M. NİHAT MALKOÇ
Dünya tarihinin akışını değiştiren
hadiselerin başında gelir İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet Han tarafından
fethedilmesi… Bin yıllık Bizans’ın kâbusudur 29 Mayıs 1453 günü… 1453 yılının
Mayıs’ının son Salı günü İstanbul kapılarına dayanan Sultan İkinci Mehmet,
önündeki engelleri bir bir aşmıştı. Bu, Bizans’ın düşüşü, Osmanlı’nın
yükselişiydi. Onun içindir ki Batıda uğursuz sayılır Salı günleri… Hatta bizim
oralarda da Salı gününün uğursuz olduğuna inanırlar. Bu, ecnebilerin
kültürümüze ve inançlarımıza soktuğu bir fitneden başka bir şey değildir.
Bizans için uğursuz olan Salı, bizim için bayram derecesinde sürur günüdür.
Çağ açıp çağ kapayan feth-i mübin,
asırları aşıp günümüze ulaşan bir idealin somutlaşmasıdır. Büyük şair Yahya
Kemal’in Aziz İstanbul’unun mübarek ve muazzez Müslüman beldesine dönüşmesidir.
21 yaşındaki iman ve fazilet sahibi bir delikanlının Molla Gürani ve Akşemseddin’in
manevî tedrisatından geçerek dünyaya damgasını vurmasıdır. Kahramanlığın maneviyatla
bütünleşmesidir fetih. İman ve cengâverlik kanatlarıyla yücelere baş
değdirmektir. Hak için hakikate boyun eğmektir fetih… Sonsuzluğa talip
olmaktır.
İstanbul dünyada apayrı bir yere ve konuma sahip müstesna
bir şehirdir. Her yönüyle adeta bir yeryüzü cennetidir. İstanbul’un emsalini
arayanlar beyhude zaman geçiriyor demektir. Kültürlerin cenk meydanıdır burası.
Bu beldenin güzelliklerini ve özelliklerini saymakla bitiremeyiz. Şairler bu
harikuladelikleri dile getirmek için nice dizeler sarf etmişlerdir. İstanbul’un
güzelliklerini Yahya Kemal şu dörtlüklerle bihakkın ebedileştirmiştir:
“Sana dün bir tepeden baktım azîz
İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
İstanbul canlar pahasına alınan, şehitler ve gaziler
diyarıdır. Tarihin yönünü ve akışını değiştiren bu şanlı zafer, iman ve irfan
neslinin inancının tecellisidir. Emsalsiz bir şahlanışın panoramasıdır.
Ulubatlı Hasanların, hayatı memada tercih ettikleri tarifsiz bir hazdır. Bizler,
az sonra öleceğini bile bile surlara bayrak dikmek için kendini feda eden
Ulubatlı Hasan’ın taşıdığı ruhu idrak edebiliyor muyuz? O ki Enderun’da
yetişmiş, dinî ve fennî ilimleri hıfzetmişti. O ki her tarafı yara bere içinde
olmasına rağmen vazifesini bitirmenin hazzını yaşıyordu. Cennet kapıları ardına
kadar açılmıştı bu Allah dostunu karşılamak için…
Fatih Sultan Mehmet, bu Hak dostunun düşman karşısındaki rahatlığı
ve cesareti karşısında hayretler içinde kalmış, son nefesini vermek üzere olan
bu cengâverin yanına gelerek durumunu gözlemişti. O yiğit yürekli adam, son
nefesini verdiği bu demlerde yine de gülümsüyordu. Bu durumun sebebini
soranlara şu cevabı veriyordu: “Biraz evvel buraları Allah Resulü teftiş
ediyordu. Onun gül cemalini gördüm. Sürurum, sevincim bundandır.”
Ulubatlı, ölümde buldu ölümsüzlüğü... Onun dudaklarından
dökülenler iman ehlinin gül yüzünden yansıyan hissiyattır. Bazılarının
düşündüğü gibi ‘mitos’ değildir. İstanbul’a dair anlatılanlar, gerçeğin ta
kendisidir. Fakat bunları anlamak engin bir ruha sahip olmakla mümkündür.
Manevî boşluklar içerisinde debelenenlerin bu hakikatlere ‘mitos’ demesini yadırgamamak
lazımdır. Zira ulvî duygular yüce ruhlardan süzülür. Denî ruhlarda ancak denî
hissiyat barınır. Anlamak için manevî derinlik gerekir. Bu derinlik ancak
maneviyatın ruhları kuşatmasıyla elde edilir. Uhrevî değerleri yok farz
edenlerden büyük duyguları sindirmesini ve hakkıyla anlamasını beklemek, köre
fili tarif ettirmek kadar abes ve yanıltıcıdır.
Günümüz gençliğiyle, taptaze bir delikanlı iken İstanbul’u
fethedecek cesaret ve donanıma sahip Sultan Mehmet’i mukayese ettiğimizde acaba
nasıl bir görüntüyle karşılaşırız? Bugünkü gençlik ile bundan altı asır evvelki
gençlik ne durumdadır? İla-yı kelimetullah uğruna bütün varını vermeye hazır
olan Osmanlı nesli ile günümüz gençliği arasında dağlar kadar fark var. Bugünkü
gençlik büyük bir ahlak erozyonuyla karşı karşıyadır.
Gününü gün etmeyi ve
hayatını doyasıya yaşamayı yegâne gaye edinen günümüz gençliği, bizi biz yapan ulvî
duygulardan yoksundur. Bu fevkalade acı ve esef verici bir durumdur. Bugünkü
şartlar altında onlara fetih ruhunu anlatmak ve yaşatmak hiç de kolay değildir.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştaki gençler, kör nefislerine köle oluyorlar.
Karanlık dehlizlerde kaybolup gidiyorlar. Ecnebi nehirlerde yıkanıp
arındıklarını sanıyorlar; oysa kirlendikçe kirleniyorlar. Zamanın kokuşmuşluğu
ruhlarını sıkıca sarıyor, adeta kelepçeliyor.
Günümüz gençleri dağlardan kalyonlar çektirecek, surların
dişlerini kerpetenlerle sökecek bir cesarete ve arı ruha sahip değildir. Onlar
zamanın çarklarında ezilmişlerdir. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta olan bu
yeni nesil, taşıdığı değerden de habersizdir. Şair Arif Nihat Asya, benliğini
yitiren bu ara nesle acıyarak, biraz da kızarak şöyle sesleniyor:
“Yüzüne
çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar
bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım
kendini
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatihin İstanbul’u fethettiği
yaştasın!”
Medeniyetin beşiği İstanbul’u İslam kültürüne kazandıran
Fatih Sultan Mehmet, bir zihniyetin müşahhas sembolüdür. Bence fetihten evvel
onun ruh köküne inmek, ahlakının dayanağını araştırmak lazımdır. Düşleri
hakikate dönüştüren bu genç sultan, asaletli bir neslin terkibiydi. Çok genç
bir yaşta koca bir imparatorluğa hükmetmek, güç merkezi olmak hiç de kolay
değildir. O, gücünü İslam’dan ve yüreğini muhkem tutan imandan alıyordu.
Osmanlı padişahlarının asıl gayesi toprak kazanmak değil, İslam’ın sedasını
daha geniş bir coğrafyaya eriştirmekti. Buna ‘cihat ruhu’ da diyebiliriz. Üç
kıtada at koşturanlar bu zihniyetin mahsulüydüler. Tarihimizdeki parlak
zaferler bu ruhun peşinden akıp gelmişlerdir.
İstanbul; Hacı Bayram-ı Veli, Molla Gürani ve Molla Hüsrev
gibi maneviyat erenlerinin tasarrufuyla karanlıktan aydınlığa çıkmıştır. Onlar
Fatih’in manevî rehberleri ve akıl hocalarıydı. Fakat Fatih manevî ilimlerin
yanında matematik, felsefe ve diğer pozitif bilimlerde de yetiştirmişti
kendini. O, tek kanatla uçulamayacağını çok iyi bilen eşsiz bir komutandı. İlim
meclislerinin müdavimiydi o…Padişah olmasına rağmen ilmin ayağına giderdi. İlim
ve hikmet meclislerinden istifade ederdi. 21 yaşındaki genç bir yürek böyle
yoğun bir eğitim neticesinde yetişmiş, yaşıyla kıyaslanamayacak derecede
birikim kazanmıştı.
Dünya siyasetini çok iyi bilen Fatih, bir rivayete göre
altı tane yabancı dil bilen ender devlet adamlarından biriydi. Onu şimdikilerle
kıyaslayınca ortaya çıkan fark bariz olarak görülüyor. “Ya ben İstanbul’u
alırım ya da İstanbul beni!” demek böyle bir inancın ve eğitimin neticesidir.
Demek ki Fatih olmak öyle sıradan ruhların harcı değildir. Fatih olmak çileye talip olmaktır, korkuyu
yürekten silip atmaktır. Bunun bedeli de, nimeti de büyüktür.
İstanbul’un fethi asla bir macera neticesinde gerçekleşmemiştir.
Fethe dair her şey anı anına hesaplanmıştır. Bunu sadece Sultan Mehmet
yapmamıştır. O, bu ekibin başı olma şerefini yaşamıştır. Fakat İstanbul’un
fethinin derunî kahramanlarının emeklerini de görmezlikten gelmemeliyiz. Onlar
kendilerini görünmez kılmanın gayreti içerisinde olsalar da bizler bu örnek
şahsiyetleri yeni yetişen nesillere örnek şahsiyetler olarak takdim etmeliyiz.
“Benim ormanımdan bir yaş dal kesenin başını keserim”
diyecek kadar iyi bir çevreci, yüzlerce gazel yazacak kadar usta bir şairdi Fatih
Sultan Mehmet… Surları döven topları bizzat tasarlayan akil bir mühendisti aynı
zamanda… Onu Fatih yapan kuru bir cesaret değildi şüphesiz… Pek çok güzel
hususiyet bir araya gelerek Fatih’in madde ve mana kalıbını oluşturmuştur.
Fatih’i anlamadan mukaddes fethi anlayamazsınız. Fatih’in eşsiz kudretini
anlamak için de onun ruhunu besleyen nurlu oluklardan nasiplenmeniz gerekir.
İstanbul’u, Türk-İslam âlemine bahşedilen nimetlerin en
güzeli bilip bağrımıza basıyoruz. Onun yüce Fatih’ini de gönülden selamlıyoruz.
Bizler de o çapta ve o ruhta nesiller yetiştirmenin gayreti içerisinde olacağımızı
tüm dünyaya haykırıyoruz. Yaşasın fetih ruhu… Yaşasın fetih heyecanı… Yaşasın
geleceğin Fatihlerini yetiştirecek analar, babalar…
Gün seçkisine yakışan yazınızı kutluyorum saygılarımla...