Güneş Azap Dağı’nın başından gülücüklerini, narin yüreklere nazik bedenlere şifa niyetiyle yavaş yavaş salarken, annemin yavrum hadi kalk baban çağırıyor diyen sesini duydum. Sabah çok tatlı bir uykudan güzel rüyadan uyandırılan bir çocuğun uyku sersemliği ile gözlerimi yarı kapalı yarı açık tutarak , salına salına dışarı çıktığım ruh halimi bir düşünün. Annem bir taraftan montumu, ayakkabılarımı giydiriyor, diğer taraftan azık çantasını hazırlamış sırtıma bağlıyordu. Ben ise neşe, uyku ve tedirginlik içinde elime tutuşturulan bir sopanın heyecanıyla hayvanları sürmeye başladım. Babam yalnız değilsin deli kanlı seninle Recai abinde birlikte gelecek dedi. Deli kanlı dediği ben altı buçuk yedi yaşında bir çocuktum. Recai abi komşu Hızardere Köyü’nden Hacı dayının oğlu idi. Recai abi küçük yaşta Menenjit hastalığı geçirmiş zekası çocuk zekası kalmış. Köyde herkes lakabına Deli Raci dediği için bende korka korka yanında yürüyordum. Hayvanları otlatacağım için neşeli, Deli Raci ile birlikte gideceğim için tir tir titriyordum.  Köyümüzün rakımı yüksek olduğu için baharları yemyeşil çimen kokuları içinde çok güzel bir köydü.


             Köyden meralara doğru biraz uzaklaştıktan sonra tam da  Deli Raci’ ye alıştım diyordum ki beni yanına çağırdı. Annem azık çantasına dokuz lavaş ekmeği ve göğermiş çeçil peyniri koymuştu. Deli Raci çantanı aç ekmek çıkar dedi. Çantayı alalece açtım ekmek çıkardım. İki lavaş ekmeği ve peynir koyup dürüm edip yedi. Aradan beş dakika geçiyor aynı senaryo yine tekrar ediyordu. Bir iki üç derken çanta tam takır kuru bakır oldu. Kuşluk vakti olmadan ekmekler tükendi.  Deli Raci’nin kardeşi bizim köyün kuzularının çobanlığını yapıyordu. Karşı bayırda kardeşi Fikret’i görünce ben gidiyorum dedi ve çekti, gitti.


           O gün akşama kadar aç kaldığıma mı yanayım. O dağ senin o dere benim deyip hayvanların ardından sürüklendiğime mi yanayım bilemedim. Yedi yaşlarında elinden oyuncağı alınmış bir çocuğun ruh hali ile Deli Raci’nin arkasından aval aval bakadurdum. Ama şimdi hatırladıkça yedi yaşında bir çocuğun bir günlük olağan üstü çabasını anılarımın sergi salonunun baş köşesinde gurur tablosu olarak taşıyorum.  Şimdilerde her şeyi unuttuğumuz gibi insanların neler neler başarabileceğini de unutmuşuz. Oysa o çalışkan mahir maharetli insanlar bizler idik.


           Babamın, Recai abi ile hayvanları atlatmaya gönderdiğine bir anlam veremiyordum. Ben ne anlarım hayvan otlatmadan ben bir küçük çocuğum diye dert yanıyordum. O gün hayvanları sağ salim eve getirdiğim zaman kahraman edasıyla köyde dolaşırken nasılda kendimden gurur duyuyordum. Bu arada beni küçük yaşımda hayatın acımasız ve zor olduğu için alıştıran hayata adapte eden babama Allah’tan rahmet diliyorum. Bugün iki ayağım üzerinde durabiliyorsam büyüklerimizin çabalarının eseridir. Kalın sağlıcakla……

28.10.2020 Muammer KARS