İlahi Meçhul…

Ben ağlarım o ’erkekler ağlamaz’ diyerek dalak döndüren ikiyüzlü mendilsizlere inat uykudan daha hayırlı ibadetler ertesinde.

Sabrıma şah çeken bir ağustos gecesinde,

Bütün sıfatları iki heceye sığdıran birisi için hitabımın önemi var mı?

Ben seni hiç tanımıyorum ki Meçhul!..

Sebepsiz yere kovulduğun cennete seni tekrar döndürebilmem için bana göstereceğin cesaretin varsa,

Sana uygun görebileceğim özelliklerin bin tanesini sığdırırım bir tek kelimeye.

Ben, tık-nefes kaldığım sıtma nöbetlerimde sadece kendimizin söyleyebileceği

Ve kimsenin hiç duymadığı bir yayla türküsünde vurgun yedim de yine gizli kapaklı bakışlarında soluklandım Meçhul …

Bıraktım alkolü

Baktım olacağı yok, içsem de sen içmesem de.

Vazgeçtim yolculuklardan, özlenecek sılam yok

Göçsem de sen göçmesem de.

Seninle kutuplardaki bir iglooda iguana yetiştirmek de vardı, örümcek ormanlarındaki bir tarantulanın sol bacağına çelme takmak da

Seninle ateşin icadını yağmur duasına çıkarak kutlamak da vardı, ilk yapılan tekerleğe felekle işbirliği yapıp çomak sokmak da

Seninle, akan burnunu yamalı gömleğinin koluna silen bir sokak çocuğunun evden kaçmadan önceki son gecesini dinlemek,

İlk dışarıda geçirdiği gece ayazının adını ’garib-öldüren soğuğu’ koymak,

Sabaha karşı Şemsipaşa’da kız kulesi solumak vardı.

Sebebi çözülememiş bir sokak kavgasında eşek sudan gelene kadar dövülmek (eşeğe ‘sudan geç gel’ diye tembih etmek) vardı.

Aslında nefes almak zor olurdu ismin geçince ama

Hayati tehlikenin en ölünesi kıvamında bile şu üç kuruşluk yüreğe nanik yapmak vardı.

’Yirminci sayfa da dahil mi hocam?’ diyen ukala öğrenciyle aynı soruya yanlış kopya çekmek,

Zümrüdüanka’nın tüylerinden -seviyor sevmiyor- oynamak,

Hiç tanımadığın bir şehrin ezeli kulüpleri arasındaki maçta yenilgiye horon tepip sevinmek vardı.

Müslüman mahallesindeki bir tereciye tere verip, karşılığında salyangozları serbest bırakmasını beklemek,

Tac mahal’e dudak büküp Cihan şahı ifrit etmek vardı.

Seninle Zigana yollarında yarım günde bir geçen ve asla durmayacak olan bir minibüse el etmek,

Umurunda olmadığını bildiğimiz halde gündelikçi şoföre durmadığı için sövmek vardı.

Taflan toplamak vardı Eynesil ikindilerinde, zeytin silkmek bir de Didim akşamlarında.

Karadini bağlarında üzüm yaprağına kundaklanmış bat lokmalarına Zile’lice ninniler fısıldayıp

Bacul köyünde boğma rakıyla ellik oynatıyoruz üç-etekli mazlumlara.

Onbeşlilerin yarı yoldan döndüğü taşlı Tokat yollarında

İşkefe arasına madımak toplayarak ölümsüzleşiyoruz.

Telgrafın tellerindeki üveyiklere mors alfabesinden yemler serpiyoruz başımız gözümüz hayrı için.

Harşit çayına geceden bırakılmış

Ve çotanak kokulu köy sakinlerinin ismine ’çöten’dedikleri

Kancık sepet tuzağının içindeki balıklara iş koymanın haramına eriyoruz seninle.

Andır kalası bir Ayder gecesinde ay-dedeye 14 el sövüp,

Kuru sıkı dudaklarla dolun-ayılamayacağımızı keşfederek

Elimiz böğrümüzde uzanıyoruz ısırgan yaprağına.

Seninle sağırlaştırılmış muhabbet zindanlarında

Görüş günü sayıklamak,

Nemli duvarlarda filiz veren inancımızdaki ayrık otlarını ayıklamak vardı Meçhul.

Aynı maltalarda ayrı voltayı vurmak,

Racona ters düşüp cıngar çıkartmak

Koğuş ağasının yanağından makas almak, uçurtmayı vuranları hasım yazdırmak,

Sabah ezanında idam edilecek mahkumun hapşıran gözlerine -çok yaşa- dilemek vardı.

Amsterdam’da harman kalmış kafamızı Küba’da inzivaya çekmek,

Kopenhag’dan yürüttüğümüz malt fıçısını Burdur anasonuyla çeşnilendirmek vardı.

Halüsinasyon mağduru sağır ve dilsiz bir dilenciye Kaf dağının adresini sormak,

Las Vegas gazinolarındaki açılmamış iskambil destesinin maça papazına sövmek,

Timsahların yemek yerken neden ağladığını Mumbai’deki bir şeker kamışından dinlemek,

Rio karnavalında kendisini kelebeğin ayağına asarak intihar eden bir palyaçonun cenaze merasiminde

Hayvan hakları savunucusuna başsağlığı vermek vardı.

Elleri yüreğinden, dertleri yaşından, çilesi başından büyük boyacı bir çocuğun rüyasını süslüyorsundur şimdi.

Parlamazsa para istemeyen bir masumiyetle hayallerini cilalıyordur gerçeklerin matlığında.

Badem yağı da sürsün mü Meçhul?

Parlamasa da servet verilir ‘ hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar’ şarkısını mırıldanan çocuğa.

Yine çırpınıyor mu Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına?

Altıncı ayakta dış kulvardan atağa geçen isimsiz denizatına basalım tüm kazancımızı.

Son düzlükte, burun farkıyla kazandığımız yosunları denizkızının burnuna takalım ki farkımız olsun.

Seninle, damatlık tıraşını pirelere yaptırmış olan Keloğlan ve Cankız’ın nikah şahitliğini yapmak

Gökten düşen üç elmayı alıp kaçmak,

Sarıyer sırtlarındaki bir Hulusi Kentmen fabrikasında Ustabaşına arkadan eşek kulağı işareti yapıp işten atılmaya hak kazanmak,

Barış Manço’nun şarkısını emsal karar göstererek tazminat almaya mahkum edilmek vardı.

Zeki Müren’in de bizi görebileceği Bodrum açıklarında Müjgan’la ağlaşmak,

Münir Özkul’un mezarı başına sirkeli, Adile Naşit’in başucuna limonlu turşu suyu fon-diplemek,

Kaleci Kemal Sunala lokum rüşvet verip

Sadri Alışık’ın şutunda ters köşeye yatırmak ve ‘aslında hepsi goldü!’ diye bağırmak vardı.

Mostar köprüsünün kamburuna astığım şiirlerim ıslandı da Kenan’da kuyuya atılan Yusuf yüzerek gelip kurtardı akrostiş umudumu.

Siyam ikizlerinin göbek bağından salıncak kurup torpil geçtim sana gönderdiğim selamlara.

Sahra çöllerindeki bedevilere kardelen tembihledim

Saplarıyla kuzey kutbundaki buzullarda tüneller açılacak.

Kutup ayılarının bedevilerle olan husumeti bitecek, kardelen kârlı çıkacak bu hengameden…

Soyisimlerimizin ilk hecelerini birleştirerek

Çocuğunun kulağına üç defa fısıldayan din adamının ellerini doksan dokuz defa öpüyorum.

Öksüz ve yetim sabilerin kırkı çıkıyor, benim aklım kazık çakıyor mendireğin çakıllarına.

Oltamdaki son fırdöndü dolanıyor deniz fenerine

Fır dönüyorum, sen dönmüyorsun

Çaparimden üç iğne düşüyor,

Üşüyorum…

Kalesinde -veni,vidi,vici- yazan bir şehrin panayırında

Halka attıran kızın gözlerinde görüyorum gözlerini.

Kekeme bir falcıdan öğreniyorum üç vakit isminin okunuşunu.

‘Sana bir kısmet var’ diyor, kısmetimi çapalıyorum Karadini bağlarında.

Gözüm üstünde’ diyorum halkacı kıza, sen en üstünken gözümde

Gözüm arkada kalıyor, önümü görmüyorum…

Hakkını helal et Meçhul.

Hoşça kalıyorum,

Gidiyorum…


Ali ERDİNÇ