İnsan ni̇çi̇n yorulur?
“Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak. Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.” Mevlana
“Her zorluğun sonunda doğan bir ışık vardır. Eğer elleriniz diken yaralarıyla kan revan içinde kaldıysa güle dokunmanıza çok az kalmış demektir.” Mevlana
İnsanoğlu yaşamak için yaratılmıştır. O, fıtratı gereği hayatını mutlu ve verimli yaşamak ister. Huzurlu ve olumlu yaşam, insana yaşama sevinci verir, pozitif duygular yükler. Motive eder. O yüzen normal hayat insanı asla yormaz.
Ancak hayat her zaman; duru, natürel ve kendi seyrinde gitmez. İçindekiler kimi zaman acıtır, kırar ve üzer. İşte o zaman hayat adil davranmaz, insanı hırpalar ve yorar.
Aslında hayat, insanoğlunun kendisi ve başkaları ile yaptığı bir zorlu sınavdır. Hayatı güzelleştiren, mamur eden, gül bahçesine çeviren baldan tatlı eden; ya da hüzün ekerek, kirleterek, zorlaştıran yine insanın kendisidir belki de.
-Vefayı unutanlardan, ummadık anda yalnız bırakılmaktan yorulur bazen insan.
-İyi günde yağmur gülücükleri serpenlerin, kötü günde kaybolmaları, kara bulutlara dönüşmeleri kırar insanı.
-Makam, mevki varken etrafından ayrılmayanların, sıkıntılı anında gelmeye bahane uydurmaları yıkar insanı.
-Göründüğü gibi olmayanlar, olduğu gibi görünmeyenler küstürür insanı.
-Tebessümle, birlikte yola çıkanların, yol güçleştikçe küçük çıkarlar uğruna iradelerini ve inançlarını kaybederek, terk etmeleri, yalnız bırakmaları küstürür insanı.
-Hak edileni, düşünülen pembe rüyaları bir türlü görememek yorar insanı.
-Dost gibi görünenlerin, tatlı teselliler serpenlerin, “yanındayım” duygusuyla ümitlendirenlerin vefasızlığı yorar insanı.
-Tutacakmış gibi söz verenlerin, terk etmeyecekmiş gibi ümit dağıtanların, her seferinde "tamam geçecek" diye candan sarılanların fos çıkması yorar insanı.
-Yersiz kavgalardan, hoşgörüsüzlükten, ötelemekten, ihanetten,
bitmeyen hırslardan, kıskançlıklardan, hırçınlıklardan, öfke ve kinden,
zalimlerin merhametsizliğinden yorulur insan.
-Evinin ve yüreğinin kapısını sonuna kadar koşulsuz
ve sınırsızca açtıklarının umulmadık anda gözlerini kapayarak görmezden
gelmeleri yorar insanı.
-Köprü altında, çöplüklerde uyuyan çocukları görmek, çöplerden yiyecek toplayanlara rastlamak, taze ekmeğe gücü yetmediği için bayat ekmek alanlara tanık olmak yorar insanı.
-Çaresizlikten yutkunurken yuttuğu kara dikenin içini parçalayıp kanatmasından, haksızlıkları haykırmayarak susan diline, tebessümün ardına saklanan kederine sitem etmekten yorulur insan.
-Açlığı katık yapan annelerin yavrularına umut yedirmelerinden, haksızca süren bitmeyen savaşlardan yorulur insan.
-Otuz yıllık eşine saldıranları, çocuğunun yanında katledenleri görmekten yorulur insan.
Bayraklara sarılı tabutlara gıptayla sarılırken, gözü yaşlı anneleri, babaları, eşleri, çocukları teselli edebilecek söz bulamamaktan yorulur insan.
Bazen de; değer verdiklerinizin, kıyamadıklarınızın bir anda bozuk para gibi sizi harcamaları yorar.
Kırmamak için sustuğunuz, densizliklerine güldüğünüz, özen gösterdikçe hırpalandığınız karakterler yorar.
Herkese koşturup kendinizi ertelemek, gözyaşı dökenleri teselliye çalışırken kendinizi unutmak, güçlü görünmek adına gerektiğinde ağlayamamak yorar.
Birilerinin sorunlarını arzuyla çözerken, kendi acılarınızın yüreğinizde düğümlenmesine çare olamamak yorar.
Herkese “Marko Paşa” olurken, kendi çıkmazlarınıza ufak bir pencere açmaktan kaçanların ucuz bahaneleri yorar.
Bu yorgunluğumuz hep; birilerini ve attıklarını yerlerden toplamaya çalışmamızdan, başkalarının çirkinliklerinden utandığımızdan, söyleyemediklerimizden, çare olamadıklarımızdan, anlaşılamadığımızdan, hayal kırıklıklarımızdan, kırmaktan korktuğumuzdandır.
Kısacası; arımızdan, merhametimizden, hoşgörümüzden, sevgimizden, şefkatimizden, merhametimizden, yani “insan” olmamızdandır yorgunluğumuz.
Yılların birikimi saçlarınızda yıldızlaştığında yüreğinizin yorgunluğunu dinlersiniz açık pencerenden yere düşen sarı yaprakları bir güz akşamında seyrederken.
Yaşadıkları ile yoğrulmuş ve demlenmiş bir ömrü teselli eder gibi, demli çayınıza hayallerinizi katarak yudumladığınızda, hüzün tadı verse de, hoşgörünüzün enginliğinde tebessüme dönüşen bakışlarınızla uzaklara gidersiniz.
Canınızı yakan, sesinizi titreten anılardan sıyrılarak “şükür” şerbetini yudumladığınızda; göğsünüze çöken ağırlıkların uçup gittiğini, içinizi bir huzurun kapladığını göreceksiniz.
İşte o an tüm beklentilerinizi, yıkılmışlıklarınızı, pembe düşlerinizi, yorgunluklarınızı dönüşü olmayan bir zaman dilimine yolcu edip, umuda ve sabra yelken açarsınız.
Çünkü siz, “insan” sınız. Her şeye rağmen yaptığınız güzellikler ve insanlığa katkınız acılarınızı dindirecektir. Yorulmuş olsanız da, kazanan yine sizsiniz, yani insanlıktır.
Sevgiyle kalın…
Seçki kuruluna şükranlarımı sunuyorum efendim...Daha özgün eserlere...
Bazen evet, bazen sevmekten yorgun düşer insan lakin bu, öyle bir yorgunluktur ki ihya eder dünyanızı ve kendinizle verdiğiniz mücadele yol alırsınız derken insanlığın sırrına nail olursunuz...
Tatlı bir yorgunluktur.
Lakin günümüzde çok şeyi ve çok değeri kaybettik tıpkı vurguladığınız üzere, sayın hocam
Yüreğin kaplıcalarında güzel duyguların sefasını sürmek varken olumsuz duygular pek bir revaçta ve bizler kendi ellerimizle sonumuzu hazırlıyoruz.
Kaleminizi ve güne değer katan yazınızı can-ı gönülden kutluyorum, efendim.
Teşekkür ve takdirlerimle...
Saygılar, hürmetler değerli hocam.
Merhaba değerli kalem: İnsanın üç yaman düşmanı varmış.Şeytan, kötü arkadaş ve kendi nefsi.Bunların en tehlikelisi batılı düşünürlerin ego dediği nefsi emmaredir. İnsanın sonunu hazırlayan da budur. Kibirle, öfkeyle, ötelemeyle vb.duygularla insanı ağına düşürür. Ruhumuzu esir alır...Nefsi mutmain olanlar insanların sıkıntılarından yorulsalar da mutludurlar...
İlgi ve desteğiniz için teşekkürler efendim..
Saygılarımla...