
Geçmi̇şi̇n aynasindan yansiyan pulathane
M. NİHAT
MALKOÇ
Zaman akıp gidiyor bir nehir misali… Geceler uzuyor
Akçaabat’la bütünleşen rüyalarımda. Hareleniyor mazinin gölgesi son deminde
hatıraların. Karanlığın kalbinde yatıyor aydınlığın sureti. İçimdeki yangını
söndüremiyor Akçaabat sebilleri. Bir çınar zaman perdesini kaldırıp bakıyor
yaşanan zamana. Karadağ’ın etekleri tutuşuyor hasretimden. Başımda düne dair
gizli bir sevda… Bağda gülüm soluyor; ocaklarda kül oluyor nihayet… Gözlerim
ufukta şafağı bekler durur. Sözler ağıt sıcaklığında, yürekler darmadağın… Gel
de toparla paramparça olmuş duygularımı.
Akçakale’de denizin mavisi dağların yeşiline karışıyor. Bir
zeytin dalı uzatıyor asık suratlı barutla beslenen çağa. Eli havada kalıyor bir
süreliğine. Yakamozlar mavi sulara bir şeyler fısıldıyor sanki. Heybeme doluşan bir demet hülya, yalnızlığıma
karışıyor. Bir dilencinin umudu parlıyor sönük ferlerimde. Bu şehir paramparça
eder uykularımı. Arada bir şeytan yoklar nefsimi. Özleyen bir bakışta dile gelir
anılar. Çayın deminde bulurum hüznün yeşilini. Bütün sayfalarını okumak isterim
Akçaabat’ın ak kitabının. Siyah-beyaz resimlerin cümlesine dalmak isterim
hasret kıvamında. Eski zaman şarkılarında sen söyleniyorsun Akçaabat, seslerin
en yumuşak tonunda. Rüzgâr bana koşuyor alıp da kokunu kollarına. Sürgüne
adanmış bir çocuğun gözyaşlarının tuzunda buluyorum seni. Saydam bir bulut gibi
belirirsin göklerimde. Yüzümde damlalar, kulaklarımda eski bir besteyi andıran
yağmur sesleri…
Akçaabat, geçmişin hayaliyle uyuyor zamanın koynunda… Ak
Cami’nin kubbelerinin sessizliği hatıralara yaslıyor başını. Bir martı simit
bekliyor cami avlusunda. Zümrüdüankalar dadanıyor sana dair masallarıma.
Yağmalıyorlar düşlerimi. Gecenin ayazında içimi senin sevginle ısıtıyorum.
Gökte dolunay serenatlar diziyor güzelliğine.
Karanlığın pençesinde dağılıyor uykularım. Yalnızlığın uzun bestesi
kulaklarıma değiyor gramofonda. Büyüdükçe büyüyorsun yalnızlığımda. Göçmen kuşların kanatlarına yazıyorum adını;
götürsünler adını ve kokunu uzak diyarlara. İsmini ezberlesin hasedinden
çatlayan şehirler; seni ansınlar her gece…
Deniz kucaklıyor şehri büyük bir arzuyla… Akçaabat göz
kamaştırıyor sahilde. Dalgalar öpüşüyor kıyılarla. Takalar ufka umut taşıyor
gecenin sabaha dönüştüğü vakitlerde. Her gurup vakti suları ateşe veriyor gizli
bir el… Yüreğimde birikiyor dolunaydan damlayan parıltılar. Gamı kasveti
sürüyorum namluya. Çözülüyor yürekçiğin düğümleri. Kan kırmızı şafaklarda
büyüyor arzularım damar damar…
Sargana’da uhrevi ve sonsuz bir uykuda melek kanatlı ruhlar…
Ölümün rengi gülkurusudur bu adsız mezarların gölgesinde. Korkular manevî ıtır
kabilinden kokulara karışır mezar taşlarının âlemlerin ötesine bakan esrarlı aynalarında.
Kırılır faniliğin boynundaki tasmalar. Dağılır göklere gönüllerden dudaklara
yansıyan tebessümler. Buz tutan alnıma uzanır sımsıcak bir el… Okşadıkça başımı
unutturur bana yetimliğimi, öksüzlüğümü… Lodosların dağıttıklarını kıble
rüzgârları toplar yeniden.
Şairlerin yüreğine düşen ilham olursun Akçaabat... Defterler
dolusu şiir yazılır senin için. Sırça köşkler kurulur yakuttan kelimelerden. Denizler
mürekkep olsa yetmez güzelliğini tasvire. Pulathane, kimliğimde yazılan altın
yaldızlı bir ad olur. Duygularımı, düşüncelerimi, serzenişlerimi ifşa eder
zamana boy gösteren güzelliğin. Geleceğimi kuran bilge bir mimardır Akçaabat…
Güldüğümde de, ağladığımda da onunlayım hep… Odur beni ilk teselli eden sırdaş.
Sırtımı sıvazlayan odur elbette. Caddeler, sokaklar taşır geçmişin taş kesilen
ağır yükünü. Nazlı şehrin yemyeşil gözleri kalır bende; bir yağlıboya resim
olur tuvalimde. Bir bengisu olur düşer yangınlarıma. Erenlerin zengin ruh
ikliminde tamamlanır ruhumun eksik yanları…
Sonsuzluğa şahitlik eden göklerin altında her güne yeni
umutlarla başlar Akçaabat… Bilir ki her gün taze bir başlangıca gebedir. Bilir
ki umutlar insanın en darda kaldığı anlarda yetişir imdadına. Umut bahçeleri
kuruyunca ölür insan… Hızır’ı çağırır içinden çıkamadığımız zorluklar…
Pulathane, geçmişin sırlarına bürünür aşkın koyu maviliğinde. Medeniyetin
beşiği olur şehrin zamana uzanan kalbi. Gece, kötülükleri örter o yumuşacık ipek
tülüyle; kuru bir yalaz değer soğuyan kalbine.
Sahil koridorunda uzayıp gider, başka şehirlere benzemez
Akçaabat… Şairlerin diline pelesenk olmuştur. Kesin çizgilerle çizilmiştir
maziyle bugün arasındaki sınırları. Sonsuzluğun sırrı ifşa olmuştur bakır renkli
ufuklarında. İslam’ın ‘eren’i, Türk’ün ‘alp’ motifiyle sarmaş dolaş olmuştur.
Cetlerin ruhu dört bir yanına sinmiştir şehrin. Tarih burda efsaneler kadar
süslü ve görkemlidir. Akçaabat bu yönüyle yaşanan zamana sığmaz, taşar
geleceğe. Konuşur cümle eşya lisan-ı haliyle. Geçmiş, dile gelir mahallelerin
izbe sokaklarında. Hepsi de Akçaabat’ın sesi, rengi ve ahengi olurlar zaman
tünelinden geçerek… Haçkalı Baba uhrevî bir âleme bakar göz ucuyla. Sırlar ifşa
olur zamanın sihirli aynasında. Dünün hatırası kıskandırır bugünkü köhne
zamanı. Geleceğin rüyasını görür servilerin altında sonsuzluk uykusuna yatan
yiğitler…
Su gibi berrak ve azizdir Akçaabat’ın bugünden, aydınlık
geleceklere bakan gül yüzü. Suların sesinde aydınlanır şafaklar... Suyun
rüyasını görür bahçelerde açan nergisler…. Sudan ibarettir geleceğe uzanan aydınlık
düşler… Sebillerden akan sular bizi su gibi akıp giden hayatları tefekküre
götürür. Gönül bahçesinde açar rengarenk şükür çiçekleri. Ruhumuzu besler
şadırvanlardan boşluğa düşen su sesleri. Oluklardan akan her damla su adeta
berceste bir mısraya dönüşür. Türküler bu şiirlerin serinliğinde yankılanır,
öylece kuşatır sonsuzluğu. Şiir gibi özün özüdür Pulathane’de göze takılan her
şey… Orta Mahalle geçmişten bugüne köprü kuran yekpare bir anıttır. Gözler
kolay kolay toplayamaz dağılan nazarlarını.
Akçaabat içimize tılsımlı bir ayna tutar günün beş
vaktinde. Ruhumuzun düğümlerini çözer mermer mezar taşları. Sargana’nın
yiğitleri Akçaabat’a bir iri gölge olarak düşer şafakta. Göğüs kafesine
sığmayan yürekler bütün kâinatı bir noktaya dönüştürür. Kutlu rüyalar şekil
verir şehrin yakuttan saltanatına. Hak dostlarıyla, ulemasıyla kalpler Akçaabat
için atar her dem... Pulathane, doğunun gizemiyle uyanır her sabah… Şehrin
ortasındaki mezarlıklar, yaşayanlara nice ölümsüz nasihatler fısıldarlar.
Burada ölümün yanı başında yaşar diriler. Her kabirden bir el uzanır âlemlerin
ötesine. Akçaabat her iki âlemi aynı zamana sığdırır, yaşar ve yaşatır öylece.
Akçaabat için söylenen her söz, zihnin duvarlarına nakış nakış işlenir.
Maneviyatla örülmüştür bu şehrin ak geçmişi. Zira Akçaabat
ezan vakitlerinde secde eder Rabbine. Kavaklı Rahman Camii ölümü çağrıştırır önünden
transit geçen dirilere. Hayatla ölümün aslında birbirine çok yakın iki dost
olduğunu, ölümün insanlığı sonsuzluğa taşıdığını, bir at gibi kapımızda
kişnemesine rağmen hiç de öyle huysuz olmadığını fark ederiz. Tam bu sırada Yunus’un
“Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedî varsın” dizesi ruhlara su serper. Yeter ki
uzun yolculuğa çıkmadan azığımızı hazırlayalım. İşte o zaman ebediyetin nuranî
yüzü belirir sandukaların yemyeşil örtüsünde. Sargana’nın yiğitleri, ölümü
munisleştirirler bu iklimde. Şehitlerin gönlünde açar ebediyet çiçekleri.
Taçlar ve tahtlar ellerinin tersiyle itilir. Gözlerin türbelerde dolaştığı sırada
Üstad Necip Fazıl’ın ölüme dair şu dizeleri çarpar kulaklarımıza:
“Öleceğiz
müjdeler olsun müjdeler olsun
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun”
Ak
şehirler ak düşler görür sabahlara akan uzun gecelerin koynunda. Akçaabat’ta
her mevsim, baharın rüyasını görür derin uykularında. Güzeller ellerinde
testilerle salına salına suya gider. Elleri kınalı, gözleri sürmelidir
Akçaabat’ın ak yürekli güzellerinin. Onlar ki yaralı gönlümü zincirleyen birer
sevgi avcısıdır.
Kentin dört bir yanında güzellikler boy
gösterir gözlere. Erguvanların kokusunu özler bahçeler. Donanmalar geçer masmavi
gönül sularından. Görkemli bir mazi soluklanır kılıçların gölgesinde.
Gerçeklerin aynasında dili tutulur yalanların. Bir somun ekmek doyurur gözümüzü
gönlümüzü. Tanyeri ağaranda uyanırız derin düşlerden. Kalmaz ruhumuzda bir eser
o eski gülüşlerden. Akçaabat’ı her düşündüğümüzde hasretten kor ateşler düşer yüreklere.
Yalancı baharlarda açmaz çiçekler. Erguvanlar harabelerde de boy verir inadına.
Hafızalar yosun tutar geçmiş zamanların dalgalı sularında. Kavuşmaktan başka
ilaç kâr etmez ak şehri özleyen yaralı gönüllere.
Siz
gül yüzlü Akçaabat’ı hele bir de tabiat derin uykusundan uyanınca görün. Deniz
herkesten erken uyanır masmavi uykusundan. Kıyıları döver hırçın dalgalar.
Balıkçılar ağlarını atmış, nasiplerini beklemeye başlamışlardır besbelli. Yeşil
elbisesini kuşanan kent, Da Vinci’yi bile hasedinden çatlatır. İlahî kudretin
elinden çıkmış bu harikulade resim... Bu tabloda dağ çiçekleri apayrı bir yer
teşkil eder. Bütün güzellikler bizde Allah’ın kudretine ayna tutar. O renk
cümbüşü şehre ayrı bir güzellik katar; bahar şarkıları söyler kulağına. Serenatların
dekoru olur bin bir renkli çiçekler... Hayatın diriliği, tabiatın canlılığı
seherlerin gölgesinde daha bir belirgindir. Bu doyumsuz ve gözde manzaralar ruhumuzun
açlığını giderir, uhrevî bir sofra sunar bize. Bu sofrada doyururuz aç
ruhlarımızı, bakışımız nurlanır bu eşsiz güzelliklerde.
Pulathane
zamanın sonsuzluğuna açılan bir koridordur, bir açık hava müzesidir. Kökleri
zamanı kavramış, toprağı sımsıkı kucaklamış ulu bir çınardır bu kent... Hamsi
gibi ele avuca gelmez insanların hayata nasıl hükmettiklerini, onu nasıl yirmi
dört saat boyunca atan bir nabız haline getirdiklerini bu topraklarda
görürsünüz rahatlıkla.
Akçaabat
hatıraların sonsuzluğa uzanan mahşeridir bir anlamda. Arzla arş arasında
yaşananlara tanık olmuş bu şehir... Bu kentin ruhunu anılar diriltir ancak.
Aslında eşyanın suretinde ifadesini bulur bu kadim hatıralar. Onları
okuyabilmek için köklü değerlerle dost olmak, varlığın içyüzünü anlamak, hayatı
içselleştirmek yeterlidir. Kovaladığınız her iz, sizi zamanın mahşerine götürecektir.
Eşyanın dile geldiğine, zamanın bir gölgeden ibaret olduğuna, hakikatlerin her
köşe başında sizi beklediğine şahit olacaksınız. İşte o zaman muhayyilenizi çöplüğe
döndüren ayrıntıların, gerçekleri perdelediğini üzülerek göreceksiniz.
Pulathane sizi doğumla ölüm arasında tılsımlı bir aynada yansıyan eşyanın hakikatine
götürecek. Bunu görünce sizi mahveden ‘ben’den uzaklaşıp içinize ayna
tutacaksınız. O sihirli aynada göreceksiniz yarınlarınızı. Akçaabat o sihirli
aynada göz kırpacak aydınlık yarınlarınıza.
Akçaabat
bir kimliktir aslında. Bu kimlik sizi zamanın ötesine taşır, ruhunuzdaki
kirleri temizler. Suların şırıltısında bet seslerden azade olursunuz.
Hasretleriniz, ıstıraplarınız, sevinçleriniz, ümitleriniz, geçmişiniz ve
geleceğiniz birbirinin elinden tutarak sizi selamet sahiline ulaştırır.
Rüyalardan arda kalan hüznü dağıtır Akçaabat’ın doyumsuz güzelliği. Akçaabat’ta
düşler ve düşünceler hep ayaktadır, diridir. Ölülerin bir yüzü dünyaya bakar,
dirilerin de bir gözü uhrevî âleme dönüktür. Akçaabat, şairlerin ve yazarların
düşlerinde soluklanmaktadır miş’li geçmiş zamanlarda. Bu şehir beslemektedir
gizli arzularımızı. Akçaabat huzura uzanmaktadır günün her saatinde; camileriyle,
türbeleriyle, ölüleriyle ve dirileriyle… Tarih bunları kaydetmektedir hep... Akçaabat
geçmişinden hız alarak 2018’li yıllara azimle ve cesaretle yol almaktadır.