
Kubbealti akademi̇ mecmuasi
M. NİHAT MALKOÇ
Mürekkep ve
selüloz kokusunu hiçbir şeye değişmeyenler için dergiler en büyük sığınaktır.
Gelecek aya sarkan heyecandır dergi… “Dergiler hür tefekkürün kalesidir”
demişti rahmetli Cemil Meriç… Ne kadar doğru bir tespit… Zira dergilerde
alevleniyor düşüncenin çırası. Her dergi bir mektebe dönüşüyor zamanla. Bir
zincirin halkaları gibi uzayıp gidiyor duygu ve düşünceler… Mürekkep kokusundan
zevk alanlar bir noktada dâhil oluyorlar bu mukaddes halkaya. Düşünce tarlası da diyebileceğimiz dergilerde
nice doyumsuz lezzetler yetişiyor. Bu gülistanda yüzlerce fikir çiçeği boy
veriyor. Bu bahçede zakkumlar yetişse de okurlar gülleri değişmiyor hiçbir
şeye… Zira güller, farkını fark ettiriyor bu uçsuz bucaksız hissiyat bahçesinde;
adeta mıknatıs gibi kendilerine çekiyorlar bülbül misali okurları…
“Kubbealtı
Akademi Mecmuası”, bir düşünce çırası olarak 36 yıldan beri kültür, sanat,
medeniyet ve edebiyat içerikli yazılarıyla hayatımıza ışık tutuyor. Kültür
pınarımız olan bu dergide bugüne kadar nice insanlar duygu ve düşüncelerini
teşhir etti. Fakat bu dergide hiçbir zaman millî kültürümüze muhalif yazılar
yer almadı. Kimler geldi, kimler geçti Kubbealtı dergisinin sayfalarından…
Samiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, Yavuz Bülent Bakiler, M. Orhan Okay, Metin
Eriş, Dursun Gürlek, Ergun Göze, Gürbüz Azak, Mehmet Nuri Yardım, Bekir Sıtkı
Erdoğan… Devamını saymaya sayfalarımız yetmez… Bizi bize anlattı alanında uzman
olan seçkin kalemler… Geçmişle gelecek arasında çelikten köprüler kurdular;
Türk kültürüne ve medeniyetine düşman olanlara karşı kalemlerini kılıç diye
kuşandılar…
Bu güzel
derginin indeksine baktığımızda birbirinden özel ve güzel kalemlerin bu dergi
sayfalarında kalem oynattığını görüyoruz. Bunlardan bir kısmı ebediyet yolculuğuna
çıktı, bir kısmı kalem mücadelelerini değişik sahalarda devam ettiriyorlar. Bir
mektep oldu okurlara ve yazarlara bu güzide dergi… Kütüphanelerimizi aydınlattı
güçlü ışığıyla… Ben de bu dergide yazma bahtiyarlığına eriştiğim için kendimi
talihli kalemlerden addediyorum.
“Kubbealtı
Akademi Mecmuası” zaman içerisinde bir de yavru doğurdu kültür dünyamıza.
“Merhaba” adlı bu gençlik ilavesi yarının büyükleri olan gençlere bir yol
haritası sundu her bir sayısında. Onların bulanıklaşan zihinlerini, birbirinden
güzel yazılarıyla durulaştırdı. Artık gençler de “Merhaba” diyor zengin
kültürümüze ve medeniyetimize… Moda dergilerinin çamurlu sayfalarından kayıp
uçuruma yuvarlanmamak için siz de “Merhaba” demelisiniz hayata. Böylece
kendinize bir güzellik yapmış olacaksınız.
“Kubbealtı
Akademi Mecmuası”nın 39 yıllık indeksine baktığımızda söz konusu dergide bugüne
kadar 400’ün üzerinde şair ve yazarın yazı ve şiirlerine yer verildiğini
görüyoruz. Bu isimler arasında özellikle Halil Açıkgöz, Beynun Akyavaş, Kemal
Yurdakul Aren, Ekrem Hakkı Ayverdi, Samiha Ayverdi, Nihat Sami Banarlı, Necat
Birinci, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Demirci, Uğur Derman, Bekir
Sıtkı Erdoğan, Nazik Erik, Hicran Göze, Yrd. Doç. Dr. İhsan Işık, Fırat
Kızıltuğ, Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Nermin Suner Pekin, İskender Pala,
Mustafa Tahralı, Fevziye Abdullah Tansel, Faruk Kadri Timurtaş, Ayşe Göktürk
Tunceroğlu, Zeynep Uluant, Doç. Dr. Ali Yardım, Mehmet Nuri Yardım, Prof. Dr.
Kazım Yetiş, Aysel Yüksel, Cemil Altınbilek, İlhan Ayverdi, Tahsin Banguoğlu,
Sait Başer, Yahya Kemal Beyatlı, Hayri Bilecik, M. Nihat Malkoç, Kaya Bilgegil,
İsmet Binark, Memduh Cumhur, Dr. Ali Murat Daryal, Özcan Ergiydiren, Ergun
Göze, Dursun Gürlek, Talip Küçükcan, Doç. Dr. Fahrettin Olguner, Orhan Seyfi
Orhon, Salih Zeki Önsöz, Muhiddin Serin, Cinuçen Tanrıkorur, A. Yağmur Tunalı,
Doç. Dr. Sema Uğurcan, Muhterem Yüceyılmaz gibi önemli şahıslar onlarca yazı ve
şiirle dergide boy göstermiştir.
Türkiye’de her dönemde büyük heveslerle dergiler yayımlanır; fakat bunlar henüz sağlam bir altyapıya sahip olmadıkları için kısa zamanda kendilerini zamanın dergi çöplüğünde bulurlar. Bu, ne yazık ki ülkemizde uzun yıllar boyunca tekrarlanmış acı bir tablodur. Fakat bunların yanında uzun yıllardan beri büyük bir özveriyle yayımlanan dergiler de vardır. İşte bunlardan biri de “Kubbealtı Akademi Mecmuası”dır. Bu kadim derginin ilk yazı işleri müdürü Şeyma Güngör’dü. Şeyma Hanım, Mehmet Nuri Yardım’ın kendisiyle yaptığı röportajda “Mecmuanın misyonu özellikle dinî ve millî konularda araştırma, fikir ve sanat eserleri yayımlanmasını sağlamaktı.” diyor. Güngör sözlerini şöyle sürdürüyor: “Mecmuanın ilk sayısında Banarlı tarafından yazılan “Başlarken” başlığını taşıyan önsözün ardından, yine Nihad Samî Banarlı tarafından kaleme alınan ve on dört sayfa devam eden bir “Beyannâme” yer almaktadır. Yayımlanması planlanan mecmuaları bir bütün olarak düşünürsek, bu beyanname o bütünde amaçlanan temel gayenin, bu gayeye ulaşılması için takip edilmesi gereken şartların dile getirildiği giriş yazısıdır. Bu yazılı açıklamada, mecmuanın neşredilmesine sebep olan problem açıkça ortaya konulmuş, dünya fikir, sanat tarihinden verilen misallerle desteklenerek meselenin önemi pekiştirilmiştir. Ardından çözüm için gereken teklifler tek tek maddeler hâlinde dile getirilmiş ve açıklanmıştır. Banarlı bu “Beyannâme”sinde, elli yıla varan bilgi, görgü ve tecrübe sonucunda elde ettiği kanaatini, ana hedefini dile getirmişti. Hoca yazıyı, büyük emek, heyecan ve ümitle kaleme aldı; fakat ne yazık ki, “Millî Beyanname” diye de isimlendirilmesi mümkün olan bu metin, Banarlı‘nın beklediği tesirin çok altında alâka gördü.” (Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ocak 2011)
Ocak 1971
tarihinde neşredilen ilk sayısıyla büyük bir boşluğu dolduran “Kubbealtı Akademi
Mecmuası” bir dergiden öte, adeta bir mektepti. Birçok insan bu dergi sayesinde
yolunu bulmuştur. Bu derginin sayfalarında, alanında uzman nice kalem erbabı
yazı ve şiirler yazmıştır. Bu dergiyi okuyanlar, millî ve manevî kültürümüzle
ve eskimeyen değerlerimizle soluklanmışlardır. Bu zengin içerikli ve dopdolu
dergi, zihinlerin aydınlanmasını sağlamıştır. Nesiller arasında güçlü bir köprü
vazifesi görmüştür “Kubbealtı Akademi Mecmuası”…
Kültür
dünyamızda derin iz bırakan, dergi arşivlerimizi süsleyen “Kubbealtı Akademi
Mecmuası”nın Ocak 1971’de yayınlanan ilk
sayısında Nihat Sami Banarlı’nın “Başlarken” adlı giriş yazısı dikkat
çekiyordu. Yine aynı sayıda aynı yazarın “Beyanname” adlı 14 sayfadan oluşan
uzunca bir yazısı vardı. Bu yazıda yazar, amaçlarını ve yapılması gerekenleri
sıralıyordu. Söz konusu yazının bir bölümünü önemine binaen aşağıya almak
istiyorum:
“Edebiyatta dil olarak, Türk milletinin yarattığı ve
asırlarca işleyerek güzelleştirdiği Türkçeyi kullanınız. Milletiniz, bu asırlar
içinde, aynı işleyişiyle Türkçeleştirdiği kelimeler de, vatanınız gibi,
sizindir. Tarihsiz, musikisiz, zevksiz ve uydurma kelimelere iltifat etmeyiniz.
Dilimize, Türkçeyi soysuzlaştırmak isteyenlerce yerleştirilmek istenen devrik
cümle, ters cümle gibi cümle çeşitlerine yüz vermeyiniz. Biliniz ki dünyanın en
güzel ve en mantıklı söz tertibi, fâil-mef’ûl-fiil (özne-tümleç-yüklem)
şeklindeki hâlis Türk cümlesidir.
Edebiyatımızın, gerek aydınlarca, gerek saz şairlerince
kullanılan nazım şekillerini, vezinlerini, kafiyelerini, dil ve söyleyiş inceliklerini araştırınız.
Onlardaki musikiyi; onlardaki zevk, zekâ, kültür ve tefekkür çizgilerini
benimseyiniz. Beğendiklerinizi modernize ederek yeni Türk edebiyatını kendi
millî temelleri üzerinde yükseltiniz.
Eserlerinize gıda olacak ideolojiler içinde, siz yine
Asya’daki ve Türkiye’deki atalarınızın milliyetçi, vatancı ve insancı
hedeflerini seçiniz. Milliyetçiliğin ve vatancılığın belki en üstün ve orijinal
sözlerini, Asya’daki eski Türk edebiyatı eserlerinde bulacaksınız. İnsancılığa
gelince, bu hususta size, bu yolda bir dünya hâkimiyeti kurmuş olan Müslüman
Türk atalarınız büyük örnek olacaktır. Dilde, edebiyatta, duyuş, düşünüş ve
davranışta Türk üslûbuna ve millî maziden kuvvet almaya ehemmiyet veriniz.
Mevzu olarak, Türk halkının, dünkü ve bugünkü, hayat, sanat, iman, feraset ve
yaşama neşesi yollarındaki macerasını işleyiniz. Türk şehir halkını, Türk
köylüsünü, son zamanlarda örneklerini çok gördüğünüz gibi, kaba, pis, izansız,
şahsiyetsiz, ezilmiş insanlar olarak değil, onları hakikî hayatları ve hakikî
şahsiyetleriyle görüp gösteriniz. Hâlide Edib’in, Reşat Nûri’nin romanlarında
tanıtılan halk tipleri gibi tipler yaratınız.”(Kubbealtı Mecmuası, Sayı-1 Ocak
1971)
“Kubbealtı
Akademi Mecmuası” geçici heveslerle ve amatör düşüncelerle yayımlanan bir dergi
değildi; bu dergiyi çıkaranların ciddi gayeleri ve hedefleri vardı. “Kubbealtı Cemiyeti‘nin ve onun neşriyat organı Kubbealtı
Akademi Mecmuası’nın gayesi; yeni Türk nesillerinin, her adımı millî ve insanî
köklere dayanan ve tıpkı tarihteki büyüklük asırlarımızda ulaştığımız üstün
seviyeye, bir defa da asrımızda ulaştıklarını görmek gibi mesut bir hedef
gözetmekti.” (Banarlı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1972, S.1, s.5)
“Kubbealtı
Akademi Mecmuası”nda Türk edebiyatının köşe taşları sayılabilecek nice isimler
yazmıştır. Bunlar arasında “Yahya Kemal Beyatlı, Nihat Sami Banarlı, Orhan
Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel” gibi isimleri sayabiliriz. Beş Hececilerden
Faruk Nafiz Çamlıbel’in “İsimsiz
Kıtalar”ı ilk kez Kubbealtı Akademi Mecmuası‘nda yayımlanmıştı. Derginin ilk
yazı işleri müdürü Şeyma Güngör bu konudaki sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Mecmuanın yazarlarını üçe ayırmak mümkündür. Vefat etmiş önemli yazar/şairler,
yaşayan seçkin yazar /şairler ve kabiliyetli gençler. Nihad Sâmi Banarlı‘nın
birinci derecede önem verdiği millî unsur Türkçe olduğundan, mecmuanın ilk
sayısının ilk yazısını, Yahyâ Kemal’in “Bugünkü Türkçe” başlıklı makalesine
ayırmıştı. Bu parçada yer alan; ‘Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan,
birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın
hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı bizi birbirimize bağlı
tutar; Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler
vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve rûhu Türkçedir.’ satırlarının
milletimiz tarafından idrak edilmesi Hoca’nın en büyük idealiydi. Dergide
Türkçeden başka Türk edebiyatı, Türk mimarîsi, Türk kültürüyle ilgili yazılara
da yer veriliyordu.” (Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ocak 2011)
“Kubbealtı
Akademi Mecmuası” Ocak 2012 sayısıyla 41.
yaşına girmiş bulunmaktadır. Bir derginin 41 yıl boyunca okurlarıyla buluşması
öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Bu tablo karşısında bize 41 kere
maşallah demekten başka bir şey düşmüyor.