ASKERLİK
Zamanın birinde bir
kasabada altı kardeşten biri olan bir Mehmet vardı. Mehmet evin dördüncü
çocuğuydu. Bu Mehmet okumada gözü olmayan, devlet rejimlerini çok benimsemeyen daha çok sosyalist geçinen çok zeki bunun yanı sıra çevik, atılgan bir
gençtir.
Bu
dönemde kardeşleri hep okuma derdinde babası da kardeşlerini ve kendisini hep
okutabilme derdindeydi. Mehmet babasına çok çektiren bir oğuldu. Babasının
dediği ya da düşündüğü şeyin hep tersini yapan bir gençti. Ağabeyi okumuş
öğretmendi. Abla okumuş hemşireydi. Kendisinin büyüğü olan kız da öğretmendi.
Bu haylaz Mehmet bir baltaya sap olamamıştı. Siyasetçi kimliğine bürünmüştü
artık. Orada burada zaman harcar tarlalarda işçi olarak çalışırdı.
Artık evlenme çağı da gelmiştir. Köylerinde oturan bir kızı ailesinden habersiz seven Mehmet sevdiği kızı kaçırır. Birbirlerini seviyorlarmış ki kızı ailesinden istemek yerine kaçırmıştı. Herkes bu işe şaşırmıştı, aile de dâhil çünkü Mehmet'ten bunu hiç kimse beklemiyordu. Mehmet asi ve haylaz olduğu kadar mert ve iyi yürekliydi. Kızı kaçırdıktan sonra Mehmet askere çağrılmıştı gün evvelinden.
Bizim Mehmet askere gider, gelin evde
Mehmet’in ailesiyle kalmak zorundadır. Bu arada kızın anası da babasından
eziyet görür, kızı kaçtı diye ve hiç affetmek taraftarı değillerdir, kızını. Kızın ailesi doğu illerindendir. Babası bu köyde
görevli memurdu. Eski usullere göre bir de doğu da gelenekleri vardır kaçan kıza karşı kan temizler gibisinden. Bu kaçma işi kızın ailesini çok üzer, kızı öldürmezler ama gurur meselesi yaparlar, kızı
uzun zaman affetmez babası. Bir müddet sonra kızın babası emekli olur, memleketine
gider. Yaşamını orada devam ettirmeye başlar.
Kaynanası da çok çektirir
fukaraya. Kocası askerden gelinceye kadar sabreder yeni gelin. Kaynanasının kendine ettiği eziyetleri görmezden gelir hiç kimseye kesinlikle demez. Yani yapılan eziyetleri buz gibi yutar, içinde yaşar
acılarını, pişmanlıklarını.
Artık Bizim Mehmet, askerdir. Bilinmez ki o dik kafalı, yüreği merhamet dolu
insan nelere maruz kalacak? İşte onlardan sadece bir tanesiydi o gün yaşayacağı. Bir gün
''yaylalar yaylalar'' eşliğinde diktatör bir komutanla eğitime çıkarlar komutan bunları epeyce güç bir eğitime tabi tutar. Bu takımda ki askerler çok
yorulmuşlardır. Bunlar yeni asker ya! Komutan sanki bunların nabzını ölçer
gibi zora koşmuştu eğitimde bunları. Bu arada temmuzun ‘’cik cik yakıcı sıcağı’’
askerlerde derman kalmaz. Epey koşar bizim bu takım bu yorgunluğun üstüne hiç soluk almadan askerlerin
hepsini işlenmemiş bir meraya sürer komutan hayvan gibi. Başlar bunlara tekrar eğitim
yaptırmaya öç alır gibi ‘’yatın, kalkın, yatın, kalkın.’’ Derken şınav çektirir
komutan...
Bizim Mehmet, durduk yere homur homur kükrer ‘’Senin şınavını
da, ananı da, avradını da’’ Derken; komutan söylediklerini duyar. O hararetle
kimin söylediğini anlayamaz. Eğitimdeki askerlerin hepsini sorguya çeker ‘’Kim
söyledi kim küfretti? Falan filan derken kimse birbirini ispiyonlamaz. Komutan
karar vermiştir askerlerin hepsi ceza alacaktır. Bu kararı uygulamaya yapmaya karar verince
bizim Mehmet o anda boy gösterir. Eski sözleriyle başlayan cümlelerine devam
eder ‘’O küfürleri söyleyen benim der.’’ Gerisini de küfürleriyle yerine
getirir. Artık komutanın elinden kurtuluş yoktur ve ceza alır. Bu yiğitliği ile
arkadaşlarını da kurtarmıştır iyi yürekli Mehmet.
Not: ÖYKÜMÜZ ARJANTİN DE GEÇMİŞ OLUP TÜRKÇEYE UYARLANMIŞTIR, KAHRAMANIN ADI DA
TÜRKÇE OLARAK ZİKREDİLMİŞTİR.
Demek oluyor ki Arjantin silahlı kuvvetlerinin
eğitiminin de bizden pek farkı yokmuş...
tebrikler ve saygılarımla...