Okulların açılmasına çok az bir zaman kalmıştı. Siyah önlük beyaz yakalık, kara lastik ayakkabılar, beyaz mendil, kurşun kalem,  silgi, kalem açacağı ve bir siyah muşamba çanta savulun bre çocuklar asrın öğrencisi okula geliyor. Benim ilk okul maceramda tamda böyle başlamıştı. Adım biraz uzun birazda telafisi zor olduğu için herkes tarafından  telaffuz edilen farklı farklı isimlerim yani lakaplarım vardı. Mıno, Merrem, Mınoş, Mamoş ve unuttuğum nice nice isimler vardı. Ama benim için en çok kullanılan Mamoş ismi favorim idi. Bende en çok o isimde karar kılmıştım. Evden kimliğimi alıp dışarıya çıktım. Amcamın çocukları da dışarıya çıkmış beni bekliyorlardı. Biz okula doğru hareket etmeye başlayacakken amcamın büyük oğlu olan Vahdettin abim kısaca Veti abim bana öğretmen ismini sorarsa ne cevap vereceksin diye sordu. Bende ne saçmalıyorsun anlamında Mamoşş diye cevap verdim. Hayır dedi senin adın Mamoş değil senin adın Muammer öğretmen sorarsa adını benim adım Muammer diyeceksin dedi. İnanması güç ama bende Dede korkut Masallarında yaşayan Boğaçhan gibi adımı ilkokula başladığım o ilk gün öğreniyordum. Belki size de çok saçma gelecek ama bizim doğuda hele de kırsal kesimde yaşayan ailelerin çoğusun da böyle durumlar vardı. Kiminin adı Hasso bir başkasının hüsso bir diğerinin Memo ve daha neler neler benim adımda böyle bir maceranın eseri idi. Benimle Boğaçhan adımızı sonradan öğreniyorduk ama benimle onun  arasında bir fark vardı. Boğaçhan adını yiğitlik ve kahramanlıkla kazanmıştı. Ben ise şaşkınlıklar arasında Veti abime aval aval bakarak öğreniyordum.

         O gün okula ceylan yavrularının suya indiklerinde suda kendi resimlerini gördükleri zaman ürkek ürkek bakması gibi bizde öyle korku ve heyecanla karışık bir şekilde okula gitmiştik. İşte hayatıma bir yön veren, bana öğrenme konusunda kendi adımı öğretmekle başlayan okul hayatı böyle bir güzel anı ile başlamış oluyordu. Okul hayatı benim için her zaman bir özlem, bir hasret, bir yürek yangını, bir sıla hasreti, taşıyan anılar topluluğu olmuştu.  Bir ilkokul çocuğunun anne sıcağından ve baba şefkatinden uzakta  kardeş sevgisinden mahrum olarak, on beş yirmi yılı böyle umutla ve hasretle geçmişti.

           İnsanın ümüğünü sıkan, insanı sıkboğaz eden okul hayatı yavaş yavaş hafiflemeye başlıyordu, okul hayatına alışıyordum.  Hatta okul eğlenceli bir hal almaya başlamış oluyordu. Farklı kültürlerden arkadaşlarım, farklı yemeklerden lezzetler tadıyor,farklı oyunlar hata anlamlarını hiç duymadığım kelimeler  öğreniyordum.  Bazen telaffuzların da zorlandığım kelimeler oluyor söylemeye çalıştığım zamanlarda çok komik olduğu için bana gülüyorlardı.

      Okulun ilk gününden itibaren öğretmenimizi çok sevmeye başlamıştım. O da bizi çok seviyor elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, olağanüstü çabalar harcıyordu. Yeni harfler yeni rakamlar, yeni yeni bilgilerle okul heyecanlar yumağı içinde sürüp gidiyordu. Güz dönemi tamamlanmadan yani on beş tatil gelmeden önce ben okuma ve yazmayı öğrenmiş ve nerede bir yazı görsem onu okumaya başlamıştım. Öğretmenim okumaya ilk önce başladığım için bana bir hikaye kitabı hediye etmişti.  Kitabın adı "Cankurtaran Tazı" idi ben herkese o kitabı okuyordum. Diğer bir ifade ile sonraları herkeslerden aferin alayım diye okumaya başlamıştım. Böyle herkeslere okuya okuya içimde biraz gurur ve  kibir oluşmaya başlamıştı. Anne ve babaların en büyük yanlışlarından biri çocuklarına fazla güven vermeleri, yani hayatın gerçekleri ile yüzleştirmiş olmamaları olmuştur. Ben zekiyim,  ben en iyisini bilirim ben dersi derste dinlerim teraneleri bence tamamen fasa fisodur. Çünkü ben bu tecrübeleri birebir yaşayarak öğrenmiş oldum, kısacası yaşayarak öğreniyordum. Anne babaların bu koruma içgüdüleri evlatları için bir iyilik değil bir handikap oluyor ve çocukların ileriye dönük uzun yaşamlarında bir çelişki yumağı oluşturuyor. Kalın sağlıcakla.........

03.12.2020 Muammer KARS