaşlarım ne çare
Hıçkırığımda boğuldum
Tozdan zerre yüreğim titremekte
Kainat üzerime çökmekte
Sen Sevgili Ey sevgili!
Katında kâinat zerreden zerre
Nasıl sığarsın da taşmazsın
Şu minnacık yüreğe!

Ey sevgili
Beni benden esirge
Tutsak kaldım şu küçücük ilimde
Aklım idrakte fakir
Dilim dönmez dökülemez ne çare
Aşkla yanmak aşkına tutsak olmak
İstedim
İstedim
İstedim de
Bilemedim nasibim ne!
Tek çare olan Malikim’e
Sığındım sadece…

Ey sevgili!
Döküldüm yaprak yaprak
Sahip çık düşlerime
Düşümden düştüğüm yerden
Sen kaldır körlüğü üzerimden
Ben ki tozdan bir zerre
Ben ki samanlıkta bir iğne
Ben ki dünyalık oyunun son sahnesi!
Emanet verdiğin can ervahıma eziyet
Canımın sahibi
Şu aciz kulun rüyasını hayır et!