Sanat üzerine bir çok tanımlar yapılmış, farklı bakış açıları getirilerek çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Biz de konuyu kendi gözlem ve deneyimlerimizle şöyle bir irdelemek istedik. Her ne kadar farklı sözlük anlamı olsa da bize göre "sanat" ilham yolu ile elde edilen duyguların, kişisel becerilerle şekillenerek ortaya konulduğu görsel ya da işitsel eserlerdir diyebiliriz.

         Kainat bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde, belli bir nizam üzere yaratılmıştır. Sonrasında da insan yaratılmış ve kainat içerisindeki ayrıcalıklı yerini almıştır. Bizler henüz bebekliğimizden itibaren hayatı taklit ederek tanımaya ve tanımlamaya başlarız. Bu tanımlama, ilk önce anne-baba ile başlar ve sonra etrafımızda gerçekleşen maddi ve manevi her türlü olguyu gözlemlemek suretiyle devam eder.  Bununla birlikte bir de insanın yaratılışından gelen bir takım kişilik özellikleri vardır. Bu kişilik özellikleri yaş ilerledikçe zihnin algılarının da gelişmesi ile birlikte ortaya çıkar ve bu noktadan sonra artık insanda "seçicilik", "özgünlük" ve "üretkenlik" gibi hasletler oluşmaya başlar.

         Eski bir tabirle istidat "fıtri meyil" anlamına gelmektedir. Buna kısaca yaratılıştan gelen yetenek diyebilmek mümkündür. Bununla birlikte bir başka anlam olarak da kullanılan "yetenek" tabiri ise kabaca, bir şeyi yapabilme niteliğinin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Onun için kısaca söylemek gerekirse "İstidat Hak vergisidir. Yetenek ise çoğunlukla çalışılarak elde edilmiş bir meziyettir." şeklinde bir izahat getirebiliriz.Yani insanın hünerlerinin ortaya çıkmasında birinci etken fıtri meyil, ikinci etken ise azim ve sabırla çalışılarak geliştirilen yeteneklerdir diyebiliriz.

         Buraya kadar insan ve sanat üzerine kısaca bir değinmiş olduk. Bundan sonra ise konuyu biraz daha genişleterek sanat ve taklit üzerine değerlendirmemize geçmek istiyorum.

***

         Sanat deyince üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan biri de "estetik" anlayışıdır. Çünkü sanat ve estetik birbirinden ayrılmaz birer bütündürler. Türk Dil Kurumuna göre estetik: "Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat / güzellik duygusuna uygun olan" anlamına gelmektedir. Peki ya güzel nedir? Yine Türk Dil Kurumunun tanımı ile güzel: "Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı" olarak ifade edilmiştir.

         Zahir ve batında güzelliği görebilen her göz, güzel bakabilmeyi öğrenebilmiş demektir. Buna aynı zamanda "hayranlık bakışı" da diyebilmek mümkündür. Bu konu ile alakalı hafızamızda küçük bir kıssa kalmış. Yeri gelmişken onu da buraya aktarmak istiyorum: "Dervişin biri bahçede gezindiği sırada karşısına çıkan bir çiçeğe dikkat kesilir. Ona hayran hayran bakarken: "Seni böyle güzel yaratan, kim bilir kendisi ne kadar güzeldir!" diyerek tefekküre dalar.

         Görüldüğü üzere derviş zahirde güzel olandan "en güzel" olanı görerek örnek almıştır. Bu noktada akla; sadece güzel olanda mı sanat vardır? Bir başka deyişle: Güzel olan mıdır sanat, yoksa sanat güzel olanın bir ifadesi midir? Çirkinlik sanatın neresindedir? gibi sorular gelmektedir.

         İnsan, yaratılışı gereği çirkinlikte korku, karamsarlık ve hüzün; güzellikte ise sevinç, istek ve huzur görür. Bu yüzdendir ki insan hep güzel olanı görmek ister. Fakat bu demek değildir ki çirkin olandan bir sanat eseri vücuda getirilemez. Elbette ki Allah her ne yaratmışsa hepsi güzeldir diye düşünmek gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse ateş her ne kadar korkutucu olsa da şekilden şekle giren renk renk alevleri aynı zamanda görsel de bir şölen sunmaktadır. Veyahut ilkbaharda yeniden canlanan doğanın oluşturduğu görsellik kadar sonbaharda sararıp dökülen yaprakların da bir görsellik sunmadığını kim söyleyebilir? Aslında güzellik kavramı biraz da göreceli olmak üzere insanların kendi iç dünyalarında nasıl karşılık bulduğu ile alakalı bir konudur.

Yûnus Emre:

"Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim.  

 Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni."

Diyerek güzelliğin de çirkinliğin de Allah'dan geldiğini ortaya koymuş  ve ayrıca vahdeti ön plana çıkararak hiçliğin de bir tarifini yapmıştır. 

         İşte görülüğü üzere bir sanat eserinin insanlarda uyandırdığı etki eğer pozitif anlamda ise huzuru; negatif anlamda ise hüznü çağrıştırmaktadır. Sanırım güzel ya da çirkin ayrımı yapmadan, hepsini bir bütün olarak görebilmiş, yani hepsinin de yaratıcımız tarafından verildiğini algılayabilmiş olan kişiler hayatın gerçek anlamını kavrayabilmiş kişilerdir diyebiliriz.

         Görüldüğü üzere bizim anlayışımıza göre sanat; "en güzel" olanı taklit etmek üzere kurgulanmaktadır. Şimdi bir de sanata taklit ve tahkik açısından bakalım.

***

         Vücuda getirilmiş her bir sanat eseri, insanlarda hayranlık duygularını harekete geçirmelidir. İşte tam da bu noktada "içtenlik" gerekliliği ortaya çıkıyor. Aslında ortaya konulan her bir sanat eseri, sanatkarının içinde gizli kalmış duygularının birer dışa vurumudur. Hatta belki de bu dışa vurum sanatkarın kendisi ile yüzleşebilmesinin de bir gerekliliği açısından değerlendirilebilir. Sanatkar insanlar hisleri doğrultusunda içsel yaşayabilen insanlardır. Eğer aksi olsaydı ortaya koyulan eserler de yüzeysel kalacak ve pek bir anlam ifade edemeyeceklerdi.

         Bir sanat eseri onu ortaya koyan ustasından çeşitli izler taşır. Bu da demek oluyor ki ustasını taklit eden bir talebe, ustasına gıpta nazarı ile baktığı gibi aynı zamanda ona ait bir takım bilgileri de benimseyip sindirmiş oluyor. Hani "taklitler aslını yaşatır" denir ya... Bu açıdan bakıldığında ustasını taklit eden bir talebe, aynı zamanda ustasını daha yakından tanıyabilmiş, iç dünyasını belli bir derecede olsa çözümleyebilmiş ve onu daha doğru anlayabilmiş demektir. Bu anlam ile bakıldığında taklit aynı zamanda ustaya duyulan saygı ve sevginin de bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Ünlü bestekar Wolfgang Amadeus Mozart:  

         "İnsanlar sanatımın bana çok kolay bir biçimde geldiğini düşünerek büyük hata ediyorlar. Hiç kimse besteciliğe benim kadar zamanını ve düşüncelerini adamamıştır. Geçmişten şimdiye kadar yaşamış hiçbir büyük besteci olmasın ki, onun eserlerini defalarca çalışmış olmayayım."

Diyerek sanatta çalışmanın önemine vurgu yapmış ve ayrıca sanatta esinlenmenin de gerekliliğini ön plana çıkarmıştır.Yazımızın başlarında kısaca değindiğimiz gibi esas olan yetenek değil azim ve sabırla çalışmaktır. Fıtri meyil olsa dahi bir sanatçının çalışmadan sanatını geliştirebilmesinin imkanı yoktur.

***

         Bir bakış açısı olarak denilebilir ki iyi bir sanat eserinin değeri, aynı zamanda taklit edilebilmesindeki zorlukla ölçülebilir. Her ne kadar bir eserin esas göstergesi görünür/duyulur kısmı olsa da içeriğindeki sırlar derinliklerde bir yerlerde gizlidir. Onu oradan bulup çıkarabilecek olan da yine usta bir taklitçidir. 

         Malum ki taklidin içeriğinde esinlenmek, örnek almak vardır. Taklit aynı zamanda ünsiyeti (alışkanlık/dostluk) de barındırır. Konuyu biraz daha somutlaştırmak adına örnek vermek gerekirse: Bir tiyatro oyuncusu şekilden şekilde girerek farklı birçok kişinin karakterlerini canlandırabilir. Yüz ve mimik hareketleri ile verilmek istenen duyguyu başarılı bir şekilde verebilir. Bizler de yapılan bu rolü beğeniyle izleyip çok rahat anlayıp kavrayabiliriz. Bu o tiyatrocunun değerini düşürmediği gibi aksine taklit yeteneğinin bir işaretidir. Taklit yeteneği gelişmiş olan birinin de kendi duyguları ile ortaya koyacağı yeni bir karakter de mutlak surette başarılı olacaktır. Bu konuda aksini düşünmek mümkün değildir.  Yine bir başka örnek olarak: Ünlü bir ressamın eserinin başarılı ve orijinaline yakın bir  taklidi dahi oldukça değerlidir. Bugün ismine imitasyon denilen kıymetli madenlerin taklitleri bile oldukça paha etmektedir.

         Bu anlamda bakıldığında taklit edilemeyen tek şey duygulardır diyebiliriz. Bir başka deyişle taklidi tahkike erdirecek olan yegane gerçeklik, sanatçıların iç dünyalarıdır. Duygularda benzerlik olabilir fakat birebir aynı olmasından söz edilemez. İşte bu farklılıklar, ortaya konulan eserlerin özgünlüğünü sağlayan birer unsur olacaklardır.

         Bu bilgiler ışığında yazımızı toparlamak gerekirse; yeteneğin en bariz göstergesi taklittir ve taklitten tahkike uzanan ince bir yol vardır diyebiliriz. Tahkik bir anlamı ile "hakikate ermek" demektir. Taklitte icra yeteneği; tahkikte ise sanat anlayışı gelişmektedir. Ustasını taklit eden bir talebenin belli bir zaman sonra taklidi bırakıp kendi öz benliğini de içerisine katabileceği şekilde sanatını genişletmesi gerekmektedir. Bunu yapamayan bir talebe, maalesef ki  sanat anlayışından uzak kalıp, yalnızca iyi bir icracı olmakla yetinmek zorunda kalacaktır.

         Son söz olarak; unutmamalı ki kulak duyduğuna, göz gördüğüne ve öz de hissettiğine hakimdir. Bununla birlikte sanat taklide, taklit ise tahkike bağlıdır.

         Bu yazıyı yazarkenki amacımız bir şeyleri yargılamak veya tenkit etmek için değil sadece tespitler yaparak bir kendimizce bir yaklaşım sergilemekti. Netice itibari ile doğru veya yanlış olsun âcizane söylemek istediklerimiz bunlardan ibaretti.Varsa kusurlarımız affola. Hatalarımız hakikate tevdi ola.

Selam saygı ve muhabbetlerimle.

Cemil Baştürk  

11.11.2020