Yaylacık kasabasına bağlı kavaklı köyü adına yakışır biçimde üç tarafı ulu kavak ağaçlarıyla çevrili, bir yanı da güçlü akan dereye bakıyordu. Serin derenin kenarında özenle topladığı çakıl taşlarını yıkayıp, temiz bir bezle kurulayıp parlatıp her yanı yamalı şalvarının cebine koydu. Geniş ceplerinin ikisi de taşlarla doluydu. Taşlar onun için tutkuydu, mutluluktu. Her akşam serinlikte Torosların Âdemoğluna armağanı yaz kış soğuk ve temiz akan çakıllı derenin kenarında, ormanda, dağlarda taş toplardı. En beğendiklerini ceplerine, diğerlerini köydeki evlerinin bahçesine kazdığı çukurda biriktirirdi. Taşlar onun için sanat, tutku ve hayatın anlamıydı. Çocukluğundan beri çok iyi taş atardı. Bu işte o kadar ustaydı ki dağdaki kekliği, daldaki güvercini, çayırdaki tavşanı onlarla avlar, yılanı akrebi onlarla öldürür, onlarla konuşur onlarla uyurdu. Onlar en büyük saldırı ve savunma silahı, en büyük eğlencesi ve güvencesiydi.

Köyün girişindeki yol ağzında yıkık evin yıkık duvarına oturup beklemeye başladı. Gözünde Süleyman’ı canlandırdı. Onu kovalayıp nasıl kafasını taşla yaracağını hayal etti. Dişlerini ve yumruğunu sıkıp, anlaşılmaz ürpertici sesler çıkarıp, zikir çeken Dervişler gibi sallanıp kendinden geçti. En güzelinden bir taş seçip temiz ve ütülü gömleğiyle özenle parlattı.


Anası Hatça teyze titiz bir kadındı. Onu hep temiz ve ütülü giydirirdi. Her yanı yamalı şalvarı her daim ütülü ve temizdi. Ne de olsa hatça teyzenin sağ kalan tek oğluydu. Üç oğlundan ikisi bebekken ölmüş, bir tek o yaşamıştı. Babası Hacı Salih Efendi dindar ve çalışkan bir adamdı. Yetmişli yaşların ortasında olmasına rağmen her gün şafak vakti Bismillah’la uyanır, köyün camisinde namazını kılar, azığını alıp tarlasına giderdi. Akşam yatsıyı kılar uyurdu. Kendini bildi bileli böyleydi. Belki de bu yüzden dinç ve sağlıklıydı. Köylülerin oğluyla eğlenmelerine, dalga geçmelerine, çok üzülür;


“Etmeyin ümmeti Muhammet, günahtır. Rabbim Şahan’ımı böyle yaratmış günahına girmeyin evladınızdan bulursunuz.” Derdi.


Biricik oğluna sadece kendisiyle karısı Şahan derdi. Onun köyde ve kasabada lakabı Deli Şahan’dı.


Şehirden uzak yemyeşil kasabanın yemyeşil köyünde sıkılan insanların eğlencesiydi. Herkes ondan hem çok korkar, hem dalga geçerdi. Korkmakta da haklıydılar. Şahan’ın sivri bir dağ gibi kel kafası vardı. Bu kafada hiç saç olmazdı. Babası mı keser yoksa doğuştan mı kel bilinmezdi. Daracık alnı, kalın birleşik kaşları, dikkatli bakınca uykuları kaçıracak kadar korkunç küçücük gözleri, kuş gagası gibi küçük sivri burnu, kocaman ağzı ve kalın dudakları vardı. Bu yüzü bir gören bir daha unutamazdı. Bir ayağı kısa olmasına rağmen hızlı koşardı. Her zaman yere bakardı. Kimsenin yüzüne bakmazdı. Kimseyle göz göze geldiği, kimseyle düzgün konuştuğu görülmemişti. Sinirlenince ağzında gevelediği sesleri anasından ve babasından başka kimse anlamazdı. O sadece özenle topladığı taşlarına bakar, onları severdi. İnsanlar onun için değersiz bir varlıktı. Sadece anasıyla babasına değer verirdi. Taşlar onun en büyük sırdaşı, en samimi dostuydu.


Oturduğu duvardan köyün dışındaki okuldan gelen çocukların seslerini duydu. Uzaktan gözledi. Süleyman’ı bekliyordu. Süleyman okul çantası sırtında gülerek geliyordu. Kendini yıkık duvarın arkasına gizledi. Delikten bakıp yaklaşmasını bekledi. Mecburen buradan geçecekti. Burası köyün girişiydi. Cebinden çıkardığı pürüzsüz, oval, düzgün taşı atmaya hazırladı. Başkasını vurmak istemiyordu. Derdi Süleyman’laydı. Mutlaka intikamını almalıydı. Dün akşam habersizce yaklaşıp sopayla sırtından vurup evine kaçmıştı. Şahan dünden beri sinirden yemek yememiş, sabaha kadar intikam ateşiyle yanıp hiç uyumamıştı.


Süleyman yaklaşınca Şahan kendini gösterdi. Duvardan panter gibi atladı. Çocuklar elinde taşla onu görünce her biri bir yana kaçtı. Şahan hedef alıp taşı fırlattı. Taş koşan Süleyman’ın kafasının arkasında patladı. Süleyman’ın kulakları çınlayıp başı döndü, evinin yolunu unuttu. Çantasını atıp, can havliyle kavaklığa doğru kaçtı. Şahan hem kovalayıp hem durmadan taş atıyordu. Taşların bazıları başına, sırtına, omzuna, çarpan Süleyman’ın kimisi de kulağının dibinden ıslık çalarak geçiyordu.


Süleyman köyün en yaramaz çocuğuydu. Okulda sürekli zorbalık yapardı. Biraz iri ve tombul olmasından dolayı yaşıtlarının gücü yetmezdi. Anasının babasının Şahan’dan uzak durmasını tembihlediği halde; Sürekli Şahanla uğraşır, taş atar, vurur, kaçar dalga geçerdi. Hepsini habersiz ve sinsice yapardı. Şahan ondan öldüresiye nefret eder, gördüğü yerde taş atar kovalardı. Şahan için taş atmak; Tutkunun, isyanın, hırsın, öfkenin, mutluluğun tanımıydı.


Süleyman köyden epeyce uzaklaşıp ormanın içlerine kadar gelmişti. Kalın bir ağacın arkasına saklandı. Çok yorulup çok korkmuştu. Daha önceleri evine kaçıp kurtulmuştu. Ama şimdi ne yapacak, nereye kaçacaktı? Sessizce ağlıyordu. Arkasındaki Şahan’ın bir ayağı kısa ve topal olmasına rağmen iyi koşardı. Gizlice bakınca elli metre ötede kendisine doğru gelen Şahanı gördü. Ardına baktı gelen giden yoktu. Onu şimdi kim kurtaracaktı? Koşacak dermanı da kalmamıştı. Çaresiz korkusuyla yüzleşecekti.


Şahan onu eliyle koymuş gibi buldu. Süleyman saklandığı ağaçtan çıktı. Yerden büyükçe bir taş aldı. Korkudan ağlıyor, dizleri titriyordu. Taşı havaya kaldırıp;


“Gelme üstüme vururum. Babam şimdi gelecek seni dövecek”


O güne kadar kimsenin gözünün içine bakmayan Şahan, korkunç gözleriyle Süleyman’ın gözlerinin içine baktı. O güne kadar hiç düzgün konuştuğu görülmeyen Şahan;


-Elindeki daş; Doğal kaya daşı, Kayalardan dökülü, yumuşaktı, suya dayanmaz çebik dağılı, başka daş bulemedin mi atçak?


Şalvarının cebinden bir avuç taş çıkarıp;


-Bak bunla çakıl daşı, derelede sulada olurla, suda şekil alırla, dümdüz sert parlak olurla, koley dağılmazla, attığını vurursun bunlala.


Küçük Süleyman şaşkınlıktan ve korkusundan ne diyeceğini bilemedi. Az evvel kendisini öldürecek gibi kovalayan, acımasızca taş atıp başını yaran Şahan birden değişmiş akıllanmıştı.


Süleyman’ın her yanı ağrıyordu. Başından akan kanın sıcaklığını ensesinde hissediyordu. Şoka girmişti. Deli Şahan’ın konuşmalarına bir anlam veremedi. Birden kendilerine doğru koşarak gelen babasının sesini duydu. Babası süleymanı kucaklayıp sarıldı. Şahan’a ağza alınmayacak küfürler etti. Şahan yine eskisi gibi korkunç küçük gözlerini kaçırıp, sivri başını eğdi. Hiç Konuşmadı. Hacı Salih amca hiçbir şey söylemeden Şahan’ı alıp gitti.


Süleyman babasına ve köylülere olan biteni anlattı. Kimse inanmadı.


Herkesin korkup eğlendiği deli Şahan’la Süleyman; o günden sonra arkadaş ve sırdaş oldular. Gizli gizli gidip taş topladılar.