Card image cap
Di̇l yarasi

“Türkçe giderse Türkiye gider !” - 
1930 - 1950 yılları arasında ve 
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra;idare, 
hukuk, eğitim, maliye vb. gibi alanlarda da 
dilde büyük değişiklikler yapılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında; 
meclise-kamutay, milletvekiline- saylav, 
valiye- ilbay, 
kaymakama- ilçebay, 
maarif müdürüne- kültür direktörü denmeye başlanmıştı. 
Fakat bunlar benimsenmemiştir.

1950-1960 yılları arasında 
bakanlıkların isimleri de değiştirilmiştir: 
Başvekâlet – Başbakanlık; Başvekil - Başbakan; 
Dahiliye Vekâleti - İçişleri Bakanlığı; 
Hariciye Vekâleti - Dışişleri Bakanlığı; 
Millî Müdafaa Vekâleti - Millî Savunma Bakanlığı; 
Ziraat Vekâleti - Tarım Bakanlığı; Sıhhat ve 
İçtimai Muâvenet Vekâleti - Sağlık Bakanlığı; 
Münâkalât Vekâleti - 
Ulaştırma Bakanlığı; İcra Vekilleri Heyeti de 
Bakanlar Kurulu oldu. 
İşin ilginci, yeni nesil artık bu isimlerin 
önceki karşılıklarını tuhaf karşılamaya başlamıştır.

Osmanlı Devletindeki Harbiye Nezaretinin ismi, 
Cumhuriyet döneminde Millî Müdafaa Vekâleti, 
sonra da Millî Savunma Bakanlığı oldu. 
Ordunun en üst komuta kademesi olan 
Erkân-ı Harbiye Umumî Riyaseti, 
Genelkurmay Başkanlığı; en üst komutanın unvanı da 
Erkân-ı Harbiye Reisi iken, 
Genelkurmay Başkanı oldu. 
“Nefer”in adı asker, zabit’in ki de subay olarak değişti.

Ordumuzda bugün; 
“istihkâm, piyade, muhabere, 
levazım, içtima, nöbet, devriye ve terhis” gibi 
tarihî ifadelerin halen kullanıldığını ve 
hiç de yadırganmadığını görmekteyiz. 
Ancak askerî terminolojide stratejik tabirlerden 
“müdafaa”, önce “savunma” oldu. 
Zamanla “taarruz” a döndü, 
daha sonra dadeğişerek“saldırı” ifadesini aldı. 
Bu gidişle "Büyük Taarruz"a da zamanla 
“Büyük Saldırı” denilebilir.

Asırlardır Türk Ordusu’nun temel tabiri olan
"harp", "savaş"; "talim" “eğitim” oldu. 
Akabinde "talimgâh" "eğitim alanı" ; 
"talimatname "yönerge" ; 
"Mütareke" "ateşkes"; "kumandan"; "komutan", 
“Harbiye”de “Harp Okulu” oldu. Eskiden 
“Harbiyeli” tabiri kullanılırdı. 
Bugün de yine öğrenciler kendilerine 
“Harp Okulluyum” demez, “Harbiyeliyim” derler.

Tıp alanında da birçok tabir değişmiştir. 
Önceleriihtisas ve mütehassıs kelimeleri kullanılırken,uzman 
ve uzmanlıkolarak değişmiştir. 
Tıbbî branşların da isimleri değişti. 
Dahiliye mütehassısı - iç hastalıkları uzmanı. 
Cildiye mütehassısı - dermatoloji uzmanı. 
Nisaiye mütehassısı - kadın hastalıkları uzmanı. 
Bevliye mütehassısı -üroloji uzmanı. 
Asabiye mütehassısı - nöroloji uzmanı. 
Akliye mütehassısı - psikiyatri uzmanı oldu. 
Yeni tabirleri bilmeyen bir hasta, 
hangi bölüme müracaat edeceğini 
yardım almadan seçememektedir. 
Oysa önceki tabirler bildiği bizzat kullandığı özbeöz anadiliydi.

Tıpta, sağlıkta kullanılan terminolojinin ekseriyeti 
Latince ve Yunanca’dır. 
Bundan dolayı doktorların raporları anlaşılmaz. 
Yıllardır kullanılan‘teşhis’ kelimesi,
yerini“tanı” ya bırakmıştır.

Şimdi de,müşahede odası yerine 
“gözlem” ve “izlem” odası yazılmaya başlandı. 
Sosyal hayatta vak’a hadise demektir. 
Tıpta ise belirli bir hastalığa vak’a denilmektedir. 
Bazı tıpçılar ise vak’a yerine “olgu” yu kullanmaktadır. 
Hastanelerde yeni bir bölüm daha ortaya çıktı: 
“Girişimsel radyoloji”.

Hemşire, Türkçemizde kız kardeş, bacı demektir. 
Kültürümüzde önemli bir yeri vardır. 
Ecdadımız yabancı hanımlara hemşirem derlerdi. 
Sağlıkta ise hemşire, 
hastaları tedavi eden yardımcı tıp personelidir. 
Bu ifade hanımlara çok yakışıyordu. 
Üstelik hemşireler hep hanım idi. 
Şimdi erkek yardımcı personele de 
hemşire denmeye başlandı. 
Oysa hemşire deyince aklımıza hep hanım gelir. 
Sağlık Bakanlığı hanım ve erkek hemşirelere ortak, 
uygun bir tıbbî unvan verebilir.

Mâlî mevzuatta ise, Divan-ı Muhasebat - 
Sayıştay, Şura-yı Devlet - Danıştay oldu. 
Tahsisat – ödenek; tahsisat-ı mesture - 
örtülü ödenek; muhasip - 
sayman; muhasebe müdürlüğü - 
saymanlık; istihkak - hakkediş; tasdik - 
onama; vâridat - gelir; teftiş - denetim; müfettiş - denetçi; 
amme müessesesi - kamu kurumu; talimatname - 
yönetmelik; nizamname - tüzük; tamim - genelge; müteahhit - 
yüklenici; hususi sektör - özel sektör; mahallî idare - 
yerel yönetim; akit, mukavele - sözleşme; gayrimenkul - 
taşınmaz; menkul – taşınır; mükellef – yükümlü; 
umum müdür – genel yönetmen olmuştur.

Dilimizdeki en büyük tahribatlardan biri de, 
hukukî terminolojide yapılmıştır. 
Kanun - yasa; esas teşkilat kanunu - anayasa; 
Temyiz mahkemesi ise Yargıtay oldu. 
Kanun lahiyası - yasa tasarısı; kanun teklifi - 
yasa önerisi; kanun yapma - yasama; teşrîîmasûniyet - 
yasama dokunulmazlığı; müzakere - görüşme; 
celse - oturum; takrir - önerge oldu.

Müddeiumum - savcı; hâkim - yargıç; şahid - 
tanık; zanlı - sanık; muhakeme - duruşma; 
ehlivukuf - bilirkişi; tahkikat - kovuşturma; 
nezaret - gözetim; mevkuf – tutuklu; hapishane – cezaevi. 
Müşteki - yakınıcı; talep - istem; 
zabıt - tutanak; cürm-ü meşhud - suçüstü; 
beraat - aklama; müruru zaman - zaman aşımı; 
amme - kamu; amme hukuku - kamu hukuku; 
usûl, fürû – altsoy, üstsoy; örfî idare de sıkıyönetim; oldu.

Bugün hukuk fakültesinde okuyan gençlerin, 
1960 öncesi hukukî mevzuatı, kanun metinlerini 
ve muhakeme kararlarını anlaması artık imkânsızdır.

Eğitim alanında da bir kelime konuşma ve 
yazma dilimizden artık çıkmıştır. 
“konuşma yazma kelimeleri bile 
başlangıçta olumsuz anlamda, “yapma” manasındadır. 
Aslında “konuşulan ve yazılan” anlamında kullanılmaktadır.

İstiklal Marşı-Ulusal Marş; 
Talebe - öğrenci; 
muallim – öğretmen, eğitmen; 
muallime - bayan öğretmen; 
mektep - okul; sınıf - derslik; 
şahadetname - diploma; 
hendese - geometri; 
riyaziye - matematik; 
zaviye - açı; imtihan - sınav; mümeyyiz - ayırtman; 
tahsil - öğrenim; 
fail - özne; fiil - eylem; 
zamir - adıl;
 zarf- belirteç; 
sıfat - önad; 
nesir - düzyazı; mizah - komedi; 
hikâye - öykü; 
teşbih - benzetme; 
vezin - ölçü; 
kafiye - uyak; 
mısra - dize; 
vazife - ödev; 
muharrir – yazar oldu. 
Yönler de, şark, garp, şimal, cenup iken doğu, batı, 
kuzey, güney şeklinde değişti. 
Zamanla “Milli Eğitim Bakanlığı”nın adı, 
“Ulusal Eğitim Bakanlığı” olursa şaşmamak lazım.

The Oxford İngilizce/Türkçe lügatini hazırlayan 
İngiliz filolog H. C. Hony diyor ki: 
“Türkçe ahenkli ve güzel bir lisandır. 
Başka lisanlardan kelime alırken sert ve 
çirkin sesleri yumuşatıp değiştirerek 
kulağa hoş gelir hale sokmuştur. 
Halbuki yeni bulunan, 
diriltilen veya uydurulan kelimeler hemen 
daima tam manasıyla bir nefret örneğidir. 
“İlk mekteb, dahiliye, hariciye, hâkim, celse, tâbiiyet...’ 
gibi kelimeler için kabul edilen; 
‘ilk okul, iç işleri, dış işleri, yargıç, oturum, uyrukluk...”
 kelimelerini, kulaklarım tırmalanmadan ve 
tüylerim ürpermeden dinlemek ve 
kullanmak benim için imkânsızdır. 
Edebî zevk sahibi Türklerin bu hususta 
ne düşündüklerini öğrenmek isterdim!...”

“Önümüzde iki yol var:
Ya uyanıp dilimizi koruyacağız ya da iki nesil sonra
Türkiye diye bir ülke,
Türkçe diye bir dil kalmayacağını kabul edeceğiz !
Seçim sizin !
Oktay Sinanoğlu

Sevgiyle kalın.
Seyfettin Karamızrak