NEY İLE İNSAN ARASINDAKİ BENZERLİKLER


Ney sazının bilinen tarihi yaklaşık MÖ 3000’li yıllara kadar dayanmaktadır. İnsanlar kargı kamışından yapılan bu kadim sazı bin yıllar öncesi keşfetmişler ve kullanmaya başlamışlardır. Oldukça iptidai olan ney sazı, bu süreç içerisinde çok fazla tekâmül edememiştir. Belki de hâlâ insanoğlunun bu derece ilgisine mazhar olmasının bir sebebi de, ney sazının basit ve doğal yapısıdır.

Ney Anadolu'da Hz. Mevlânâ ile birlikte anılmıştır. Hz. Mevlânâ Mesnevi-i Şerifi'nin ilk on sekiz beytini “ney”e ayırmıştır. Mesnevi'nin özellikle ilk iki beyti farklı anlamları ile birlikte birçok şârih tarafından şerh edilmiştir. Bu şerhlerde şârihlerin büyük çoğunluğunun üzerinde mutabık kaldığı husus ise Hz. Mevlânâ'nın aslında “ney”den maksadının "İnsan-ı Kamil" olduğudur.

“Bişnev in ney çün şikâyet mî küned,

Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned.”

Şu “ney”in  (insanın) nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun nevâsı  ayrılık hikâyesidir. (Tahirul Mevlevi Şerhinden)

Yani Hazreti Mevlâna “ney”i insana benzeterek, bir sembol olarak kullanmıştır. Ney ile alakalı çok şeyler yazılmış, çok şeyler söylenmiştir. Biz ise bu kısa girizgâhın ardından ve konunun detaylarına fazlaca girmeden asıl anlatmak istediğimiz mevzu olan "Ney ile insan arasındaki benzerlikler" hususunu izaha geçelim.


Öncelikle kargı kamışından imal edilmekte olan Ney'in fiziki yapısından bahsetmek gerekmektedir. Evvelce merak üzerine mini mikroskop ile kargı kamışını incelemiş ve her kamışın kendisine has özel bir yapısı olduğunu gözlemlemiştik. Belki de bu farklılıklar ciddi bir ilmi çalışma yapılarak incelense, her kamışın aynı insanda olduğu gibi farklı moleküler yapıda olduğu sonucuna varılabilir. Yaptığımız bu küçük araştırma neticesinde edindiğimiz izlenimler kısaca şöyledir:

Kamışın yapısı, uzunlamasına tel tel liflerden oluşmaktadır. Kamışın genel bütünlüğünü oluşturan bu lifler, bazı kamışlarda çok sık, bazılarında ise nispeten daha gevşektir. Yine bu lifler bazı kamışlarda ince ve bazı kamışlarda da kalın olabilmektedir. Ayrıca bazı “ney”lerin hacmi geniş bazılarınınsa dar olabilmektedir. Boğum aralıkları ve birbirleri ile olan mesafeleri ve boğum başı ile sonu aralarındaki çap farkları da göze çarpan bir diğer husustur. Bu yüzdendir ki her “ney” kendine has bir ses tonuna sahiptir. Aynı akorttaki “ney”lerin farklı ölçülerde olabilmesi de tam olarak bundan kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse Kız Ney'i (Si Karar) yaklaşık 68 santimetre ile 73 santimetre arasında açılabilmektedir. Bunlara ilave olarak ney kamışının gelişme sürecinde fiziki yapısına etki eden bazı hususlar da vardır. Konuyu biraz açmak gerekirse: Bazı kamışlar rüzgâra maruz kalır. Bazıları biraz fazla güneş görür. Bazı kamışlar denize yakın bir bölgede iyotlu deniz havası eşliğinde büyür. Bazılarının toprak yapısında onu diğerlerinden farklı ve özel kılan bir takım elementler vardır. Bununla beraber her ne kadar birbirlerinden farklı olsalar da aynı zamanda birbirlerine benzeyen kamışlar da mevcuttur. Tüm bu bilgiler ışığında şunu diyebiliriz. Nasıl ki bir insan görsel bazı özellikleri ile tasvir edilebiliyorsa ney için de böyle bir tasvir yapılabilmektedir.


Buraya kadar verdiğimiz örneklerde “ney” sazının yapısal özelliklerinden bahsettik. İşte bu özellikler aynı zamanda “ney”in akort ve tonal yapısını da belirlemektedir. Şimdi de “ney”de ses oluşumu nasıl gerçekleşiyor, bir de buna bakalım.

“Ney”in başparesinin takılı olduğu ilk boğumu ses kutusudur. Ney sesi de işte tam bu alan içerisinde gerçekleşmektedir. Neyzen bu alan içerisine belirli bir açı ve dudak pozisyonu ile üflediğinde içeride oluşan çarpışma ve kırılmalardan sesler oluşmaktadır. Buradaki nefes çarpışmaları kamışın şahsiyetine bağlı olarak farklı rezonanslarda ve farklı tonlarda tını elde edilmesini sağlamaktadır. İşte bu bilgiler ışığında anlatmaya çalıştığımız bu yapısal farklılıklar “ney”'in kendi ses özelliklerini ortaya çıkarmaktadır diyebilir. Bir başka deyişle, her “ney”in aynı insanda olduğu gibi kendisine has bir ses tonu vardır, demek doğru bir tarif olacaktır. Bu noktada sizlere Ney hocam Üstad Ömer Erdoğdular ile olan küçük bir anımı aktarmak istiyorum.


“Bir gün kendisini ziyaret etmek üzere Kapalı Çarşı'daki kuyumcu dükkânına gitmiştim. Selam verip içeri girdim. Hocam o esnada Ney üflemekteydi. Elindeki Ney haricinde camekânlı teşhir tezgâhının üzerinde de ayrıca iki-üç tane daha Ney vardı. Kısa bir selamlaşma ve hal hatır sorma faslının ardından hocam üflemeye devam ederek hepsi Mansur ahenginde olan bu “ney”leri denediğini söylemişti. Birini alıyor, bir süre üflüyor, sonra onu bir kenara bırakıp diğerini alıp üflüyordu. Bu arayışları devam ederken bir tanesi hoşuna gitmiş olmalıydı ki uzun uzun üflemiş ve sonra bana dönüp: "Bak duyuyor musun? Bu ney Meral Uğurlu gibi söylüyor." demişti. Bense zaten iyi bir Meral Uğurlu dinleyicisiydim. Hocamın ne demek istediğini hemen anlamıştım, bu benzetmesi ile bir anda kulağımda onun okuyuşu canlanıvermişti. Hakikaten de “ney”in tonal yapısı aynı Meral Hanım’ın sesi gibi nahif ve içtendi.


İşte o gün “ney”lerinde, tıpkı insanlarda olduğu gibi birer ses tonu olabileceğini, hocamın muhteşem örneği ile anlayabilmiştim. Sonrasında da zaten “ney açkıcılığı” yapmam münasebetiyle konuyu daha bir merak etmiş ve açtığım “ney”lerin aralarındaki benzerlik ve farklılıklara daha fazla dikkat edip bu konuya yoğunlaşmaya başlamıştım.


"Ney konuşur mu?" diye sorulacak olsa buna verebileceğimiz cevap kesinlikle "evet" olurdu. Her nesnenin kendi lisanınca konuştuğu gibi ney de kendi lisanınca konuşur. Fakat onun ne söylediğini, ancak onunla aynı dili konuşmayı öğrenmiş olanlar anlayıp kavrayabilirler.

Bir dilin doğru telaffuz edilebilmesi için hecelerin, kelimelerin ve onların bütünlüğünü sağlayan cümlelerin bir ahenk ve derinlik içerisinde vurgulanıp tonlanması gerekmektedir. Bu Fonetik ile alakalı bir konudur. Bu şekilde konuşulan bir dil daha akıcı, daha ahenkli, daha anlaşılabilir ve daha derinlikli bir hüviyet kazanmaktadır. Ney'in de kendisine has bir dil fonetiği vardır. Aynı zamanda ney ile aynı dili konuşmaya talip olan neyzen de bu fonetik yapıyı öğrenip kavradığında ve bu yapıya dikkat ederek “ney”ine üfleyebildiğinde, ney ile aynı dili konuşmayı öğrenebilmiş demektir. Kutb'ün Nâyi Niyazi Sayın Hocamız bir sohbetinde: "Üfleten var, üfleyen var, üflenen var" demişti. Buna âcizane izahımız şöyledir:


Üfleten: Verilen her bir nefesin sahibi olan Hak Teâla Azze ve Celle. Biz buna "Sebebi Nefes" diyebiliriz.

Üfleyen: İnsan ve onun bilgi ve birikimleriyle birlikte kişilik özellikleri. Buna da "Sebebi bâtın" diyebiliriz.

Üflenen: Ney ve onun maddi-manevi yapısal özellikleri. Buna da "Sebebi Zâhir" diyebiliriz.


Yazımızın en başında Hazreti Mevlânâ'nın Ney'den muradının İnsan-ı Kâmil olduğundan bahsetmiştik. Bu da demek oluyor ki Ney'in dilini en iyi anlayabilecek olanlar, ancak belli bir olgunluğa ulaşabilmiş arif insanlardır.

Hangi dili konuşursa konuşsun, hangi işi yaparsa yapsın, hangi çağda yaşarsa yaşasın, hiçbir insanın kişiliğini saklayabilme kabiliyeti gelişkin değildir. Mâlum ki, insanların bir de hâl dili vardır. İnsanlar konuşurken de, yürürken de, otururken de aslında durmadan bilinçli ya da bilinçsiz iç âlemlerini teşhir etmektedirler. Buna giyim-kuşamı da dâhil etmek mümkündür. Tabi bu hâl dilini de yine ancak o dile hâkim olabilenler anlayabilir. O insanlar "rol" yapılsa dahi kendi öz dilleri gibi hal dili ile konuşulan her dili çözümleyebilirler.


Mâlum ki, insanların gündelik hayat içerisindeki ses tonları, sosyal, psikolojik ve biyolojik etkiler ile birlikte farklılıklar göstermektedir. Örneğin heyecanlı bir anda ağızdan çıkan kelimelerin heyecanlı, durgun olunan zamanlarda da durgunlaşması gibi... Ney için de bu durum benzer özellikler arz etmektedir. Yapısal özellikleri gereği sıcak ve kuru bir ortamda nispeten yalın bir ses veren ney, soğuk ve nemli bir ortamda daha karmaşık ve girift sesler verebilir.


Yine yukarıda bahsettiğimiz üzere kamışın yetişirken maruz kaldığı ortam sonucu oluşan sesi de aynı zamanda insanın yaşamsal süreci içerisindeki maruz kaldığı tecrübeler sonucunda neye verdiği nefes ile oluşan ses tonuna etki etmektedir. Merhum Hafız Sami Efendi için "Sevda Mizaç" derlermiş. Onu dinlemiş hiçbir kişi olmasın ki bunu büyük bir aşk ile okuduğu gazellerdeki ses tonlarından anlayamasın.


Hz. Mevlâna: "Testide ne varsa dışına o sızar" demiştir. Geçmişlerinde zor zamanlar geçirmiş insanlar kırılganlaşmış bir karakter kazanırlar. Yaşanmışlıklar yaşanılacak olanların birer izdüşümleridirler. Böyle bir mîzâca sahip olan bir insan eğer bir gün neyzen olursa, istese de istemese de “ney”inden çıkaracağı ses ve tonlamalar bunu âşikâr edecektir. Zira iç âlemin dış âleme yansımasını en doğru ve en yakın olarak neyden duyabilmek mümkündür. Ne demişti Hazreti Mevlânâ? Hatırlayalım: " Şu ney’in (İnsan'ın) nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle." burada bahsi geçen "şikâyet" tabirini, aslında bir "serzeniş" veya "hâl-i izah" olarak anlamak daha doğru olacaktır. Aslında bu izahatımız bir nevi "ney sesinden kişilik tahlili" olarak ifade edilebilir.

İç dünyası karmaşık ve girift bir yapıda olan neyzenlerin ney sesleri de benzer özellikler göstermektedir. Şımarık yetişmiş ve bu her yönüyle karakterine nüksetmiş olan birinin ney sesi ve icrası da yine neyinden böyle duyulacaktır. Gurur ve kibre sahip bir nefesin oluşturduğu ses nasıl olur da mütevazı duyulabilir ki?

 “ aşık, aşk diyarında ne söylerse söylesin, ağzından aşk kokusu duyulur.” Hz Mevlana


Görüldüğü üzere aşkı ve hicranı tatmış bir neyzenin nefesi de muhakkak surette aşk kokacaktır. Tabi bu anlatılanlar sadece birer tespittirler.


Bu demek değildir ki insanın geçmişi geleceğine tüm yönleri ile tamamen hükmetsin. İnsan aynı zamanda değişkendir ve de değişken olmalıdır da.  Bu değişkenlik mutlak olarak menfi yönlerini müspet yönde tekâmül ettirmek/ettirebilmek yönünde olmalıdır. Bu da ancak gerçekten ve kalbi olarak istemekle mümkündür. Gaddarlık hastalığına yakalanmış birinin içinde oluşan bu kindarlık tortusunu, sevgi ilacı ile ruhundan atabilmesi mümkündür. Geçmiş bununla ilgili birçok örnekle doludur.  Yine Hazreti Mevlânâ: “Kendine, aşkı ve bakışı öğret! (İşte) bu bilgi, taşa kazılan nakış gibidir.” demiştir. Unutmamalı ki hiç âşık olmamış ve kalbi bu lezzetten mahrum kalmış birinin sevgiden bahsedebilmesi, pratik yapmamış bir mühendisin sahada çırpınıp durmasına benzer.

Yazımızı bir sonuca bağlamak gerekirse: Nasıl ki ney kamışlıktan (vatan-ı asli) koparıldı, sararıp içi boşaltıldı. Üzerine delikler açılıp yaralandı ve kendi hâl dili ile içinden geçenleri söyledi ise insan da yine aynı şeyleri söyledi durdu. Duyana da duymayana da selam olsun.

Doğru veya yanlış olsun âcizane söylemek istediklerimiz bunlardan ibaretti.


Varsa kusurlarımız affola. Hatalarımız hakikate tevdi ola.


Selam saygı ve muhabbetlerimle.


Cemil Baştürk

16.20.2020