Card image cap
Do, re , mi̇ ... es ! (? )

Çığlık çığlığa bağırdı insanlar : " Öldü ! " diye... " Hayır , olamaz ! " dedi adam şaşkınca.İrkildi canhıraş karmakarışık çığlıklar da. Koştu nefes nefese telaşla odaya.

                                                         Ve upuzun yatırılmış, üstü örtülü melek sessizliğindeki eşine yaklaştı, diz çöktü önce ve uzandı yanına . Açtı yüzünü, gülüyordu kadın. Açık kalmıştı gözleri. Sözünü tutamamanın mahcubiyet ifadesi vardı donuk bakışlarında.Sıcacıktı elleri. Kulağını yanaştırdı dudaklarına, anlayamadı nefes alıp alamadığını." Hadi kalk kadınım, yeter bu kadar şaka " dedi. Cevap alamayınca " Sözün vardı, bırakıp gitmeyecektin ya hani.." dedi ve kalktı, balkona çıktı perişanca.

 

                                 Nefes, evet nefes almalıydı .İnanılır gibi değildi. Çocuklarını çağırdı. “Yavrularım ! Bir gidin bakın ne olur. Anneniz ne yapıyor? Ben anlayamadım bir şey . O hiç şaka yapmayı sevmezdi oysa. Merttir, sözünü hep tutar. Bana sözü vardı o beni yalnız bırakmaz ! Anlaşmıştık yıllar önce; beraber gidecektik ebediyete !”

dedi. Çocukları gitti ve çığlıkları çığlıklara karıştı.

                                               

                                           Bir birlerini görmeden en çok bir ay durmuşlardı onlar o zamana kadar. Ya şimdi ? Şimdi o kadar da duramayacaktı adam. Ve öyle oldu, ne kendi yalnız kalabildi ,ne de eşini bir gün  bile yalnız bırakamadı.

 

Gidenlerin arkasından

Nasıl da bakarız

Ne ağıtlar yakarız...

 

Bakışlarımız aynı

Aynı yüzlerimiz

Ağlar da durur

Biçare, mahzun

Gözlerimiz . 

 

                                             Defnettiler hazin bir törenle.Ve akşam dönmedi adam eve ! Aradılar her yanı  aile efradı, birkaç dostu , belki de birkaç arkadaşı. Yoktu ! Yoktu !.. Etraf ; kar, tipi , fırtına, tufan adeta. Donmuştu sular bile.

                                         “ Acaba ? Olur mu olur!” dedi birileri. ”Mezarlığa, eşine gitmiştir. Yalnız kalmasın, üşümesin diye.” Gece yarısını çoktan geçmiş, az sonra ezan okunacaktı. Beklediler ve günün ilk ışıkları ile evlatları çıktılar yola,birkaç yaşlı hısım, akrabasıyla. Arayıp sormazlardı aslında, telaşlanmışlardı galiba onlarda.

                                     Kıranköy mezarlığına koştular bir umutla. Annesinin mezarı kaplanmıştı diz boyu karla.Ve bir ayak  gördüler . Bağırdı oğlu; “ Babam o!” Aldığı ayakkabıdan tanımıştı. Kürüdüler karları ve  babalarının cansız bedenini buldular annelerinin mezarı başında. Yüzü koyun , elleri toprağı açmak istercesine . Mosmordu . Donmuştu.Onsuzluğa dayanamamış ,mahcup olmasın tek kalmasın diye sonlandırmıştı adam hayatını. Çevirdiler. Ve mutlu bir gülüş birikmişti yüzünde. Kavuşmuştu işte eşine. Gasilhanede yıkadı onu Ğassal ve yumuşadı kaskatı vücudu. Şimdi daha belirgindi yüzünü saran mutluluğu. Ve sade bir törenle defnettiler , o sevdalısı olduğu eşinin yanına. Kavuşmuşlardı; uzansalar ellerini tutacak gibiydiler. Evlatları artık hem yetim ve hemde öksüz kalmışlardı.

                                     O denize karışan kabuk sahile vardı birden; koştu adam can havli ile oturdu içine. Bir dalga vurdu sert ve hazince  ; aldı götürdü adımı derinliklerde eşinin yanına ve geldikleri yere…

                                            Sarardı o an ağacın yaprağı ve düştü toprağa. Bir kısmı buharlaştı gökyüzüne ulaştı ve ruhları kaldı bulutlarda. Kalan yaprak çürüdü ve o damlaların bir kısmı ile toprak oldu.

                                          Yağmur mevsimiydi , iri iri yağmur tanelerinde açan güneş ışınlarında oluştu gökkuşağı, yedi rengiyle.  İşte o gün yağmurlarda oluşan gök kuşağında el ele gördüler ikisini. Gülüyorlardı ! Kavuşmuşlardı.

                          

                              Her gök kuşağında oradaydılar. Devam etti hep     

                                                  Gökkuşağında sevdaları…