
İstanbul'un fethi̇ni̇n 571. yilinda ayasofya cami̇i̇
M. NİHAT MALKOÇ
Fetih
hakkı ve sembolü olarak Ayasofya
29 Mayıs 1453 tarihi, bizim
açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin
müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan
devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rıza gösterenler ve zalimden
yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha adil bir dünya
nizamı yeniden şekillenir.
İstanbul, Müslüman Türkler için
sıradan bir toprak parçası değildi(r). Eski tabirle Konstantiniyye diye
adlandırılan bu şehir, tabir caizse Türklerin kızıl elmasıydı. Peygamber
Efendimizin “İstanbul
mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel
ordudur.” hadisi, bütün Müslüman
komutanları bu şehri fethe yöneltmiştir. Bugün İstanbul’da kabri bulunan ve bir
semte adını veren Ebû Eyyûb El-Ensârî bile, seksen yaşlarında, kızgın çölleri
geçerek bu müjdeye mazhar olmak için İstanbul’a kadar gelmiştir. Fakat bu kutlu
fetih onlarca kişiden sadece Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet,
Konstantiniyye’yi fetheder fethetmez, o zamanki adıyla Ayasofya Kilisesi’nin
önüne gelerek orada toplanan ve az sonra kellelerinin uçurulacağı vehmine
kapılan, bu yüzden de korkudan tir tir titreyen Bizans halkına, tarihte
görülmemiş bir hoşgörü örneği sergileyerek, canlarını bağışladı; bunun da
ötesine geçerek kendilerinin bundan sonra ibadetlerinde özgür olacaklarının da
garantisini verdi. Onları himaye etti.
Fatih Sultan Mehmet Han, o gün İslâm’ın
engin hoşgörüsünü tüm dünyaya gösterdi. Atından inerek Ayasofya önünde şükür
secdesine kapandı. O gün fetih hakkı ve sembolü olarak Ayasofya’yı camiye
döndürdüğünü ilan ederek ilk Cuma namazını da burada eda etti. Hoca Sadettin
Efendi’nin deyişiyle, “Çan sesleri sustu; yerini tekbir sesleri, gülbank-ı
Muhammedî, zemzeme-i penç-i nevbet aldı.” Fethin sembolü Ayasofya asırlarca
Müslümanların secdegâhı oldu. Bu kutlu mabedin yüzü Müslümanlarla gülmeye
başladı.
Ayasofya
Camii nasıl oldu da bir oldubittiyle müze hâline dönüştürüldü?
Ayasofya bir mabetten daha çok şey
ifade eder bizler için. O, fethin manevî şiarıdır. Fetihten 1934’e kadar,
Müslümanlara hizmet etti bu sembol mabet.
İstanbul’un işgal altında olduğu 1918-1922 yılları arasında bile
Ayasofya cami olarak ilâhî misyonunu devam ettirdi. Bazılarının beğenmediği
Sultan Vahdeddin, o yıllarda Ayasofya’nın kiliseleştirilmesine karşı mücadele
verdi. Osmanlı orduları terhis edildiği için savunmasızdı Ayasofya. Vahdeddin,
Mondros Antlaşması gereğince kendini koruması için müsaade edilen yedi yüz
kişilik askerî birliği Ayasofya’nın emniyetine tahsis etti. Onlara şu tarihî
emri verdi: “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler aziz İstanbul’un fetih
sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş
açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın!”
Peki, Ayasofya Camii nasıl oldu da bir
oldubittiyle müze hâline dönüştürüldü? Bunun hikâyesi uzundur. Özetle söylemek
gerekirse Ayasofya Camii, 1934’te bir kısım küresel güçlerin sinsi oyunuyla
tamir ve restorasyon süsü verilerek geçici olarak ibadete kapatılır.
Göstermelik bir kısım çalışmalar yapılır. Kapatılış o kapatılış, bu tarihî
mabet bir daha cemaatiyle buluşturulmaz. Bir oldubittiye getirilerek müze
hâline dönüştürülür. Ayasofya Camii, Resmi Gazete‘de neşredilmeyen,
kanunlar karşısında hiçbir geçerliliği olmayan 24.11.1934 tarihli ve 21589
sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilir. Öyle de kalır.
Fethin nişanesi olan Ayasofya’nın 24
Temmuz 2020 tarihine dek süren hüzünlü manzarası biz Müslümanlar için tam bir
zillet hâliydi. Bu ulu mabedin 2020'den önceki durumu, bu toprakları kanlarıyla
sulayıp bizlere emanet eden mübarek ceddimize vefasızlığımızın en büyük
göstergesiydi. Bu mabedin böyle öksüz ve yetim bir hâlde kaderine terk edilmesi
Müslümanın izzetine halel getirmişti. Bu öksüz camiyi abdestle değil de,
biletle müze olarak gezmek Müslümanların kanına dokunuyordu. Bu durum böyle
devam ettikçe tarihe karşı sorumluluklarımızı da yerine getirmemiş olacaktık. Fatih,
Vakfiyesinde bu kadim eseri eski hâline döndüreceklere ta o zamandan beddua
ediyor; onları lanetliyordu. Allah dostu padişah, ta o günlerden bugünlere
gönül gözüyle bakarak büyük bir keramet örneği göstererek bugünleri görüyordu.
Bir mabet olmaktan öte derin anlamlar taşıyan bu camiyi tekrar eski hâline
(camiye) dönüştürmedikçe bu kadim şehrin Fatihi, Sultan Mehmet Han’ın
bedduasına muhatap olmaktan ne yazık ki kendimizi kurtaramayacaktık. Bu büyük
bir vebaldi aynı zamanda. Bu vebalden kurtulmak için tez zamanda bir şeyler
yapılmalıydı.
Fatih
Sultan Mehmet’in Ayasofya Vakfiyesi ve Ayasofya'ya dair bedduası
İstanbul’u fethettikten sonra
Ayasofya’yı fethin sembolü olarak camiye dönüştüren Fatih Sultan Mehmet’in
Ayasofya Vakfiyesini ve Ayasofya’nın gayesi dışında kullanılmasına dair bu
vakfiyede yer alan bedduasını bilmem bilir misiniz? İstanbul’u fethederek Orta
Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’ın açılmasına vesile olan Fatih Sultan Mehmet Han,
sanki Cumhuriyet döneminde yaşanacakları görmüş gibi, bugünkü uygulamaları tahmin
ederek ta o zamandan bugüne sesleniyor; Ayasofya Camii hakkındaki net tavrını
şöyle ortaya koyuyordu:
“Allah’ın
yarattıklarından Allah'a ve O'nun rüyetine iman eden, ahirete ve onun heybetine
inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun, vezir olsun, bey olsun,
şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim veya mütegallib (zalim ve diktatör)
olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fâsid
bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nâzır ve mütevelli olanlar
olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak,
değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak
ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak asla helâl değildir!
Kim ki, bozuk
teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın
şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir
ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan
kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast
ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum
ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın
bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik
veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer'i şerife aykırı
olarak vakıfta tasarruf etmeye azmeylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı
ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut
takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl tasarruflardan
birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara
ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan
hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı
gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların la'neti üzerlerine olsun. ‘Ebediyen Cehennemde kalsınlar, onların
azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın. Kim
bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu
değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her
şeyi bilir.”
Artık biletle değil, abdestle
girmek istiyorduk fethin sembolü olan Ayasofya’ya.
Ayasofya’nın
mahzunluğu ümmetin mahzunluğu demekti. Artık biletle değil, abdestle girmek
istiyorduk fethin sembolü olan Ayasofya’ya. Bugün Ayasofya’nın kanayan yarasına
merhem olacak nesiller olmazsak bu sorumsuzluğumuz yarınki nesiller tarafından
da sorgulanacaktı. Artık Ayasofya ile Sultan Ahmet Camileri birbirine tebessüm
etmeliydi. Ayasofya’nın o hüzünlü abus yüzü, karşısındaki o görkemli mabedi
üzmemeliydi.
Bazıları
“Tarihî Yarımada” olarak nitelendirilen o bölgede onlarca cami olduğundan dem
vurarak, bu çevrede camiye ihtiyaç olmadığını belirterek bu kadim kilisenin
özgün hâliyle hizmet vermesini öne sürmekteydi. Fakat onlar meselenin özünü
bildikleri hâlde hadiseyi sulandırma yoluna gitmekteydiler. Bilmeyenler de, en
hafif tabirle gaflet içerisindeydi. Biz de biliyorduk o bölgede acilen camiye
ihtiyaç olmadığını. Ayasofya’nın camiye tevdi edilmesinin o bölgedeki ihtiyaçla
doğrudan alâkası yoktu. Böyle sebeplere sığınmıyorduk zaten. Ayasofya camiden
öte bir anlam taşıyordu bizler için. Zira Ayasofya bir semboldü Müslümanlar
için. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi, sıradan bir kilisenin camiye tevdi edilmesi kadar
basit değildi. Ayasofya, Sultan Fatih’in bir fetih hatırasıydı. Bizlere
bıraktığı kutlu bir emanetti. Tabir caizse Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi,
şer odaklarına bir cevaptı, bir meydan okumaydı. Ötesi lâf-ı güzaftı.
Son 20 yılda
birçok tabu yıkılmıştı. Bir zamanlar birilerinin kırmızı çizgi olarak gördüğü
şeyler dokunulmaz olmaktan çıkmıştı. Nice olmazlar olmuştu. Birçok hassas
konuda açılımlar yapılmıştı. Akdamar Kilisesi Ermeniler için; Sümela Manastırı
Ortodokslar için senenin belli zamanlarında ayinlere açılmıştı. Bunu Mersin
Tarsus St. Paul Kilisesi, İzmir Meryemana Kilisesi, Antakya St. Pierre
Kilisesi, Antalya St. Nikola Kilisesi, Edirne’deki
Bulgar Ortodoks Sveti Georgi Kilisesi ve diğerleri
izlemişti. Hatta Osmanlı’nın ilk başkenti, serhat şehri Edirne’de Sveti
Konstantin ve Elena Kilisesi'nin bahçesine Bulgar Papaz I. Antin’in büstü konulmuştu.
Bunlar büyük bir değişimin ve dönüşümün işaret fişekleriydi.
Zaman insanî
özgürlüklerin karşılık bulduğu ve geçmişe nazaran tavan yaptığı bir zamandı.
Böyle bir zamanda ve zeminde herkese hakkı iade edilmeliydi. Ayasofya’nın
kapılarına kilit vurulduğu zamanlar geride kalmalıydı artık. Sultanahmet’ten
geçerken şuurlu her Müslüman'ın yüzünün kızarması gerekirdi.
Ayasofya’nın mahzun yüzü bu dönemde gülmeyecekse ne zaman gülecekti? Ayasofya’nın
kilise hâli ve mahzun yüzü, vatan ve bayrak için canlarını veren şehitlerimizin
muazzez ruhunu muazzep bir hâle döndürüyordu.
Tarihler 24
Temmuz 2020'yi gösterdiğinde Ayasofya’nın 86 yıllık paslı zincirleri adeta
manevî bir balyozla kırıldı, tuz buz oldu. Fethin şiarı olan Ayasofya çok
özlediği hürriyetine kavuştu. Hıristiyan dünyasının ayağa kalkması, büyük
tepkilerin olması beklenirken birkaç cılız tepki dışında çok da sert tepki
olmadı. Çünkü karşılarında müstemleke değil ne yaptığını bilen, kararlı ve
güçlü bir Türkiye vardı. Öfkeyle ayağa kalktıkları gibi sükunetle yerlerine oturmasını
da bildiler. Böylece kapkaranlık bir devir kapatılarak apaydınlık bir devir açılmış
oldu. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve onu gönülden destekleyenler,
tabir caizse Yakın Çağ’ı kapatıp iman ve irfan çağını açmış oldular. Böylece
bir hicaptan daha kurtulduk.
Ayasofya, Müslüman-Türklerin
kızıl elmalarından biriydi.
86 sene
boyunca özelde söylemek gerekirse millet, genelde söylemek gerekirse ümmet esarete
mahkum edilen Ayasofya’yla imtihan edildi. Bu topraklarda yaşayan Müslümanlar
olarak tavırlarımız sınandı. Nice nesil bu imtihanı kaybetti. Ayasofya’nın
ibadete açılması İslâm ümmetinin paryalıktan kurtulup uyanışına vesile oldu. Kısmen
de olsa çil yavrusu gibi dağılan Müslümanların kenetlenmesi sağlandı. Ayasofya
bizi bize bağladı. Yüreklere inşirah neşvesi kattı. Müslümanlar olarak
kaybettiğimiz özgüvenimizi tekrar geri kazandık. Bu müspet hadisenin gözlerimizin önünde
cereyan etmesi bizleri talihli nesil kıldı.
Ayasofya,
Müslüman-Türklerin kızıl elmalarından biriydi. Avuçlarımızda tuttuğumuz kordu. Atsak
izzetimizi kaybederdik. Yanmayı göze alarak avucumuzda tutmalıydık onu. Nitekim
öyle de yaptık. Onun yürek yakan hasretini yaralı gönüllerimize nakşettik.
Ayasofya
kapalı durdukça Müslümanlar olarak bizler de hicap duyuyorduk. Çünkü o bize
Büyük Fatih'in fetih armağanıydı. Hakkıyla ve lâyıkıyla muhafaza edemedik onu. Ayasofya'nın cami hüviyetiyle
Müslümanların ibadetine açılması müminlerin hasretini ve Ayasofya’nın
gözyaşlarını dindirdi. Müminler olarak ilk kez kafamızı kaldırdık yukarı.
Ayasofya, İstanbul'un
fetih şiarıydı. Anamızın ak sütü gibi temizdi ve helâlimizdi. Yani bizimdi bu
kutlu mabet. Aslında tekrar cami oluşu bir lütuf değil çok masum bir hakkın
teslimiydi. Üstelik tesliminde geç kalınmıştı bile. Bir kısım ayak oyunlarına
kurban edilmişti. Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, bu kutlu mabedi
ibadete açan devlet adamlarının adı tarihe altın harflerle yazıldı. Tarihten
önce de milletin gönlüne yazıldı isimleri.
Birbirinden
güzel halılar Ayasofya’nın mermer taşlarına boydan boya serildi. Aslında halı
bile sermeye gerek yoktu. Sırtımızdaki ceketi çıkarıp seccade niyetine
kullanabilirdik. Zira neredeyse bir asırlık özlemden sonra soğuk mermerler
üzerinde bile namazlarımızı kılmaya razıydık. Rabbim bu güzellikleri bizlere
nasip etti. Böylece 86 yıllık hasret sona erdi. Hepimiz şükür secdesine durduk.
Ayasofya’nın kadim minareleri ve kubbeleri Bilâlî ezanlarla çınladı. Ayasofya'nın
açılmasıyla birlikte Müslüman Türk’ün bahtı da açıldı. Elhamdülillah!...
Ayasofya'nın minarelerinden beş
vakit ezan okunması bizim için bir nimet ve iftihar vesilesidir.
Kelime anlamı "kutsal
bilgelik" olan Ayasofya klasik Roma mimarlık ve mühendislik şah eseridir.
1453 yılından beri tam 570 yıl boyunca Osmanlılar tarafından muhafaza edilerek
bugünlere sapasağlam bir şekilde getirilmiştir. Aslında mevcut Ayasofya üçüncü
binadır. Bu kadim mabet Mimar Sinan'ın restorasyon çalışmaları sayesinde
ayaktadır. Osmanlı baş mimarı Sinan, 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onarmış,
binaya takviyeli duvarlar yapmıştır.
Fetihten sonra hemen onarılıp camiye
dönüştürülen Ayasofya, zaman içerisinde minareler, şadırvan, sebil, medrese,
sıbyan mektebi, kütüphane, türbeler, imarethane ve muvakkithane gibi
müştemilatla zenginleştirilmiş, bir külliyeye dönüştürülmüştür.
Ayasofya,
Bizans'tan (Haçlı'dan) sonra İslâm'ın inkişaf ettiği, İstanbul fatihi II.
Mehmed'in milletimize yadigârıdır, çok aziz bir hatıradır. Bu büyük padişahın
vasiyetini yerine getirmek İstanbul'un ve İslâm'ın varisleri olarak boynumuzun
borcuydu.
Bir zamanlar
kendini Müslüman addeden herkesin en büyük hayali (ideali) olan Ayasofya'nın
ibadete açılması hadisesi günümüzde gerçek oldu. Aslında bu büyük bir devrimdir
Türkiye ve İslâm dünyası için. Fakat bizler bu büyük nimetin kadrini de
bilemedik. Bu büyük değişimi ve dönüşümü sıradanlaştırdık. Belki de
itibarsızlaştırdık. Oysa birkaç nesil bunun davasını güttü, büyük heyecanını
yaşadı. Gün geldi bir yiğit bu hayalimizi gerçeğe dönüştürdü. Bu, cumhuriyet
tarihinde Müslüman Türkler için bir dönüm noktasıdır. Nimetin şükrünü eda etmek
lâzım. Aksi takdirde hiç tahmin edemeyeceğiniz bir zamanda elinizden uçar
gider. Ayasofya'nın dimdik ayakta oluşu ve minarelerinden beş vakit ezan okunması
bizler için bir nimet ve iftihar vesilesidir. Bunu büyük bedeller ödemeyenler
anlayamazlar.
Ayasofya, aziz İstanbul'un
belleği ve tapu senedidir.
Ayasofya
bizim namusumuzdur. Gönül bahçelerimizin iri gülüdür. İstanbul'un belleği ve
tapu senedidir. Sözlerimi fethin sembolü olan Ayasofya Camii'nin henüz
zincirlerinin kırılmadığı mağdur ve mahzun günlerine dair kaleme aldığım bir
şiirimle bitirmek istiyorum: "Mazlumların
âhıydın sen /Ayasofya, Ayasofya!/Mabetlerin şahıydın sen/Ayasofya,
Ayasofya!//Ne kahırlar taşıyordun/Nice çağlar aşıyordun/Hazanları
yaşıyordun/Ayasofya, Ayasofya!//Seni tahttan indirdiler/Mazlumları
sindirdiler/Sırtına yük bindirdiler/Ayasofya, Ayasofya!//Perde indi
izanlara/Derdin sığmaz mizanlara /Hasret kaldın ezanlara/Ayasofya,
Ayasofya!//Fatih’imin hatırası/Müminlerin has duası/Bitir artık kadim
yası/Ayasofya, Ayasofya!//Nice yıldır yaşlı gözün/Yanıp köz köz oldu
özün/Aydınlıktır o ak yüzün/Ayasofya, Ayasofya!//Hakk adını anansın sen/Dualara
kanansın sen/Bir mum gibi yanansın sen/Ayasofya, Ayasofya!//Yokuşlara döndü
düzün/Bir yanın kış, biri güzün/Müminlere hasret yüzün/Ayasofya,
Ayasofya!//Hakk’ın kutlu yapısısın/Yakarışın kapısısın /İstanbul’un
tapususun/Ayasofya, Ayasofya!//Hesabını soracağız/Zincirini
kıracağız/Secdegâhlar kuracağız/Ayasofya, Ayasofya!"
Rabbimize nihayetsiz şükürler olsun
ki Ayasofya'mız artık paslı zincirlerini kırarak tutsaklıktan kurtulmuştur.
Artık hazanları değil ilkbaharları yaşamaktadır. Sırtındaki ağır yükü de çok
şükür atmıştır. Artık minarelerinde günde beş vakit ezan okunmaktadır.
Dolayısıyla ezanlara olan hasreti de dinmiştir. Yine yas tutma seansları da
sona ermiştir. Gözlerindeki son damla kanlı yaş da silinmiştir. Dik yokuşları
da düze dönmüştür elhamdülillah.
Mabetlerin şahı, yüreklerin inşirahı
olan Ayasofya, kışın ve güzün uzağında baharı yaşamaktadır. Müminlere olan
hasreti de vuslatla neticelenmiştir. Neticede zincirleri kırılmıştır, 86 yıllık
hesap sorulmuştur, nihayetinde de şükrolsun ki secdegâhlar kurulmuştur. Ayasofya
sevdalıları için yepyeni bir çağ başlamıştır. Bizlere bu güzellikleri bahşeden
Rabbimize nihayetsiz hamdü senalar olsun. Buna vesile olanlar da iki cihanda
aziz olsunlar.