M. NİHAT MALKOÇ
Osmanlı'nın
Çöküş Döneminde 33 Sene Sürecek Uzun Bir Saltanatın Mimarı
Osmanlı padişahlarının 34. sü, İslâm
halifelerinin ise 113. sü olan Sultan
II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir.
"Sultan Abdülhamid Han-ı Sânî" ve "Sultan Hamid" olarak da
bilinir. II. Abdülhamid'in babası Osmanlı'nın 31. padişahı olan Sultan
Abdülmecid, annesi ise Çerkes asıllı
cariye Tîrimüjgân Kadınefendi'dir. Şehzâde Abdülhamid, 11 yaşında annesini
kaybettiği için, hiç çocuğu olmayan Piristû Kadınefendi kendisine analık
etmiştir. Bu yüzden de öz anne sevgisinden mahrum kalmıştır. Çalışmayı ve üretmeyi
çok seven Şehzâde Abdülhamid, tahta çıkana kadar geçen zaman içerisindeki ömrünü
Tarabya’daki yazlığında, Maslak’taki köşkünde ve Kâğıthane’deki çiftliğinde içki
ve sefahatten uzak, sakin bir hayat sürerek geçirmiştir.
Osmanoğulları ailesinin bariz
özelliklerini taşıyan II. Abdülhamid, güçlü bir hafızaya sahipti. İlk bakışta
saygı uyandıran bir görüntüsü vardı. Çok dinleyen, az konuşan bir insandı.
II. Abdülhamid, babasından görmediği
ilgiyi ve sıcaklığı amcası Abdülaziz'den görmüştür dersek abartmış olmayız.
Zira Abdülaziz, yeğeninin serbest yetişmesi için ona her türlü imkânı
sağlamıştır. Meşhur Mısır ve Avrupa seyahatlerine onu da götürmüştür.
Şehzâde Abdülhamid'in iri burunlu,
parlak ve iri gözlü olduğu söylenir. Zeki, yumuşak huylu, soğukkanlı, açık
fikirli, saygılı, nazik, sabırlı ve biraz da vehimli bir insan olan Sultan II.
Abdülhamid Han; Sultan V. Murad'ın kardeşi, V. Mehmed Reşad'ın ve VI. Mehmed
Vahdeddin'in de ağabeyleridir. Eşleri Nazikeda Kadın, Safinaz Nurefsun Kadın,
Bedrifelek Kadın, Bîdar Kadın, Dilpesend Kadın, Mezide Mestan Kadın, Emsalinur
Kadın ve Müşfika Kadın'dır. İkballeri ise Sâzkar Hanım, Peyveste Hanım, Fatma
Pesend Hanım, Behice Hanım, Saliha Naciye Hanım, Dürdane Hanım, Calibos Hanım
ve Nazlıyar Hanım'dır. Oğulları Mehmed Selim Efendi, Mehmed Abdülkadir Efendi,
Ahmed Nuri Efendi, Mehmed Burhaneddin Efendi, Abdürrahim Hayri Efendi, Ahmed
Nureddin Efendi, Mehmed Bedreddin Efendi ve Mehmed Abid Efendi'dir. Kızları ise
Ulviye Sultan, Zekiye Sultan, Fatma Naime Sultan, Naile Sultan, Seniyye Sultan,
Seniha Sultan, Şadiye Sultan, Aliye Sultan, Cemile Sultan, Refia Sultan, Hatice
Sultan, Samiye Sultan ve Hamide Ayşe Sultan'dır.
Şehzâde Abdülhamid, zamanının en iyi
hocaları tarafından büyük bir ihtimamla eğitilmiştir. Bu çerçevede Gerdankıran
Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvî Efendi’den Farsça, Ferid ve Şerif
efendilerden Arapça ve sair ilimleri, Vak‘anüvis Lutfi Efendi’den Osmanlı
tarihi, Edhem ve Kemal paşalarla Gardet isimli bir Fransız’dan Fransızca,
Guatelli ve Lombardi adlı iki İtalyan’dan da mûsiki eğitimi alarak tam tekmil
yetişmiştir.
Şehzâde Abdülhamid'in Tahta Çıkışı ve
Meclis-i Mebusan'ın Açılması
Şehzâde Abdülhamid, ağabeyi V.
Murad'ın aklî dengesini kaybetmesi nedeniyle, bu yüzden de tahttan
uzaklaştırılması üzerine, Devlet-i Âliyye'nin en sıkıntılı döneminde, 31
Ağustos 1876 tarihinde tahta çıkmıştır. Tahta çıkmadan evvel, amcası Sultan
Abdülaziz ile ağabeyi V. Murad'ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarına
meşrutiyeti ilân edeceğinin sözünü vermiştir. Zira onu tahta çıkarmak isteyenler
ona böyle bir şart koşmuşlardır.
II. Abdülhamid hiç de iyi ve rahat
bir ortamda padişah olmamıştır. Adeta ateşten gömlek giymiştir. Bu dönemdeki
dış bağlantılı sıkıntıların önemli bir kısmı Bosna-Hersek ve Bulgar
ayaklanmaları ile Sırbistan ve Karadağ muharebelerinden kaynaklanıyordu. Bu
aykırı sesleri en çok da Rusya destekliyordu. Çünkü Osmanlının zayıflaması,
çıkarlarına yarıyordu.
Büyük bir siyasî deha olan II.
Abdülhamid tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak halkın ve devlet erkânının
sevgisini ve güvenini kazanmaya çalıştı. Bu kapsamda halkla ve başta ordu olmak
üzere, tüm devlet kurumlarıyla sıcak ilişkiler kurdu. Gün geldi subaylarla ve
erlerle oturup asker yemeği yedi, gün geldi ulemayla iftar yaptı. Zaman zaman sadrazamı
ve nâzırlarını yanına alarak halkla namaz kıldı, yaralı askerleri hastanelerde
ziyaret etti. Bu ve bunun gibi samimi yakınlaşmalar onun halkçı padişah imajını
güçlendirerek sempati toplamasını sağladı. Bu da o zamanlar en çok ihtiyaç
duyulan birlik ve beraberliğe hizmet etti.
Sultan II. Abdülhamid, tahta
çıktığında Mütercim Rüştü Paşa'nın sadrazamlığa devam etmesini sağladı. Fakat
sonraki günlerde Midhat Paşa'yla anlaşmazlıklar yaşayan eski sadrazam
görevinden istifa etti. Onun ardından bu göreve Midhat Paşa getirildi. Onun sadarete
gelmesiyle 23 Aralık 1876'da Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kânûn-ı
Esâsî ilân edildi. Böylece Midhat Paşa'nın bir ömür hayal ettiği meşrutiyet
idaresi fiilen gerçekleşti.
Sadrazam Midhat Paşa'nın hayalleri
gerçeğe dönüştü ama onun mutluluğu çok uzun sürmedi. Çünkü Midhat Paşa 5 Şubat
1877 tarihinde sadrazamlık görevinden alınarak sürgüne gönderildi. Buna gerekçe
olarak onun İngiltere ile yaptığı anayasa pazarlığı ve Osmanlı hânedanlığını
kaldırarak kendi ailesini tahta çıkarma veya cumhuriyet kurma düşüncesi
gösterildi. Fakat Sultan II. Abdülhamid meşrutiyetin savunucusunu sürgüne
gönderse de Kānûn-ı Esâsî'den vazgeçmedi. Seçimler zamanında yapılarak 141
üyeden (115'i mebus, 26'sı âyan üyesi) oluşan ilk Türk parlamentosu 19 Mart 1877'de padişah tarafından açıldı.
Meclis-i Mebûsan (İlk Meclis) 93
Harbi'nde İyi Bir Görüntü Vermemiştir.
Londra Konferansı, İngiltere'nin
gayretleriyle 31 Mart 1877'de toplanmış, Tersane Konferansı'nda istediklerini
alamayan Rusya'nın Balkan sorununa yönelik isteklerini içeren Londra Protokolü,
İngiltere tarafından imzalanıp Bâbıâli'ye gönderilmiş; fakat yeni meclis
tarafından kabul görmemiştir. Bunun üzerine Rusya, 24 Nisan 1877'de Osmanlı
Devleti'ne savaş ilân etmiştir. Tarihte "93 Harbi" olarak da
adlandırılan 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı'nda Romenler, Sırplar, Karadağlılar
ve Bulgarlar da Rusya’nın yanında yer almışlardır. Hiçbir dış yardım alamayan
Osmanlının en zor zamanlarında gerçekleştirilen bu savaşta ordumuz ve
milletimiz çok büyük sıkıntılar yaşamıştır. Buna rağmen Gazi Osman Paşa
Plevne'de, Gazi Ahmed Muhtar Paşa da doğuda başarılı savunma savaşları gerçekleştirmişse
de bunun devamı gelmemiş, ordularımız cepheden çekilmek zorunda kalmıştır. Bunun
akabinde on binlerce Müslüman-Türk
Osmanlı vatandaşı İstanbul'a akın etmiş, böylece muhacirlik dönemi başlamıştır.
Gelenlerin bir kısmı ise Anadolu'ya yerleştirilmiştir.
Osmanlı Devleti,
yenilgiyle neticelenen 93 Harbi sonrasında 3 Mart 1878'de Rusya'yla Ayastefanos
Antlaşması'nı imzalamak mecburiyetinde kalmıştır. Zira Rus ordusu batıdan
Yeşilköy (Ayastefanos)'e, doğudan ise Erzurum'a kadar gelmişti. Fakat bu
antlaşma, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin menfaatlerine aykırı
olduğu için tıpkı Sevr gibi kâğıt üzerinde kalmıştır. Bunlarla bağlantılı
olarak Kıbrıs yönetimi, Berlin'de bizden yana tavır takınacağı vaadiyle ve bir
oldubittiyle geçici olarak İngiltere'ye bırakılmıştır. En sonunda da (13 Temmuz
1878) Osmanlı İmparatorluğu, Rusya, Büyük Britanya, Almanya,
Avusturya-Macaristan, İtalya ve Fransa arasında Berlin Antlaşması
imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu kendisine bağlı olan
Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ'ın kendi başlarına birer prenslik
olmalarını kabul etmiştir. Böylece birçok toprağını kaybetmiştir. Osmanlı
Devleti'nin en önemli kazancı ise Girit, Doğu Beyazıt ve Eleşkirt'in kendisine
bırakılması olmuştur. Öte yandan Balkanlardaki varlığımız 35 sene daha
sürmüştür.
Meclis-i Mebûsan (ilk meclis),
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında ve sonrasında memleketin çıkarlarını ön
plana alma konusunda iyi bir görüntü vermemiştir. Hatta farklı milletlerden ve
ırklardan olan mebuslar, fırsattan istifade etme yollarını arayarak yeni haklar elde etmenin, muhtariyetin ve kendi istiklâllerinin peşine
düşmüşlerdir. Bunu, savaşa dair karşılıklı suçlamalar takip etmiştir. Oysa bu
ilk meclis çoğulculuk mantığıyla ve
demokratik bir bakış açısıyla millî birlik ve beraberlik sağlamaya yönelik en
yetkili karar organıydı.
Meclis iyi yolda değildi. Bu durumu
büyük bir üzüntüyle gören II. Abdülhamid, meclise gelip etkili bir konuşma
yapmış, bu konuşmada “Ben artık Sultan Mahmud’un izinden gitmeye mecbur
olacağım” diyerek anayasanın askıya alınacağına dair ilk sinyali vermiştir.
Nitekim 13 Şubat 1878’de de Meclis-i Mebûsan süresiz olarak tatil edilmiştir.
Böylece büyük umutlarla başlayan ilk meclis denemesi 10 ay 25 gün devam
edebilmiştir.
Meclis-i Mebûsan fiilen kapatılsa da
Kânûn-ı Esâsî, sembolik de olsa, varlığını sürdürmüştür. Öyle ki resmî devlet
salnâmelerinde meşrutiyet ve Kânûn-ı Esâsî (Anayasa) yer almaya devam etmiştir.
Bu durum II. Abdülhamid'in bu sevdadan vazgeçmediğini gösterir.
Sultan II. Abdülhamid'in Dış Politikası
Barış Üzerine Temellendirilmiştir.
Sultan II. Abdülhamid döneminde sert
ve tavizsiz bir iç politika güdülmüştür. Bu kapsamda başta payitaht İstanbul
olmak üzere, imparatorluk coğrafyasındaki bütün etkili ve yetkili kişiler sıkı
bir şekilde kontrol altında tutulmuştur. Belki de dönemin şartları da bunu
gerektiriyordu. Zira dış güçler koca imparatorluğun bir an evvel çökmesi için
içerdeki bir kısım hainleri ve gafilleri sonuna kadar kullanıyordu. Padişah da
kendisinden önce bu tahtta oturan maktul amcası Abdülaziz ve devrik ağabeyi V.
Murad'ın başlarına gelenleri düşünüyor, şüpheciliği ve tedirginliği tavan
yapıyordu. Kendisinin de bir gün bu şekilde tahttan indirilebileceğinden
endişeleniyordu. Bu sebeple tedbiri elden bırakmıyordu.
II. Abdülhamid, riskleri bertaraf
etmek için geniş ve güçlü bir hafiye teşkilâtı kurarak her şeyden anında
haberdar oluyordu. Böylece jurnalciliği saraya sokuyordu. Bu konuda belki de
abartılı davranıyordu. Fakat Çırağan Vakası gibi bir kısım girişimler onu
şüpheciliğinde haklı çıkarıyordu. O da bunları düşünerek iyice içine kapanıp
Yıldız Sarayı'na çekiliyordu.
Sultan II. Abdülhamid, Batılı
devletlerin sömürgeci anlayışın ürünü kurnaz politikalarına karşı barışçı,
akıllı ve tutarlı bir politika yürütmüştür. Diplomasi dilini çok iyi kullanarak
bunun imkânlarından yararlanmıştır. Kurduğu teşkilâtla başta Avrupa olmak
üzere, dünyadaki bütün politik gelişmelerden haberdar olmuştur. Dış gelişmelere
duyguyla ve heyecanla değil, akıl ve mantıkla yaklaşmıştır. Sömürgeci büyük
devletlerin Osmanlı üzerindeki çıkar çatışmalarından azamî düzeyde
faydalanmıştır. Bazen İngiltere'ye karşı Rusya, Rusya'ya karşı da İngiltere
kozunu akıllıca kullanmıştır. Daima denge politikasından yana olmuştur.
Devletler arası münasebetlerde çıkarların ön planda olduğunu aklından
çıkarmamıştır. Diplomatik ilişkilerde her türlü ayrıntıyı hesaba katarak ince
hesaplar yapmıştır. Aldığı kararları millet adına aldığını unutmadan hassas bir
şekilde hareket etmiştir.
Öte yandan II. Abdülhamid'in
Filistin politikası bugün de şuurlu Müslümanlar tarafından çok takdir edilir.
Zira Siyonistler, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için Abdülhamid’e
başvurmuşlar, buna ruhsat vermesi hâlinde Osmanlı ekonomisinin en büyük
meselelerinden biri olan dış borçların silineceğini söylemişlerdir. O zamanda
devletin paraya çok ihtiyacı olduğu halde o, elif gibi dik durarak bu aşağılık
teklifi kabul etmemiştir.
Sultan II. Abdülhamid; Eğitime, Sağlığa
ve Bayındırlığa Çok Kıymet Vermiştir.
Sultan
II. Abdülhamid, Osmanlı padişahları içerisinde eğitime ve öğretime en çok önem
verenlerin başında gelmektedir. Bu çerçevede Mekteb-i Mülkiyye, Mekteb-i Hukuk,
Sanâyi-i Nefîse Mektebi, Hendese-i Mülkiyye, Dârülmuallimîn-i Âliye, Maliye
Mektebi, Ticaret Mektebi, Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlîsi, Dârülfünun,
Dârülmuallimât ve kız sanayi mektepleri, deniz ticareti, orman ve maâdin,
lisan, dilsiz ve âmâ mektepleri hep II. Abdülhamid döneminde milletin
hizmetine açılmıştır. Vilâyetlerde ve
sancaklarda eğitimin belkemiğini teşkil
eden ilk (İbtidâî), orta (rüşdiye) ve lise düzeyinde (idâdî) mektepler inşa
ettirmiştir. Sadece İstanbul'da altı tane idâdî (lise) açtırmıştır. İbtidâîleri
(ilkokul) köylere kadar yaymıştır. Böylece mevcut imkânlar dahilinde eğitim
çıtasını iyice yükseltmiştir.
Bunca eğitim müessesesinin yanında
Müze-i Hümâyun (Eski Eserler Müzesi), Askerî Müze, Bayezid Kütüphâne-i Umûmîsi,
Yıldız Arşivi ve Kütüphanesi gibi kültürel kurumları da Osmanlı Devleti'ne yine
o kazandırmıştır. Onun zamanında sansüre rağmen kitap, dergi ve gazete
sayısında artış görülmüştür. Vilâyet fotoğraflarını içeren albümler
hazırlatmıştır.
İnsana çok kıymet veren ve ona hizmet etmekten bahtiyarlık
duyan Sultan II. Abdülhamid, sağlık alanında da ciddi işlere imza atmıştır.
Öncelikle tıbbiyelerde Fransızca olan öğretim dilini Türkçeye çevirerek bu dile
verdiği önemi göstermiştir. Şahsî parasıyla Şişli Etfal Hastanesini yaptırarak
çocuk hastaların istifadesine sunmuştur. Yine Haydarpaşa Tıbbiyesi ve Darülâceze
onun gayretleriyle kurulan önemli sağlık ve hayır kuruluşlarıdır. Bu arada
Darülâceze'nin masraflarının önemli bir kısmını kendi bütçesinden
karşılamıştır.
Sultan II. Abdülhamid bayındırlık ve
imar alanında da çok ciddi hizmetler gerçekleştirmiştir. Anadolu ve Rumeli
demiryollarının büyük bir kısmı onun zamanında tamamlanmıştır. Hicaz ve
Basra’ya kadar telgraf hatları çekilmiştir. 1900-1908 yılları arasında Şam ile
Medine arasında 1322 kilometrelik demiryolu hattı yapılmıştır. Anadolu’da bir
şose şebekesi meydana getirilmiştir. Atlı ve elektrikli tramvaylar yapılmıştır.
Sultan II. Abdülhamid'den günümüze
intikal eden çok kıymetli bayındırlık eserleri vardır. Yıldız Hamidiye Camii,
Haydarpaşa Garı, Arkeoloji Müzesi, Bahariye Hastanesi, Beyoğlu Mutasarrıflığı,
Cihangir Camii, Darülâceze, Denizcilik Okulu, Feshane-i Amire, Gülhane Klinik
Hastanesi, Hamidiye Etfal Hastanesi, Gülhane Askerî Rüstiyesi, Haseki Hamidiye
Nisa Hastanesi, Hukuk Mektebi, Kâğıthane Hastanesi, Kasımpaşa Camii, Mekteb-i
Fünûn-ı Harbiye, Mekteb-i Sanayi, Mekteb-i Sultanî, Mekteb-i Tıbbiye,
Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun, Orman ve Maadin Ziraat Nezareti, Sirkeci Garı,
Tophane Fabrikası, Yıldız Sarayı Silâhhânesi, Ziraat Bankası, Soğukçeşme Askerî
Rüştiyesi, Sarayburnu Karakolhânesi, Hicaz Tren İstasyonu, Tophane Meydanı ve
Saat Kulesi, Maçka Abdülhamid Çeşmesi, Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi binaları
onun zamanında yapılmış bayındırlık eserleridir.
Birincisinden 29 Sene Sonra İkinci
Meşrutiyet İlân Edilmiştir.
Kânûn-ı Esâsî (Anayasa), 29 yıl
askıda bekletildikten sonra 23 Temmuz 1908'de yeniden ilân edilmiştir. II.
Meşrutiyet'in ardından mevcut iki parti (İttihat ve Terakki Fırkası ile Ahrar
Fırkası) hemen seçimlere gitmiş, seçimi planlandığı gibi İttihat ve Terakki
Fırkası kazanmıştır. Böylece Meclis-i Mebûsân 17 Aralık 1908'de çalışmalarına
başlamıştır.
II. Meşrutiyet'in ilk uygulamaları
milleti memnun etmediği için hoşnutsuzluklar baş göstermiştir. Gazeteci Hasan
Fehmi, İttihatçıların fedaisi tarafından öldürülünce işler iyice karışmıştır.
13 Nisan 1909'da bazı askerî birliklerle medrese talebeleri ayaklanma
başlatmış, işler çığırından çıkınca bazı subaylar ve milletvekilleri linç
edilmiştir. İttihatçı gazeteler yağmalanmıştır. Bu hadiseler Rumî takvime göre
31 Mart'a tekabül ettiği için bu hadiseye "31 Mart Vakası" denmiştir.
Bu ayaklanmaları Selânik'ten gelen Hareket Ordusu bastırmıştır.
Milâdî tarihe
göre meclis 27 Nisan'da toplanarak, aslında olaylarla hiç ilgisi olmadığı
halde, bu hadisenin sorumlusunun II. Abdülhamid olduğu kararına varmıştır. Bu haksız
karar neticesinde II. Abdülhamid 32 sene, 7 ay, 27 gün süren saltanatın
ardından tahttan indirilerek yerine 65 yaşındaki kardeşi V. Mehmed (Mehmed
Reşâd Efendi) getirilmiştir. Fakat Kânûn-ı Esâsî'de yapılan değişikliklerle
padişahın yetkileri sembolik düzeye indirilmiştir.
Sultan II. Abdülhamid'in tahttan
indirilmesi kararının geçerli olması için şeyhülislâmın fetvası da gerekiyordu.
Alelacele yalan ve iftiralarla dolu düzmece bir fetva metni hazırlanarak şeyhülislâma imzalatılmıştır. Sultan II.
Abdülhamid, tahttan indirildikten sonra Çırağan Sarayı'nda ikamet etmek istese
de bu isteği kabul edilmemiştir. Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın emriyle, şahsî
eşyalarını almasına bile müsaade edilmeden, Selânik'e sürgün edilen Sultan II.
Abdülhamid, Alâtini Köşkü'ne yerleştirilmiştir. Buradaki zamanının çoğunu
marangozluk ve demircilikle geçirmiştir. Balkan Savaşları'nın başlamasıyla birlikte
işgalciler Selânik'e yaklaşmış, bunun üzerine
sürgündeki padişah II. Abdülhamid'in İstanbul'a nakledilmesine karar
verilmiştir. Dünyadan tecrit edilen, kendisine gazete bile verilmeyen padişah, bu
savaştan da haberdar değildi. Sürgündeki padişah Selânik'ten ayrılmak istemese
de tehlike karşısında buna mecbur bırakılmıştır. Böylece 1Kasım 1912’de Beylerbeyi
Sarayı’na intikal ettirilmiş, ömrünün kalan kısmını burada hüzün ve keder
içinde geçirmiştir.
Onu Eleştirenlerden Biri de
"Feylesof Rıza Tevfik" idi.
Sultan II. Abdülhamid; zamanında
kültür, sanat ve edebiyat çevreleri tarafından bazen sert ve ölçüsüzce
eleştirilmiştir. Onu eleştirenlerden biri de "Feylesof Rıza Tevfik"
olarak da bilinen Rıza Tevfik Bölükbaşı'ydı. Fakat sonraki yıllarda
tenkitlerinin dozunun yüksek ve çoğu kere de haksızca olduğunu fark etmiş
olacak ki, yazdığı "Sultan Abdülhamid'in Ruhâniyetinden İstimdat"
adlı şiirinde, gıyabında da olsa, ondan özür dilemiş, yaptıklarından pişmanlık duymuştur.
Bunu şu dörtlüklerde dile getirmiştir: "Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid
Han?/Feryâdım varır mı bârigâhına?/Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,/Şu nankör
milletin bak günâhına//Târihler ismini andığı zaman,/Sana hak verecek, ey koca
sultan;/Bizdik utanmadan iftira atan,/Asrın en siyâsî padişâhına//Pâdişah hem
zâlim, hem deli dedik,/İhtilâle kıyam etmeli dedik;/Şeytan ne dediyse, biz
'beli' dedik;/Çalıştık fitnenin intibahına//Dîvâne sen değil, meğer
bizmişiz,/Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz/Sade deli değil, edepsizmişiz/Tükürdük
atalar kıblegâhına//Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin/Ahiretten bile himmet
eylersin,/Çok çekti şu millet murada ersin/Şefâat kıl şâhım mededhâhına."
Sultan II. Abdülhamid, aslında
fıtrat olarak merhametli bir padişahtı. Midhat Paşa ve arkadaşlarını, amcası
Abdüzaziz'in ölümünden sorumlu tutuyordu. Bu yüzden de onları yargılamak için
Yıldız Sarayı'nda özel mahkeme kurmuş ve hepsini ölüm cezasına çarptırmıştı.
Fakat daha sonra merhamete gelerek ölüm cezalarını müebbede çevirmişti.
Sultan II. Abdülhamid deyince
nedense birçok kişinin aklına istibdat gelir. Onun baskıcı rejimi, özellikle
belli kesimler tarafından yerden yere vurulur. Oysa hadiseleri değerlendirirken
zaman ve zemin unsurlarını göz ardı etmemek gerekir. Keşke şartlar uygun olsaydı
da özgürlükler hiç kısıtlanmasaydı. Fakat o dönemi çok iyi analiz etmek lâzım.
Zira o dönemde devletin bir an önce çökmesi için dışarıdan müdahale edenler bir
hayli çoktu.
1908'de ilân edilen II. Meşrutiyet
dönemine baktığımızda, söz ve yetki Sultan II. Abdülhamid'de olmadığı halde
(başka bir tabirle padişahlık sembolik olduğu halde) istibdadın beteri
yaşanmıştır. Bunu yaşatanlar da sözde demokrasi havarileri olan Talat Paşa,
Enver Paşa ve Cemal Paşa'dan başkası değildir. Hatta onların baskıcı yönetimi
II. Abdülhamid'in istibdadına rahmet okutan cinstendir. Bunu şair Süleyman
Nazif şöyle anlatır: "Padişahım gelmemişken yâda biz,/İşte geldik senden
istimdada biz,/Öldürürler başlasak feryada biz,/Hasret olduk eski istibdada biz//Dembedem
coşmakta fakr u ihtiyaç,/Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç./Memleket
matemde, öksüz taht u taç/Hasret olduk eski istibdada biz."
II. Abdülhamid, Çökmekte Olan Osmanlıyı
33 Yıl Ayakta Tutan Bir Padişahtı.
Çökmekte olan Osmanlı Devleti'ni iç
ve dış mihraklara rağmen 33 yıl ayakta tutan Sultan II. Abdülhamid, 10 Şubat
1918 tarihinde (Pazar günü) Beylerbeyi Sarayı'nda zatürre hastalığından vefat
etmiştir. II. Abdülhamid’in naaşı Topkapı Sarayı’na getirilerek cenaze
işlemleri orada yapılmıştır. Vefatının ertesi günü (11 Şubat 1918) padişahlara
lâyık bir törenle Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi’ne defnedilmiştir. Ruhu
şâd, mekânı cennet olsun.
Sultan II. Abdülhamid, sadece
dostlarının değil vicdanlı düşmanlarının da övdüğü ve hakkını teslim ettiği vatansever
bir padişahtı. O; eğitimden ekonomiye, ulaştırmadan sağlığa, dış politikadan
kültür ve medeniyete kadar birçok alanda mühim başarılara imza atmıştır.
Yaptığı yerinde işlerle Osmanlı modernleşmesine çok büyük katkılarda
bulunmuştur.
Ne gariptir ki dönemin bütün
kötülükleri II. Abdülhamid'in omuzlarına yüklenmiş, buna rağmen yapılan iyi
işlerden şahsına pay düşmemiştir. Bu vicdansız taksimatı yapanlar, bunu aydın
ve modern olmanın bir gereği olarak görme gafleti ve dalaleti içine düşmüşlerdir.
Ne acıdır ki kendini İslâmcı sayan sözde bir kısım yerli aydınlar da bu tuzağa
düşmüştür.
Sultan II. Abdülhamid; eğrisiyle
doğrusuyla, Osmanlının çöküş döneminde ülkeyi 33 sene idare etti. Bu sürenin
30'unda bütün inisiyatif kendisinde, 3'ünde de meşrutiyetçilerdeydi. Bütün
hatalarına rağmen iyi niyetinden şüphe edilemezdi. O; ne bazılarının dediği
gibi yerin dibine batırılacak bir kızıl sultandı, ne de yere göğe
sığdırılamayan eşsiz ulu hakandı.İnsandı.