ŞİİR NEDİR NE DEĞİLDİR
 
Şiir gönlünüzden kelama
Kelamdan kaleme
Kalemden mısralara dökülen
Kimi zaman sessiz
Kimi zaman da avaz avaz çığlıktır.
*
Hece ya da aruz
Uyaklı ayaklı kafiyeli olsun
Hepside şiirdir
İsyanını bastırır
An olur mutluluktan coşturur.
Yeri zamanı mekanı yoktur
Duygular kalktımı şaha
Ama dörtnala
Ama rahvan
Ulaşır menzile...
*
Kar boran fırtına dinlemez
Ressamın tualine manzara olur
Şairin saçına yağar lapa lapa
Hazan mevsiminde
Dalından düşen kehribar sarısı yapraktır
Kimine göre hüzün yanığı
Kimine göre de tutkulu aşktır
Yüreklere düşen
*
İki kişi bir araya gelip
Çay sohbetlerinde
Şöyle bi iki lafın belini kıramayız.
Saygımız yoktur bir birimize
Eleştiriyi kaldıramayız.
Oysa şiir öyle mi?
Yürek sesidir
Düşüncenin başka bir dille ifade şeklidir.
Beğenirsek gönlümüze hitap etmişse
Güzel olmuş yüreğine sağlık
Kalemin kavi olsun der
Methiyeler yağdırırız
Beğenmedik mi
Oturur bizde nazire yazarız.
Velhasılı şiir
Gün olur
Bir sessiz başkaldırıdır düzene
An olur en güzel hediyedir sevilene...
*
Şiir yazılamayanları yazmak
Söylenmeyenleri söylemektir
Elif gibi dik durup
Yalancı dünyada kimse için dikleşmemektir
Allah'tan başka kimsenin önünde vav olmamaktır
Dua etmektir her daim
Yeri gelince de
Her şeyin gelmişine geçmişine sövmektir...
*
Şiir aykırı düşüncedir
Anarşist olup kendini dağlara vurmak
Nara atarcasına bağırmaktır.
Bazen de dağlara kafa tutup
Sevdiğine kavuşmak için
Dağları delik deşik etmektir...
*
Şiir; aslında
 "şiir nedir ne değildir”de değildir.
Vatandır namustur
Bayraktır ardır hayadır
Anadır babadır
Yardır yarendir
Gardaştır arkadaştır
Düşmandır dosttur
Evlattır
Kendi kendinle hesaplaşmaktır
Gözyaşıdır
Mutluluktur
Acı keder ağıttır
Bazen mavi gökyüzü
Bazen de siyah gecedir
Yıldızdır aydır
Gözlerdeki ışıltıdır
Pencerenden sızan güneştir
Hastadır doktordur
Yoldur yolcudur
Beklemektir
Güle güle demektir
Şiir adına yazılacak ne varsa yazmaktır
 
Mustafa KARAAHMETOĞLU
31.01.2017
 
 
ŞİİR NEDİR, NE DEĞİLDİR
 
“ŞİİR, insan aklının estetik etkinliklerinin en eskilerinden biri” (Caudwell:21) belki de ilkidir. Kutsal metinlerin tamamının sıradan söz dizimlerinden öte şiirsel bir yapı arz etmesi bu ihtimali güçlendirmektedir.
 
İnsan dünyada var olduğu günden beri hep kendisini en iyi biçimde ifade etmenin peşinde koşmuştur zira kendisi de ilk telkinini, öğüdünü, ikazını sözün gücü ile almıştır. İnsanın hem kendini ifade etme çabası hem de kutsal metinlere öykünme endişesi şiir türünün ortaya çıkmasında ve sınırlarını belirlemesinde önemli bir etmendir.
 
Şiir şüphesiz gündelik dilde kullanılan bir ifade aracı olmaktan ziyade gündelik dili de kapsayan kapsamlı bir ifade ediş tarzı barındırır mahiyetinde. Bir dilin bütün imkânlarını tek çatı altında toplayan yegâne edebî tür diyebiliriz şiir için. Bu yönüyle şiirin diğer türler arasında farklı ve yukarıda bir yerinin olduğu her dilde kabul edilen bir gerçektir. Bu konuda şair İsmet Özel’in şiire dair tespiti ve kısa şiir tarifi önemlidir. Özel’e göre:
 
Şiirde kelimeden vazgeçilemez ama şiir kelime sanatı değildir. Şiir dil aracılığıyla dilin anlatım olanaklarının aşılmasıdır, yani kendini oluşturan öğelerin üstünde varlık kazanan, insana "imkan" tanıyan bir şey (1982: 44).
 
Şiirin ne olduğu yahut olması gerektiği en az şairler kadar şiirle ilgilenen herkesin cevabını aradığı ezeli sorulardandır. Şiiri yalnızca dilin ve kültürün bir ürünü, yansıması olarak algılayan bir düşünce sistemi için elbette bu soruların cevabı çok da zihin kurcalayıcı değildir fakat ezelden beri şiirin mayasında yer alan, yer aldığı düşünülen ilham ve metafizik, şiiri somut bir sahaya taşır ki bu sahada bütün ölçme tartma araçları kısmen de olsa işlevini yitirir.
 
Şiir avucumuza aldığımızda bir sabun köpüğünün o ince cidarında dünyanın düşsel görünümünü seyrettiğimiz şeydir, o dünya bir an sonra silinip gitse de gözümüze, gönlümüze sergilediği renklerle bizi bir süre avutur (Umran, 1997: 13).
 
İcracısının dahi tanımlamakta güçlük çektiği bir türü net olarak tanımlamaya kalkışmak elbette sağlıklı bir sonuca ulaşamama endişesini de bünyesinde barındırır. Bu manada Necip Fazıl’ın şiir için yaptığı tanımlamalar mânidârdır:
 
“Arı bal yapar fakat balı izah edemez. Ağaçtan düşen elma da arz cazibesi kanundun habersizdir (1992: 470).”
 
Şiirin oluşumuna, yazılış serüvenine dair Ülkü Tamer’in söyledikleri de diğer şairlerin söylediklerinden farklı bir noktada durmaz:
 
Şiir yazarken, o şiiri yazmaktan başka bir şey düşünmedim hiç. Ne kuramlar, ne birtakım endişeler, ne başka bir şey... Beni hiç ilgilendirmedi. Şiirimin geldiği yolu da, gitmesi gereken yolu da düşünmedim. Sadece yazdım (10.09.2011).
 
1.1. Tanım Değil Tarif
 
Gerek Türk edebiyatında gerek dünya edebiyatında yapılmaya çalışılan şiir tanımlarından hareketle, şiirin tanımdan ziyade tarife yakın bir yapı arz ettiğini söyleyebiliriz. Şiir çoğu zaman şairin de bilmediği bir simya sanatıdır.
 
Bilinen tek şey, kelimelerin, reçetesi bilinmeyen mucizeli bir terkip içinde, günlük anlamlarından silkerek, her şeyi başkalaştıran sisler içinde gömülü iç dünyamız ile, her şeyi kuşatan esrar dünyasının buluştuğu yere bizi götürdüğüdür (Yetkin, 1969: 24).
 
Belki de şiirin bu bulanık niteliği sebebiyle eleştirmenler ve akademisyenler diğer türler üzerine gösterdiği ilgi ve gayreti şiir alanında göstermekten çekinmiş, şiirden ve şairden uzak durmayı yahut yalnızca şiirin dış unsurları hakkında görüş bildirmeyi yeğlemişlerdir.
 
Şiirin de diğer edebî sanatlarda olduğu gibi kendisine ait genel kuralları ve ölçüleri vardır. Her söz grubu, alt alta yazılmış ve mısra görüntüsü verilmiş her metin şiir olarak değerlendirilemez. Hangi dilde yazılıyor olursa olsun ve hangi akım çerçevesinde oluşturulmuş olursa olsun bir metnin şiir sayılabilmesi için mutlaka bazı değerleri bünyesinde taşıması gerekir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki şiir diğer türlere nazaran “özel” bir yapı arz eder ve bu anlamda şiire dair kuramları net olarak ortaya koymak çok da mümkün değildir. Zaten şiire dair her dönemde ve dilde karşılaştığımız biçim arayışı zenginliği de onun bu “özel”liğinden kaynaklanmaktadır. Şiirin ölçülemez, sayılamaz, sınırlandırılamaz olması şiir üzerine yapılan çalışmaların pek çoğunu yalnızca “suya yazılan yazılar”a dönüştürmektedir. Bazı şairler tarafından sıklıkla ifadelendirilen “ilham” ve “cezbe” kavramları ise zaten başlı başına bir belirsizliktir.
 
1.2. Soyutun Terazisi Yahut Su Üstüne Yazı Yazmak
 
Şiir; tıpkı müzik, resim gibi eksik kalan yanımızı tamamlamak, kalbimizde, ruhumuzda oluşan boşlukları doldurmak görevini üstlenmiş edebî türdür. Zira şiirin temelinde yer alan “ilham” kavramı hâlen somut ve bilimsel yaklaşımlarla netleştirilebilmiş, sınırları çizilebilmiş bir kavram değildir. Şiirin dil ile icra ediliyor olmasına rağmen zihni, dünyayı aşan bir çağrışım gücüne sahip olması belki de onun laboratuvar ortamlarında sağlıklı değerlendirilememesinin en büyük nedenlerindendir.
 
Şiir üzerine yapılan konuşmalar ve araştırmalar aslında şiirin varoluş sebebini somut olarak ortaya koyamayışımızdan da kaynaklanır. Şiire ne yazılırken, ne okunurken ne de incelenirken somut bir yaklaşımda bulunmak bizi doğru neticelere ulaştırır. En azından bazı şiirler için geçerli bir durumdur bu. İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu'nda pek çok kez sorulan o soruyu yineler, "Niçin şiir okuyoruz?" Herhalde yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak ve bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak için" cevabını verir ardından. (Özel, 1982: 20)
 
Pek çok sanat eserinin olduğu gibi en azından bazı şiirlerin de yorumlanmaya, tenkit edilmeye, incelenmeye ihtiyacının olduğu aşikârdır. Bu ihtiyaç şiirin ve şairin yetersizliğinden ziyade her ikisinin de sağlam bir zemin üzerinde seyretmesi için gerekli bir zarurettir. Edebiyat çevrelerinin son yüzyıllarda kendi ölçütlerini kendilerinin koymaya çalışması, maddi iktidarın kendisine yakın şiiri ve şairi kollaması şiiri muhafaza adına mutlaka farklı denetim mekanizmalarını da zaruri kılmaktadır. Ancak Türk edebiyatında, bilhassa şiir için özgün bir eleştiri tekniğinin henüz yerleşmemiş olması yine yapılan çalışmalarda bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Mesela; gerek klasik gerek modern Türk şiiri Batı şiirinin ölçütlerine, değerlendirme formlarına göre çözümlenecek bir yapı arz etmez zira şiirin Türkler arasında bulduğu karşılık daha ziyade Doğulu yahut Ortadoğulu bir tanım içerisinde yer alır. Yani biçimden ziyade öz, söyleyişten ziyade his ve hikmet Türk şiirinin temel yapısına işlemiştir. Son yıllarda genç şairlerin yeni yapı arayışları dahi bu eksen içerisinde varlığını devam ettirmektedir. Türk şiirine dair yapılan çalışmalar biraz da bu sebeple, bilimsel bir yapı arz etmekten ziyade, çoğunlukla eleştirmenin kendi dünyasında bulduğu karşılıkları gün yüzüne çıkarmasıyla şekillenen bir metin içi arayış çabası olarak karşımıza çıkar.
 
Sonuç itibariyle şiir analizi yapan edebiyat eleştirmenine şiirin iskeletinden, şiirdeki söz ve ses diziminden, kelimelerin çağrışımlarından bahsetmek ve mısralar boyu şairin hayat hikâyesini aramak düşer ki bu dahi büyük bir iştir:
 
(…) Şiir sanatının bir açıklanamaz, reçetesi verilemez, ne manasına, ne veznine, kafiyesine indirilemez tarafı olması, onun ne insan üstü bir kaynağa bağlanmasını gerektirir, ne de dünya ötesi bir amaca yönelmesini. Ne kadar uçarı, ne kadar büyülü olsa da bir insan işidir şiir: her insan işi gibi onun da bir tezgahı, malzemesi, çarşısı, pazarı, yolu, yordamı, ustası, çırağı, sahtesi, sahicisi, kolayı gücü, sağlamı çürüğü olacak elbet (Eyuboğlu, 1981: 243).
 
Eleştirmen, şiiri görebildiği, ona dokunabildiği kadar çıkarımlar yapar şiire dair. Şiirin en somut yanı şüphesiz şairdir. Bazen bir şiire dokunmanın yolu önce şairini tanımaktan geçer zira:
 
Şairler gökten zembille inmez. Şiir şairin üretimidir. Şair bir toplum içinde yaşar, dolayısıyla onu içinde yaşadığı toplumun değer yargıları, sosyal konumu ve bunun sonucu olan şiir akımları yönlendirir. (Alkan, 1995: 7)
 
Her ne kadar Batılı bilim adamları şiir için sürekli yeni eleştiri ve yaklaşım tarzları peşinde koşsalar da aslında, belki de şiire dışarıdan yapılabilecek katkı, düşülecek şerh yalnızca onun somut, elde olan tarafıyla ilgilidir.
 
1.3. Şiirin Sihirli Küresi
 
Her edebî tür kısmen vücut bulduğu çağın birikimini yansıtsa da şiir özelde icra edildiği dilin tarihini genelde ise insanın var olduğu günden beri yaşadığı karşılaştığı durumların, acıların, sevinçlerin hislerin tarihini yansıtır. Şiir bu bakımdan tıpkı müzik, resim gibi evrensel bir sanat dalıdır, çoğu zaman yüzyıllar yahut kıtalar ötesine ulaştırabilir tınısını. Her şeyden evvel seslerin ve kelimelerin ahengi şiiri evrensel kılan esas unsurlardandır. Bu bakımdan şiire dair yapılmış ve yapılacak her çalışma bir yönüyle insanlığın evrensel tarihine dair bulgular da içerir. Bu gerçeğe rağmen şiir, ne şairine ne de okuruna gündelik hayatta somut çözümler, kazanımlar sağlamaz. Bilakis çoğu zaman şiir çözümsüzlüğün, anlatılamayanın eşiğine taşır yazanını da okuyanını da. Rasim Özdenören’in “Şiir İşe Yarar mı?” başlıklı denemesi bu hususta önemli tespitler içerir:
 
Şiir okumakla, hayatta karşılaşacağımız sorulanlara çözüm getirmek gibi pragmatik, pratik sonuçlar beklemeyeceğiz. Başka bir söyleyişle, edebiyatla şiirle uğraşmakla bir takım somut sorunlarımıza somut çözümler getirebileceğimizi sanmayacağız. Tersine, belki daha önce sorulmamış sorular getirebilmeyi deneyeceğiz (Özdenören, 1986: 162).
 
Şiir yalnızca bir edebî tür değil tıpkı hayat gibi, dünya gibi anlaşılması zaman zaman güç muammalar yumağıdır. Şiir hayata ve dünyaya dışarıdan zaman ve mekan ötesinden bakabilmeyi sağlayan bir sihirli küredir biraz da. Ona bakan aslında her şeye, her yere, her zamana bakar. Eşyaya, tabiata, hayata ancak şiirde, şiirle dokunabilir insan kalbi. Şiirin uzağına düşen aslında her şeyin uzağına düşmüştür. Bu yüzden olsa gerek tıpkı insanın kendini inşaası gibi medeniyetler de ancak şiirle, sözle inşa edilmiştir yüzyıllar boyu.
 
Şairin hikâyesi, tüm insanlığın hikâyesidir. Bakıp da görülemeyen, hissedilip de söylenemeyen dünyanın tercümanıdır şair; ancak bunu gerçekleştirirken yine dünyaya ait dil ile değil o “uzak ülke”nin diliyle konuşur, söyler:
 
Ozanlar, dili kullanmayı reddeden kişilerdir. Oysa doğru araştırısının bir çeşit araç gibi kabul edilen dil aracılığıyla ve onun içinde gerçekleştirildiğine bakıp ozanların doğruyu seçmeye ya da ortaya koymaya çalıştıklarını sanmamak gerekir (Sartre, 2008: 18).
 
Tıpkı insanın anayurdunun kendi çocukluğu olması gibi tüm edebî türlerin anayurdu da şüphesiz gerçek şairin terennüm ettiği şiirdir.
HÜSEYİN KAYA
 
KAYNAKÇA
Caudwell, C. (1988). Yanılsama ve Gerçeklik. (Çev. Doğan, M. H.). (2. basım). İstanbul: Payel Yayınevi.
Özel, İ. (1982). Şiir Kitabı. İstanbul: Adam Yayınları.
Umran, S. (1997). Şiirde Metafizik Gerçek. İstanbul: Timaş Yayınları.
Kısakürek, N. F. (1992). Çile. Büyük Doğu Yayınları: İstanbul.
Tamer, Ü. (10.09. 2011). Şiir Üstüne Dağınık Düşünceler. Cumhuriyet Gazetesi.
Yetkin, S. K.(1969). Şiir Üzerine Düşünceler. İstanbul: Varlık Yayınları.
Eyuboğlu, S. (1981) Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler. İstanbul: Cem Yayınevi
Alkan, E. (1995). Şiir Sanatı. İstanbul: Yön Yayınları.
Özdenören, R. (1986). Ruhun Malzemeleri. İstanbul: Risale Yayınları.
Sartre, J. P. (2008). Edebiyat Nedir. (Çev. Onaran,B.). (3.baskı). İstanbul: Can Yayınları.