Card image cap
Ahde vefa tari̇h tekerrürden i̇baretti̇r

Taşradan, Ankara'ya yeni tayinim çıkmıştı. Neden olsa Ankara doğup büyüdüğüm kent. Yabancılık çekmeyecektim. Hem Emekliliğime de az kalmıştı. Kırk yaşımdan sonra üniversiteye başlamış, son sınıftayım, okul bitince intibak işlemlerim daha kolay ve hızlı olur, hem unvanlı bir kadro alırım düşüncesi ile tayin istemiştim.
 
Görev yaptığım bakanlığın, Döner Sermaye Şube Müdürlüğünde göreve başladım. Hani orada göreve yeni başladım ya güya, yeni memurum. Kimse emekliliğime az kaldığını, üniversite son sınıfta okuduğumu bilmiyor. Ezmeye çalışacaklar. Tabi buna izin veremezdim.
 
Doğma büyüme Ankaralıyım ama kütük başka vilayet. Döner Sermaye Şube Müdürlüğü, Bilançolar Şefi'de benim kütüğe kayıtlı olduğum vilayetten, o bana sahip çıktı, tabiri caizse ezdirmedi. Şef ile aramızda yakınlaşma oldu. Zamanla samimi olduk. Kendisi, mesai saatleri dışında da, özel bir dershanede “muhasebe” dersleri veriyordu. Beni de derslerine götürürdü, “madem bu ofiste çalışacaksın, öğren” derdi. Ben de mutlu olurdum.
 
Eşim de aynı bakanlıkta görevli. Şefimizi, eşim ile de tanıştırdım. Eşim de yemeğe davet etti. Artık hemen her hafta sonu şef bizim misafirimiz oluyor, Ankara’da yalnız kaldığından, çamaşırlarını falan eşim yıkıyordu.
 
Şef, bir holdingden “Muhasebe Müdürlüğü” teklifi almış, istifa etmeyi düşünüyordu. Maddi imkanları ve çalışma şartları çok iyi idi. Bana da beraber çalışmayı teklif etti, ancak ben kabul etmedim. Şef istifasını vererek, görevinden ayrıldı, onun yerine ben atandım.
 
Şef ile, gün aşırı telefonla görüşüyoruz hal hatırdan sonra, her defasında bizi İzmir'e davet ediyordu. Böyle uzunca bir zaman geçti.
 
Bir hafta sonu, evimizin yakınındaki bir köy pınarında araba yıkamak için, pınara gittik. Arabayı temizledik eve döneceğiz. O ara eşimin aklına nereden geldiyse, Fethiye’de çalışmakta olan çocuklar aklına gelmiş. Eve döneceğiz. Ben ani bir karar ile başka yöne döndüm. Eskişehir yolundaydım, eşim şaşırmıştı. Fethiye’ye çocukları ziyarete gidiyorduk. Hiçbir hazırlığımız yok, ben de terlik ve şort, eşimde şalvar. Güle oynaya Fethiye'ye geldik.
 
Ablamın oğlu da yeni evlenmiş, balayı için Fethiye’ye gelmişler, tatilleri bitmek üzere, üç beş gün daha kalın diyerek ben Ankara’ya dönmelerine izin vermedim. Birlikte zaman geçirdik.
 
Şefimi arayarak Fethiye’de olduğumuzu söyledim. O da İzmir çok yakın, bana uğramadan gidersen bir daha arama dedi. İzmir'e gitmeye karar verdik. Sabah erken saatte yola çıktık. Gezerek İzmir'e geldik.
 
Cep telefonları o zaman yaygın değil. Şefin verdiği adresi arayarak gece saat 01.00 de evini bulduk. Kapı adeta yüzümüze duvar. Açılmaz. Komşularına sorduk bilen yok. Marketten, büfeden araştırırken, şefi tanıyan birilerini bulduk. Ve öğrendik ki, şefin 3-5 arkadaşı gelmiş, onlarla eğlenmek için gazinoya gitmişler. Yıkılmıştım, inanamadım, sadece “anahtar” diyebildim. Hani olur ya, arkadaşım gelecek diye anahtar bırakmış olabilirdi. Ama maalesef, hiç bilmediğim yerde sokakta kalmıştım.
 
Çaresiz yola devam ettik. Ankara'ya dönüyoruz. Arabadaki eşim ve yeğenim, benim uykusuz ve sinirli araba kullanmamdan tedirgin olmuşlar ama bana da bir şey söyleyemiyorlar. İzmir çıkışında ilk benzinlikte durdum. Ben çorba içip biraz uyuyacağım dedim. Bizimkilerin yüzlerindeki mutluluk görülmeye değer. Çorbamı içtim, arabaya geçip oturdum ve uyumuşum. Gözlerimi açtığımda şafak sökmek üzereydi, bizimkiler uyuyorlar. Onları uyandırmadan, yola koyuldum. Uyandıklarında Ankara İli sınırlarına çoktan girmiştim.
 
Şef ile bir daha hiç görüşmedik, o da aramadı.
 
Emekli oldum, ben de Fethiye'ye yerleştim. Kendime bir uğraş buldum. Eşim de aynı bakanlığın ilçe teşkilatında görev yapıyor. Bizim Şefin Fethiye'ye işi düşmüş, eşimi bulmuş, ben evdeyim, çalan telefonda eşim, “şef burada” dedi… Ben defalarca “kim?” diye sordum. Eşim benim ne demek istediğimi anlamamıştı. “Şef burada, seni arıyor, ağlıyor, benim işimi ancak Mustafa halleder” diyor. Ben de “öyle birini tanımıyorum ve görüşmek istemiyorum” diyerek telefonu kapattım. Şu an nerededir, ne yapar bilmiyorum. Şef, Cenab-ı Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin ama, benim için öldü!
 
Son dönemlerde kötü olaylar, kötü günler yaşıyorum. Bir işim için çarşıya inmiştim, işimi hallettim eve döneceğim. O sırada çok değer verdiğim, çok sevdiğim, her daim yanımda hissettiğim bir arkadaşım aradı. Hal hatırdan sonra, kahvaltıya davet etti. Son günlerde doğru dürüst bir şey yemiyordum, çocukları ve ailesi ile birlikte belki bir iki lokma yerim düşüncesi ile, daveti kabul ettim. Aslında gidecek mecalim yoktu. Yavaş yavaş gidecektim. On dakika sonra oradayım dedim. Hatta orada özel ders verdiğim bir arkadaşım daha varmış, bir taşla iki kuş vuracaktım.
 
Yavaş yavaş arkadaşımın evine doğru yürüdüm. Dükkanlarına gittim. Ev ile dükkan altlı üstlü… Dükkanda, eşi ile konuşurken konu konuyu açtı bayağı zaman geçti. Ama ne kahvaltı var ne de bir bardak çay!
 
Hiçbir şey demeden izin isteyip kalktım. Ama içime oturmuştu. Ya da ben çok mu bir şeyler bekliyorum insanlardan. Sadece kendisine mesaj çekebildim. “Kahvaltı güzeldi teşekkürler”
 
Elbette kendisine göre, mazereti olabilir anlarım. Ama anlamadığım, yerine getiremeyeceğin sözü vermeyeceksin. Ve ben arkadaşıma çok kırıldım.
 
Bu olay bana şefimi hatırlattı.
 
Tarih Tekerrürden İbaretmiş.
 
Hepsi bu…
 
“La-Tahzen; Üzülme
Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulüm ediyorlar. Fakat kader senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana Keffaret ediyor.”
 
Mustafa Karaahmetoğlu
12.06.2013