İki kere iki dört… Vallahi de dört billahi de. İlkokul beşinci sınıfta öğrendim bunu. Ki o sürece gelene kadar, kafamda kırılan cetvellerin haddi hesabı olmadı. Aslında oldu da… Kerrat işi işte, çıkamam şimdi içinden. Yani işin özü matematiğe oldum olası kafam basmadı. Basit çarpımları çözdüğüm bu dersten yırttım diye sevinirken, ortaokulda x, y formülleri ile karşılaşınca hepten sıçtım. Zaten ondan sonra da koyverdim… Boş defter, açılmayan kitap vesaire geçti yıllar, lakin okuyoruz lan, ne demek… X ne, Y kim? Yok öyle! Bilmişlikten de ödün vermemek gerek. Biliyoruz biz! Sevgili hocam anlatır, yazar, çizer, karalardı (kafasına göre) can kulağıyla dinliyor süsü vermeyi de o yıllar da benimsedim. Bir de kerrat cetveli bilmeyen bizleri, büyüklerimiz adam yerine koymuyordu. Adam olamayacağımı öğrenmek beni baya bi sarsmış ve kontrol altına alınamayacak bir hırsa bürümüştü (adam olmak adına). Kararlıydım adamlıktan öte gitmekte, bilmiyorum gittim mi? İşin içine hesap girince afallıyorum, zira matematik sıfır. Ama takan kim, hep haddimi aştım. Mesela psikoloji dersi yoktu ilkokulda keza Türk dili ve edebiyatı da… Meraklıydım. Sanki her boku çözdüm de bi onlar kalmış gibi, aslında haklıydım da! İnsanları etkilemek açısından matematikten ziyade psikoloji ve dil ağır basıyordu sanki… Yıllar sonra kendimden iki tık bilgili zannettiğim büyüklerimin (yabancı çevreden) karşısında, üç beş kelamın ardından “Ne ayaksın lan sen?” diye bocaladıklarında anladım yanılmadığımı. E tabi gaz vermeyi de öğrendim bu ara, üstelik kendi kendime haa “Yürü be Ali kim tutar seni!” tutan da olmadı zaten ki müsaade de etmedim. Amma yürüdüm hep. Nasıl mı? Giriştiğim bütün ticari girişimlerden, ticaretin insanlığa yarardan ziyade kendine kazanç sağlayıcı yanı ile olan dengesini hesap edemeyerek ve başarısızlığa uğrayarak yürüdüm. Fakat elde ettiğim tek kazanç, başarının formülü oldu. Onu da anlatmaya kalksam kimse ciddiye almaz zaten “Hadi lan şimdiye kadar ne yaptın da bize başarının formülünden bahsediyorsun” der. 
Nihayetinde o vasat günlerden şimdiye geldim, bıraktım ticareti falan yazıp çiziyorum elimden geldiğince. Gerçi onu da ticarete döktüler ya olsun. Meselâ "İki kere iki aslında dört değil bize öyle öğretmişler. Meğer iki kere iki sekizmiş" dese hatrı sayılır bir büyüğümüz (devlet büyüğümüz), yargılamaksızın inanacak insan sayısı, bin kere bin eşittir on bin çarpı milyon kere üç gibi bir rakamı aşar (o nasıl oluyorsa). İşte tam bu noktada asıl mevzu matematik değil de psikolojik etki oluyor ki bunu ifade etmek için de o usta ellerden, pardon dillerden faydalanıyor sevgili büyüklerimiz. Yani hocalarımız. 
Neyse, lafı çok evirip çevirmeden asıl mevzuya gelelim. Demek istediğim şu ki, iki kere iki aslında dört değilmiş... 
Ya neymiş efendim? Neyse ne işte, anlayan anladı. Anlamayanlara da tavsiyem, ellerinden geldiği kadar ezberleri bozmayı zorlasınlar.
Not: İnandığın şey doğrudur, yanlış olan inancının doğruluğudur.
Dipnot: Bırakın bu işleri... Elinizden geldiği kadar düzenli üreyin.
Daha da not: Sevişmeden önce ellerinizi yıkayın.