Herkese iyi pazarlar ve mutlu yarınlar.


...Bir varmış, bir yokmuş, iki varmış, üç yokmuş, dört anılarda kaybolmuş, beşin aklı başka yerdeymiş, altı göbeğini dikip uyumuş, yedi yeni yeni yalanlar uydurmuş, sekiz yüzümüze hapşurmuş, dokuz kediye tekme atmış, on burnunu karıştırmış, on bir yere tükürmüş, on iki kıçını kaşımış, on üç akşam ne yiyeceğini düşünmüş, on dört esneyip geğirmiş, on beş çöpleri karıştırmış, on altı geçmişe dalmış, on yedi öyküyü anlatmış...


"Sizi gidi sizi"


...Badem bıyıklı, dini bütün, vatanperver, kutsal görev adamı; eğitim müsteşarı Beytullah bey, bir yandan konuşup 

bir yandan da iştahla ısmarlanan kebabını yiyordu.


-Pişmiş domates ve biberi az koymuşlar, bilmiyorlar kuzum bu işi, nerde eski ustalar, sorsan herkes usta.


Adana kebabıyla kuzu şişi sıcak lavaşla dürüm yaparken, yanında getirdiği solcu gazeteye göz gezdirdi.


-Şu yazdıklarına bak! Ulan komünist özentileri, ulan anarşist vatan hainleri, aile terbiyesi almamışlar ki serseriler, 

milliyetçi ve muhafazakâr ailenin elinde yetişselerdi böyle mi olurlardı kuzum?. Bütün suç ailelerinde canım, ha 

bide bu gâvur, ecnebi, dinsiz komünist ajanlar var ya, memleketimizdeki mekteplere talebe kılığıyla sızıp 

gençlerimize anarşiyi özendiriyorlar. Değil mi Ahmet Bey?.


Başucunda ayakta bekleyen defterdarlık dairesi tahsildarı Ahmet Bey; zayıf, sıska, yarı kel, kaytan bıyıklı, hizmet 

süresini tamamlayıp emekliye ayrılmasına az kalmış, az konuşan, sakin, mülayim bir adamdı.

Müsteşar beyin küçük bakır sürahiden yayık ayranını içip badem bıyıklarını elinin tersiyle silip geğirmesini 

bekledikten sonra;


-Valla ne yaparsınız, genç bunlar, akılları havada, kanları hızlı akıyor, bazen isyankâr oluyorlar beyim.


Sigarasını yakarken, Ahmet beye ince kurnaz bir bakış attıktan sonra; 


-Olur mu efendim?. Biz de genç olduk. Başımız önde, imam hatipten eve, evden mektebe, hocamıza, devletimize 

bir yanlışımız oldu mu?. Tahsilimizi tamamladık, sabrettik, mevki makam sahibi olduk hamdolsun.


Ahmet Bey; müsteşarın lafı nereye getireceğini, biliyordu. Zaman kazanmak ve muhabbeti yumuşatmak için;


-Çay içermisiniz beyim? Bu dairenin çayı meşhurdur. Tavşan kanı mübarek.


-İçelim bakalım.Tek şekerli olsun. Eh Ahmet Bey ayakta kalma geç otur. Senin çocuklar nasıllar, tahsilleri nasıl 

gidiyor?


-İyidir beyim. İkisininde dersleri iyi. Kız iki, oğlan son sınıfta. Bu sene mezun olacak inşallah.


-Aynı okuldalar değil mi?


-Evet, beyim, Türk eğitimdeler.


Çaycı çayları servis ederken bir süre suskunluk oldu.

Ahmet beyin içine bir sıkıntı düştü.


Müsteşar; içinden bir sonraki konuşacağı kelimeleri planlar gibi bir süre çay bardağına bakıp karıştırdıktan sonra;


-Mezun olacak diyorsun da, senin oğlan akıllı durmuyor. Yine olaylara karışmış. Rektörlükten yazı geldi. Kaç kere 

uyarmışlar dinlememiş. Geçen cuma anarşist öğrencilerle rektörlüğü basmışlar. Polis müdahale etmiş. Nedir beyim 

senin oğlanın alıp veremediği, Baktım burs da alıyormuş. Daha ne istiyor, Derdi ne bunun? Sen baba olarak 

kulağını çekip konuşmuyor musun?


-Konuşuyorum konuşmasına da beyim, beni dinlemiyor. Parasız eğitim, eşitlik, gösteri hakkı, düşünce özgürlüğü, 

falan filan diyor.


-Bak sende anlıyormuşsun bu işlerden demek ki Ahmet bey, anlamasan bunları tekrarlarmısın? Sende 

destekliyorsun oğlanın düşüncelerini galiba.


-Yok, zinhar ben anlamam o işlerden beyim. Onca yıllık memurluk hayatımda hiç kimseye saygısızlığım, 

disiplinsizliğim olmadı.Çocuklarımı da elimden geldiği kadar iyi yetiştirdim.



-Biliyorum cancazım. Seni az buçuk tanırım, dini bütün bir kardeşimizsin. Memurluk geçmişinde bir gün bile rapor 

almamışsın, yıllık izinlerinde bile gidip geliyormuşsun daireye, devletine milletine verdiğin hizmetlere 

minnettarız. Yoksa buraya kadar gelmez, rektörlüğün ricasını kabul eder, oğlunun okuldan uzaklaştırılmasını 

onaylardık. Ama ben ne yapıyorum?, Koskoca eğitim müsteşarı, buraya ayağına gelip, durumu düzeltmeniz için 

mesai harcıyorum. Bu çocuk kime çekmiş. Konuş aklını başına alsın. Bak mezuniyetine de az kalmış. Yakmasın 

kendini. Bende bir yere kadar idare edebilirim. Benimde üstüm var değil mi? Emir yüksek yerden gelirse kurtuluş 

olmaz. Aileden biri mi kışkırtıyor bunu?


-Ailemizde düşündüğün gibi biri yok beyim. Amcaları, dayıları işinde gücünde. Kız kardeşi de aynı okulda hiç bu 

işlere karışmaz.


-Kızın iyiymiş, çalışkanmış maşallah. Öyle de olması lazım, bu memleket herkese okuma fırsatı veriyor beyim. 

Okursan, diplomanı alırsan, yüce devletimiz gün gelir sana iş kapısını da, ekmek kapısını da açar hamdolsun. Ama 

gelgelelim senin oğlan anarşist, komünistlere uymuş kerata. Yok Sovyet komünizmi, yok Fransız devrimi, yok 

Lenin, yok Mao, yok eşitlik ve adalet, yok düşünce özgürlüğü deyip duruyorlar. Hepsi de yabancı kelimeler. Bak 

ecnebi özentileri gençlerimizi ne hallere getiriyor. Vatanına, milletine, Dinine, ümmetine, saygı ve sevgi 

gösteren herkese bu memleket ekmek verir kuzum.


...Badem bıyıklı, dini bütün, vatanperver, kutsal görev adamı ve ümmet ve millet şaheseri müsteşar Beytullah 

bey, üç bardak çayın üçüncüsünün bardağının dibindeki son kalan çayı da höpürdetip içtikten sonra ayağa kalkıp 

Ahmet beyin silkeleyip omzuna tuttuğu ceketini giydi.


-Neyse sözü fazla uzatıpta senin devlete vereceğin mesaiyi meşgul etmek istemem. Oğlanla son kez konuş, aklını 

başına toplasın, eğitimini yakmasın. Fişlenirse hiçbir okul onu kabul etmez. Emekleri boşa gider. Benim 

yapabileceğim bu kadar. Senin hatırına elimden geleni yapıyorum. Arada sen olmasan, eski muhabbetimiz olmasa 

çoktan uzaklaştırma emrini imzalamıştım. Zaman kaybetmeden hemen bu akşam rektörlüğe bir özür dilekçesi 

yazsın. Olaylara karışmayacağına söz versin. Akıllı olup derslerine çalışsın. Yoksa benden günah gider. Dediğim gibi 

benimde üstüm var canım, Ordan emir gelirse yapmak farz olur. Oo saat üç olmuş. Hadi eyvallah. Daha 

denetleyeceğim yerler var.


-Ayağınıza sağlık müsteşar bey, ben oğlanla bir kere daha konuşurum. Her zaman beklerim. Saygılar, hürmetler 

efendim, güle güle.


Ahmet Bey müsteşarı uğurladıktan sonra; daktilonun başında bir süre düşündü ve oğlu adına rektörlüğe verilmek 

üzere bir dilekçe yazdı.


-"Pek muhterem Sayın; Türk eğitim üniversitesi rektörlüğüne;"


Rektörlüğünüzün şahsıma uzaklaştırma amacıyla soruşturma açtığını öğrenmiş bulunmaktayım. Bu sebeple saygın 

rektörlük kurumunuza ve okulunuza karşı, sorumsuz ve saygısızca davrandığım ve bazı kendini bilmez anarşist 

grupların etkisi altında kalıp, üniversitenizin bazı kanun ve kurallarıyla ilgili, olumsuz gösteri ve eleştirilere 

katıldığım için son derece pişmanım. Anamın ve babamın telkin ve nasihatlerinden sonra çok düşündüm. Eğer 

okuldan uzaklaştırılırsam onların üzülüp kahrolacağını biliyorum. Son sınıfta olmam sebebiyle, tahsilimin yarım 

kalmasını hiç arzu etmediğimi bildirerek, bundan sonra kendimi sadece derslerime ve eğitimime adayıp, bu tür 

olaylardan uzak duracağıma söz veririm. Yüce rektörlük makamına saygılarımla.


"Yılmaz aksu"

İmza: (………………)


Ahmet Bey dilekçeyi yazıp, mesaisi bittikten sonra evine gitti. Karısı kapıyı açınca moralinin bozuk olduğunu 

anladı.


-Ne oldu bey yüzünden düşen bin parça.


-Yok bir şey, Yılmaz geldi mi?


-Daha gelmedi. Ne oldu hayırdır?


Akşam yemeğini yerlerken Yılmaz eve geldi. Yılmaz; yirmili yaşlarda, uzun boylu, kirli sakallı, kumral, oldukça iri, 

yakışıklı bir delikanlıydı. Çocukluğundan beri annesini babasını hep dinler, karşılık vermez, ama sonunda kendi 

bildiğini yapardı. İnatçı bir yapıya sahipti. Babası oğlunun bu huyunu bildiği için dilekçeyi kendisi yazmıştı. Ama 

şimdi bunu oğluna nasıl imzalatacaktı. Mutlaka imzalatması gerekiyordu. Bunun için her yolu deneyecekti. 

Yıllarca dairede dirsek çürütmüş, yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, iki çocuğunu okutmak için eşiyle birlikte 

her türlü fedakârlığı yapmıştı. Emeklerinin boşa gitmesini istemiyordu.


Yemekte konuyla ilgili bir şey konuşulmadı.Yılmaz odasına çekilince, iki çay doldurup, dilekçeyle birlikte odasına 

girdi. Karşısına oturdu. Baba şefkati taşıyan samimi bir ses tonuyla;


-Nasılsın oğlum, okul nasıl, dersler nasıl gidiyor? 


-İyi baba bir yaramazlık yok. Gidip geliyoruz işte.


Yılmaz evde okuluyla ilgili konuşmayı sevmezdi, hep kısa keserdi. Babası ne zaman böyle lafa girse, sonunda bir 

nasihat, bir sitem geleceğini biliyordu.


Oğlunun nabzını yoklayıp, konuşmak için uygun zaman olduğunu hisseden emektar Ahmet bey;


-Bu gün daireye eğitim müsteşarı Beytullah bey geldi, ezelden tanırım, seninle ilgili konuştuk. Okulda bazı 

olumsuz şeyler olmuş, rektörlük müsteşarlığa yazı yazmış. Senin ve bazı arkadaşlarının okullarından 

uzaklaştırılmanı istiyorlarmış. Koskoca müsteşar ayağıma kadar geldi, rektörlüğe özür dilekçesi yazsın, ben 

koştum, affedecekler, eğitimine devam etsin dedi.


-Ya öylemi dedi müsteşar bey, ne suç işlemişim de af dileyecekmişim?


-Rektörle konuşmuşlar oğlumi inat etme, bak ben senin yerine dilekçeyi yazdım, hadi imzala da bu iş uzamasın, 

emeklerimiz boşa gitmesin, ben sizi bir memur maaşıyla böyle işlere bulaşın diye mi okuttum, babanı üzme, hadi 

imzala oğlum. bak hakkımı helal etmem.


Yılmaz babasının yazdığı dilekçeyi okurken yüzü sinirden kıpkırmızı oldu. Babasını çok seviyordu, üzülmesini 

istemiyordu, onun bu güne kadar evlatları için ne çileler çektiğini biliyordu, hepsine bizzat şahit olmuştu.


-Tamam baba, sen üzülme, imzalar yarın teslim ederim.


-Aslan oğlum, ha şöyle akıllı ol, bu işlerin sonu yok oğlum, herkes yerinde kalır, kimseye bir şey olmaz, sonunda 

olan sana olur.


Ahmet bey içinde derin bir rahatlamayla televizyonun karşısına geçip, haberleri izlemeye koyuldu.


Yılmaz babasının yazdığı dilekçeye bir süre bakıp bakıp güldü. Bu gülüşte mutluluk yoktu. Umut yoktu. Hayal 

yoktu. Özlem yoktu. Çaresizlik ve isyan vardı. Sinirinden ve acısından gülüyordu.


Birden içindeki ateş tutuştu, alev aldı, yangın oldu, büyüdü. İsyankârlığı ve direnci gözlerine yansıdı. Babasının 

eline hüzün ve şefkat ve minnetle tutuşturduğu müsveddeyi buruşturup çöpe attı. Yeni bir dilekçe yazdı.


“Türk eğitim üniversitesi rektörlüğüne;”


Şahsıma açmış olduğunuz soruşturmadan ve şikâyet ettiğiniz devletimizin müsteşarının babamla konuştuğundan 

yeni haberim oldu. Koskoca müsteşarın neden babamın görev yaptığı daireye gittiğine bir anlam veremedim. 

Babamı bu işe karıştırmanız, bu ülkenin gençlerinin farklı düşüncelerine önem vermediğinizin, saygı 

duymadığınızın, fikirlerini önemsemediğinizin apaçık göstergesidir. Oysa gelip benimle konuşulsaydı; saygıdeğer 

devlet büyüğümüze; samimi bir şekilde yönetiminizle ilgili dertlerimizi, sorunlarımızı anlatabilirdik. Mesela; çok 

değerli memleketimizin, çok değerli zatına; neden okulunuzda stant açamadığımızı? Neden bazı kültürel ve 

sanatsal etkinliklerimize izin vermediğinizi?, neden sizin tekdüze dünya görüşünüze ve düşüncenize aykırı, dergi, 

çıkarıp, dağıtamadığımızı?, neden gerici, yobaz, faşist, ümmetçi cemaat, tarikat ve grupların her türlü 

etkinliklerine izin verip te, bizlere bu imkanları vermediğinizi?, neden bizim fikirlerimize saygı göstermediğinizi 

sorabilirdik. Ama soramadık. Çünkü devletimiz sağ olsun; hiçbir zaman bizim görüş ve düşüncemize saygısı ve 

tahammülü olmadı. Ve bundan sonra da olmayacak gibi görünüyor. Yönetiminizle, devletimizle, hükümemizle 

ilgili en ufak eleştiride bile hemen; “Komünist, Anarşist, Vatan haini“ damgası yapıştırıyorsunuz. Bizler; sizler 

gibi düşünmek ve yaşamak zorunda mıyız? Aykırı fikirlere neden bu kadar tahammülsüzsünüz?, Devlete sırtınızı 

dayayıp, yüksek makamlarınızda oturup, yüksek maaşlarınızı alıp, döner sermayeden nemalanıp, yazlıklarınızda, 

villalarınızda yaşayıp, lüks arabalarınıza binip, rahat koltuklarınızdan konuşmak elbette kolaydır. Zor olan bizim 

yaptığımız gibi kısıtlı ve zor imkanlarla haksızlıklara, sorumsuzluklara, eşitsizliklere karşı savaşmaktır. Sizinde 

ders notlarımdan görmüş olduğunuz gibi başarılı tahsilimi tehlikeye atıp, babamı ve annemi üzmek pahasına bu 

haklı mücadeleme devam edeceğimi, sizlerin tehditlerinizden de zerre kadar korkmadığımı ve bir santim dahi 

geri adım atmayacağımı arz ederim.


Türk eğitim üniversitesi, öğrencisi: Yılmaz Aksu.

İmza: (yılmazaksu)


Sonra nemi oldu?, sonrasını zaten biliyorsunuz…


Serdal Göçmen

    2017