Card image cap
Adi güher'di̇*


 

Kim olduğum önemli değil içinizden biriyim. Sizlere Güher’in hikayesini anlatacağım, solan bir menekşenin hikayesini.

Parmakları ince inceydi Güher’in, bir o kadar da narin ve beyaz. O’nu ilk gördüğümde, yeşil gözlerini sevmiştim. Annemin istemeye gittiği gece, evin içinde on kilometre yol yürümüştüm.

Annem geldiğinde gülüyordu, “elleri ne kadar güzel” dedi. “Sadece elleri mi” diye güldüm. “Hadi gözün aydın” dedi bana sarıldı, birbirimizi tebrik ettik.

Sonrası malum, yüzükten sonra fotoğraf çektirmeye gittik. Üzerinde aldığım elbise vardı çok sevmişti. Gözleri elbiseden daha da güzeldi. “Elbise senin gözlerin benim olsun” dedim, tebessüm etti.

Vesikalıktan sonra boydan çektirdik, fotoğrafçının “yaklaşın” komutuyla. Yüz yüze poz verdik. Hem utandık hem ürperdik ilk defa, mutlu olmuştuk.

Bu resmi çok severdi, başucumuzda dururdu hep. Gelinlik resimlerim “iyi çıkmamış” derdi, oysa kiralık gelinliği hiç sevmemişti. Buruk olduğunu biliyordum, sevgisinin hatırına hep sustu.

Aslında parasızlıktan değil, anlayışsızlığımdandı. O anın değerini bilememiştim. Belki de evliliğimizin ilk hatası buydu.

Yıllar ilkten çabuk geçti, tabii ki O’nun sevgisiyle. Hep özveride bulundu, bense sürekli istedim. Hatalarımın sonu gelmedi hayatımı hepten dağıttım.

Önce bileziklerini sattım, sonra da nişan yüzüğünü. Söz vermiştim “geri alacağım” diye, bu sözü hiç tutamadım.

Evlilik tılsımı bozulmuştu, almanın bile artık değeri yoktu. “Önemli değil, feda olsun” diyerek, her istediğimde uzattı. Takılardan daha değerliydim gözünde. Fakat buna layık olamadım. Alyansla birlikte, sevgimizi de sattığımın farkında değildim.

Gün geçtikçe tutkular soğudu, ilgiler azaldı, yapılacak özveri kalmamıştı galiba. Taşlaşan hayatımda, sevginin yeşermesi imkansızdı. Artık sabır gerekiyordu, bundan sonraki kırıp dökmelerime, aldırmazlıklarıma.

Yanlışlarım daha büyüdü gitgide, sonra da sataşmalar başladı. Bağırdıkça sustu, saydım döktüm, boynunu büktü.

Bir gece geç gelmiştim, yorgun ve sarhoş, tabi birazda sinirli. Kapının geç açıldığını bahane ederek tokat attım. Hiç ses çıkarmadı, oturup içli içli ağladı.

Tokattan ziyade, değersizleştiğini görmek, daha çok yaralamıştı. Öfkemi beni bu hale koyanlara değil, O’na döküyordum. Acıdan ziyade, biten sevgimize ağladı o gece, tükenen bize.

Küçücük parmakları, yeşil gözlerinden akanları silmedi. Öylece saatler boyu hıçkırdı. Bense hala pişman olmasını bekliyordum. Hatam aklıma bile gelmiyordu.

Ahhh… o gece dönüm noktasıydı aslında. Hassas kalbinin derinliklerindeki, yüce sevgiyi biliyordum, fakat yapamadım.

Gözyaşlarını silebilsem, saçını okşasaydım azıcık, bağışlayacağından emindim. Bunu bile beceremedim, yapamadım. Her şeyin bittiğini sonradan anlamıştım. O artık gonca bir menekşe değildi. Solmaya yüz tutmuştu.

O günden sonra hiç gülmedi, yemedi içmedi paylaşmadı. Kimseyle barışmadı, yaşamayı sevmedi. Bense pederşahi tavırlarımla, kabalıklarıma devam ettim. Bitip tükenmeyen gururumla, hep kendimi haklı gördüm.

Bir gün eve geldiğimde, o narin vücudu, susuz kalan gül gibi yatakta gördüm. Kalkmaya çalıştı, kalkamadı. Mahcup bir halde, “biraz halsizim geçer” dedi. Dil ucuyla “rahatsız olma” dedim. İnce ruhlu ve kibardı. Eve geldiğimde hep ayakta karşılardı. O haliyle bile beni üzmek istemiyor, benim yerime O utanıyordu.

Çoktandır ilk kez elini tuttum. Soluk ve zayıf parmaklarında, hala elif zarafeti vardı. Başını eğerek mırıldandı; “parmaklarım çok inceldi, yüzüğüm olsaydı düşerdi” dedi. Sonra da “beni hala seviyor musun” diye sordu.

İğne sokulmuş gibi irkildim, konuşmama fırsat vermeden; “gelinliğim kiralık olmasaydı keşke” Sonra da; “evlenirsen bunları unutma” dedi ve sustu. Bir yerlere gidecek gibiydi sanki.

Eridim bittim kahroldum o an. Bir ömürlük çilesini ve içindeki özlemlerini, birkaç sözcükle özetlemişti. Ne diyeceğimi bilemedim. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Çaresizlik içinde kıvrandım, gözyaşlarımı içime akıttım.

Ahh…geçen yılları bir geri getirebilseydim, diye yumruğumu ısırdım ısırdım…

Hayatımızın kalan kısmını, anlatmaya gerek var mı? Kaçınılmaz sonu anlamışsınızdır sanırım, kaçınılmaz felaketi.

O’nu çok sevmiştim, adam gibi sevgime layık olamadım. Artık yok, beni terk edeli yıllar oldu. Yağmurlu bir Cuma sabahı, ebediyen ayrıldık.

Kaprislerimi, öfkemi, vicdanıma haykırıyor, her gün günahlarımla hesaplaşıyorum. Fakat nafile, geçmiş geri gelmiyor…

O’nu görmeye ara sıra gidiyorum, uzakta değil, karşıdaki servi ağacının altında. Üzerindeki menekşeler solmasın diye, hep suluyorum. Hem suluyor hem ağlıyorum. Elif parmaklı yeşil gözlüm, seni çok özlüyorum çok.

Satırları okurken, çok kızdığınızı biliyorum. Lakin bazılarınız, hala benim gibi değil mi? Geç olmadan, sevdiğinizin kıymetini bilin dostlarım. Sevginizi esirgemeyin O’ndan, incitmeyin ne olur. Film geriye sarmıyor.

Başka Güher’ler solmasın artık…

 




*Not: Birbirini çok severek evlenen, tanıdığım iki öğretmenin gerçek hikâyesidir. Onların adına, kendi üzerimden anlattım.