
Bi̇r güzel i̇nsan: muhsi̇n yazicioğlu
M. NİHAT
MALKOÇ
Her fani bir gün bu suret âleminden
hakikat âlemi olan ahrete göç edip gidecektir. “İnna lillahi ve inna ileyhi
raciun (Biz Allah’a aidiz ve (yine) O’na döneceğiz)”(Bakara 156) ayeti de bu
gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor, en büyük tonda kulaklarımıza
haykırıyor. Fakat basiret nazarları felç olmuş, duyma yetisini kaybetmiş
kişiler bunu görmekte ve duymakta acizlik gösteriyorlar. Yanımızda ve
yakınımızda yaşanan her ölüm, kulaklarımıza bir şeyler fısıldıyor, fısıltı ne
kelime, haykırıyor. Bazıları bu sese kulak tıkıyor.
Biz insanların dünyaya geliş gayesi burada mal mülk
biriktirmek değil, baki kalan bu gök kubbede hoş bir seda bırakmak olmalıdır.
Yunus’un “Mal sahibi, mülk sahibi/Hani bunun ilk sahibi?/Mal da yalan, mülk de
yalan/ Var biraz da sen oyalan” dizeleri bizlere hayatı özetlemiyor mu? Sözün
bu noktasında yine o büyük ozan Yunus Emre’nin “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm / Yiğit iken
ölenlere gök ekini biçmiş gibi” dizeleri geliyor aklıma. Gençken, yiğitken,
muktedirken ölmek zor… Planlar, hesaplar altüst oluyor bir anda. Biz büyük bir
iştiyakla geleceği planlarız da yüce Yaradan’ın ilahî planlamasını aklımıza
getirmeyiz hiç… Sonra bir de bakarız ki planlarımız ilahî plan karşısında
tarumar olmuştur.
Türk siyasî ve düşünce hayatının mümtaz şahsiyeti Muhsin Yazıcıoğlu’nun
müessif bir kaza neticesinde ebedî âleme göçü bana hayatın anlamını sorgulama
gereğini bir kez daha düşündürdü. Aslında her ölümden alacağımız dersler vardır. Her ölüm hayatımızı ve gidişatımızı
sorgulamaya sebep teşkil etmelidir. Ölmeden evvel nefis muhasebesi yapmalıyız.
Türkiye, Muhsin Yazıcığlu’nun kaza geçirdiği haberini
alınca halkın dikkatleri bu noktaya kilitlenmişti. Günler süren arama
çalışmaları netice vermese de herkeste bir umut vardı; ta ki enkaz bulunana
kadar… Bu ülkeyi seven herkes onun ölüm haberini alınca fazlasıyla üzüldü,
kahroldu. Hissiyatı ifade edecek sözcük bulmakta zorlandı diller ve gönüller…
Çünkü o, Türk halkını kucaklamıştı, vefalı Türk halkının nabzı da onunla
birlikte attı. Milletin değerleriyle beslenenleri bu millet asla unutmaz,
bundan sonra da unutmayacak. Muhsin Başkan da bu millete sevdalı bir yiğit
insandı, kalbi bu millet için çarpıyordu.
Taviz veremeyeceği ilkeleri vardı Yazıcıoğlu’nun… Tutarlı
ve ilkeli bir insandı yani… Bizden biriydi Muhsin Reis… İçimizden biriydi. Bizi
en iyi o anlardı. Hak ve hakikat yoluna revan olmuştu o… Uzun yıllar
hapishanenin soğuk beton duvarları arasında ışıktan yoksun yaşasa da ona bu hayatı
reva gören devletine küsmemişti hiçbir zaman... Ülkemizin hamisi olan orduya
karşı olmadı hiç, aksine bu peygamber ocağını yüceltti hep… Devlet, hata yapsa
da onun gözünde büyük bir değer ifade ediyordu. Birileri devlet adına hata
yapsa da devlet korunmalıydı. Devlete küsmek yerine, ayrık otlarını temizlemek
gerekirdi. Kurduğu siyasî teşkilatın taraftarlarının oy oranı ikili rakamlara
hiç ulaşamadı. O, çok istemesine rağmen
hayatı boyunca Büyük Birliği gerçekleştiremese de ölümüyle Büyük Birliği gerçekleştirdi.
Taraflı tarafsız herkes onun ölümüne gözyaşı döktü, üzüntüsünü dile getirdi.
İnsanlar lider olarak mı doğarlar, yoksa gayretleriyle
sonradan mı lider olurlar? Bu hep tartışılmıştır. Aslında bana göre insanların
genlerinde liderlik özellikleri varsa ve bunu gayretleriyle pekiştirirlerse iyi
bir lider olarak halkın önüne çıkarlar. Yani liderliği sadece gayrete ve mizaca
bağlamamak gerekir. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na bu pencereden baktığımızda onun
genlerinde olan liderlik özelliklerini gayretleriyle ileri noktalara
götürdüğünü görüyoruz. O, bunu halkın nezdinde oya dönüştürememişse de toplumun
gözünde büyük itibara ve güvene sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Öğrencilik yıllarından müessif bir kaza neticesinde aramızdan ayrılmasına kadar
yaşadığı dönem içerisinde kitleleri peşinden sürüklemesini bilmiştir; ilgi
odağı ve çekim merkezi olmayı başarmıştır. Onun adı insanlarda hep güven
duygusunu çağrıştırmıştır. Sivas’tan yola çıkarak Anadolu’ya ve Türkiye’nin
dört bir yanına ses veren Muhsin Yazıcıoğlu, zamanla dürüstlüğün sembolüne
dönüşmüştür. Siyasî olarak onun gibi düşünmeyenler bile onun bu yönünü teslim
etmişlerdir.
Türkiye’nin güzel insanlarından biriydi Muhsin Yazıcıoğlu…
Bir siyasî lider olarak değil, bir gönül insanı olarak bende de derin izler
bırakmıştır. 1954 yılında Sivas’ın Sarkışla ilçesi Elmalı Köyü’nde
bir çiftçi ailesinin oğlu olarak doğan Muhsin Yazıcıoğlu, ismiyle müsemma
insanlardan biriydi. Zira “Muhsin”in kelime anlamı “iyilik eden, cömert,
Allah’ı görür gibi ona ibadet eden” demektir. O da Türkiye’nin güleç yüzlü,
cömert, dik duruşlu, İslam davasını kuşanan, altın kalpli insanlarının en
dikkate değer olanlarındandı. İlk ve orta öğrenimini Şarkışla’da yapan
Yazıcıoğlu; Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde
tamamlamıştı. Fakat mesleğini yapmayı hiç düşünmemişti. Zaten okumak için
Sivas’tan Ankara’ya geldiğinde kendini bir anda siyasetin yoğun ortamı içinde
bulmuştu.
“Muhsin
Yazıcıoğlu henüz 14 yaşındayken dernek çalışmalarına başladı. Şarkışla’da Genç
Ülkücüler Hareketi’ne katıldı. Ankara’ya geldikten sonra ise, Ülkü Ocakları
Genel Merkezi’nde görev yapmaya başladı. Sırasıyla; Ülkü Ocakları Genel Başkan
Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı. (1977–78). 1978’de
faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği’nin kurucu Genel Başkanı oldu. 1980
yılına kadar MHP’de Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulundu.12 Eylül 1980’de
yapılan askerî darbenin ardından, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanığı olarak
cezaevine konuldu. Beş buçuk yılı hücrede olmak üzere yedi buçuk yıl Mamak
Cezaevi’nde kalan Muhsin Yazıcıoğlu, bu davadan herhangi bir ceza almadı. Fakat
en verimli yılları cezaevinin soğuk duvarları arasında geçti, ömrü harcandı.
Cezaevinden
çıktıktan sonra, mağdur olmuş ülkücülere ve onların ailelerine yardım amacıyla
kurulan Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı’nın başkanlığını yaptı.1987’de
arkadaşları ile birlikte MÇP’de siyasete girdi. MÇP’de Genel Sekreter
Yardımcılığı görevinde bulundu.1991 genel seçimlerinde üç partinin oluşturduğu
ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu. “O, inançlarınızı Meclis’e
taşıyacak” sloganıyla, Sivas’tan milletvekili seçildi. 1992 yılı Temmuz ayında
da, “içinde bulunduğu partinin siyasî anlayışıyla uyuşamadığı için” bir grup
arkadaşı ile birlikte MÇP’den ayrıldı. 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik
Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Başkanlığına Yazıcıoğlu seçildi. 24 Aralık
1995’te yapılan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem Sivas
milletvekili olarak, yeniden meclise girdi. 28 Şubat 1996 tarihinde ANAP’tan
istifa ederek, BBP’ye döndü. O, 22 Temmuz Genel Seçimlerinde BBP’nin seçimi
protesto etmesiyle partisinden istifa ederek Sivas’tan bağımsız milletvekili
adayı olmuş, 23. dönem milletvekilliğine seçilmiştir. Sonra BBP’ye katılarak
TBMM’de BBP Sivas Milletvekili olarak partisini temsil etmiştir.”(1)
Onun hayat
öyküsünün ana başlıkları bunlar… Ayrıntılara girmeye kalksak bir yazı değil,
bir kitap yazarız belki… Zira o, dolu dolu bir hayat yaşamıştır. O, inandığı
dava uğrunda gözünü budaktan sakınmamıştır. O, 12 Eylül İhtilali döneminde
tutuklanmış, bir sürü işkencelere maruz kalmıştır. Zor günlerdi o günler…
Dilerseniz o karanlık günleri kendisinden dinleyelim: “Kollarım açık olarak, üzerime omuzumdan bir kalas
bağladılar, -T- şeklini aldım. Bir sandalyenin üzerine çıkartıldım. Kalas
tavanda bir yere çengellere asıldı, sandalye altımdan çekildi, havada
sallanarak boşlukta kaldım. O şekildeyken küçük parmağımdan ve tenasül uzvundan
elektrik verdiler. İşkenceden ziyade soyundurulmuş olmaktan etkilendiğim anlaşıldığı
için, sonraki sorgulara soyundurularak alındım.”(2)
Muhsin Yazıcıoğlu, Yahya Kemal’in ifadesini kullanarak söylersek
‘kökü mazide olan atî’diydi. Yani onun düşünceleri bu topraklardaki hâkim
zihniyet olan Türk-İslam ülküsüydü. O, Türk-İslam ülküsünü yaşatmayı görev
olarak seçmiş ve bu uğurda canını ortaya koyarak mücadele etmiştir. Millî ve
manevî kaynaklardan beslenen Yazıcıoğlu mert, dürüst, açık yürekli, cesur,
fedakâr ve samimi bir insandı. Necip Türk halkı onu böyle tanımış ve sevmişti.
Yalansız dolansız bir insandı o… Siyaseti kişisel hesapları
için değil, milletin değerlerini yaşamak ve yaşatmak için yapıyordu. Söz konusu
olan milletse tavrı belliydi; gözü pekti, sertti ve mertti bu hususta. Taviz
vermek yoktu gönül lügatinde. Fakat o aynı zamanda Yusuf yüzlüydü, Eyüp kadar
sabırlıydı, Hz. Süleyman kadar adil ve güçlü bir liderdi. İbrahim gibi,
ateşlere atılmaya her an hazırdı. Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattı
onun için…
Muhsin
Yazıcıoğlu bu ülkenin sönmeyen ışığıydı. Yunus Emre’nin sevgisi, Mevlana’nın
hoşgörüsü onun gönül dünyasının kandilleriydi. O, bazı kesimlerin yalan yanlış
bir şekilde dillendirdiği gibi hoşgörüsüz bir insan değildi. Onu öyle
göstermeye çalışanların çirkin hesapları vardı besbelli. Müslümanca yaşamak,
diri ve iri durmak hoşgörüsüzlükse bu onda fazlasıyla vardı. O, menfur bir
saldırı sonucu hayatını kaybeden, düşünce olarak kendisiyle hiçbir ortak
paydası olmayan Hırant Dink’e şiir yazacak kadar hoşgörülü bir insandı. Onun bu
tavrı bazı muhafazakâr kesimler tarafından eleştirilmişti. Televizyonda cinayet
görüntülerini seyrederken duygulanan Yazıcıoğlu, şiirinde şu duygulara yer
vermişti:
“Yine bir korku ve telaş
arasında kalakaldık
Yine ne derler diye endişelendik maktulün
başında
Timsah gözyaşlarından daha
masum değil gözyaşlarımız
Caniyi besleyen korku ve
telaşlarımız...
Hep korku ve telaşlarınızla
süslediğiniz çatışma kültürünü
İnsan hakları söylemleriniz,
medya maydanozu liberalleriniz...
Kan sızıyor Fırat’ın delinmiş
tabanından toprağına
Bağrındaki bütün Mehmetler
ağlıyor
Oğlunun adını Fatih koyan
bütün Ermenilerle birlikte...”
Muhsin Başkan, tam bir Anadolu delikanlısıydı. Edep ve
ahlak abidesiydi o… Eğilip bükülmeden de siyaset yapılabileceğini herkese
gösterdi tavır ve davranışlarıyla. İlkelerinden taviz verseydi dünyevî
makamların çoğuna erişebilirdi. Fakat o, makam mevki peşinde değildi.
Türklükten gelen alpliğe, Müslümanlıktan gelen erenliği ekleyerek sonsuzluğu
kucaklayan bir sentez oluşturmuştu. Hak bildiği yolda geri adım atmadan kararlılıkla
dosdoğru yürüdü hep... O; bir parti genel başkanı olarak değil, insan olarak
büyüktü halkın gözünde. Zira oy oranı yüzde ikilerde olan bir siyasî teşkilatın
genel başkanının bu kadar sevilmesi başka türlü açıklanamaz. Halkımız onun
sesinde kendi sesinin aksini buluyordu. Sözü ve özü birdi bu güzel insanın.
Sözünü sakınmazdı, dobra dobra konuşurdu. Bildikleri, yaşadıklarının eseriydi.
Hayatı, kitaplardan okuyarak değil, ağır bedeller ödeyerek öğrenmişti. Önce
ümmet, sonra millet gelirdi onun için. O, Resulullah’ın çizgisinde bir hayat
yaşamayı ilke edinen, öyle de yaşayan mümtaz bir insandı. Müslümanlıktan kopmuş
bir Türklük onun için bir önem ifade etmiyordu. Türklük bedenimiz, Müslümanlık
ruhumuzdu ona göre.
Anadolu’nun
sesi Muhsin Yazıcıoğlu sporcu bir siyasetçiydi. O, yoğun siyasî hayatı
içerisinde sporu hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Hayatı boyunca karateden boksa,
bilardodan at biniciliğine kadar pek çok spor dalıyla yakından ilgilenmiştir.
Onun, 55 yaşında olmasına rağmen bu kadar genç ve zinde görünmesi daha çok
sporculuğundan kaynaklanmaktadır.
Bundan sonra
hatıralarıyla yaşayacak olan Muhsin Yazıcıoğlu; milletinin dertleriyle
dertlenen, onların değerlerini değer edinen, Anadolu’nun sesini sesine katan
öncelikle bir gönül adamı, bununla birlikte yiğit bir siyasetçiydi. O;
Anadolu’nun bağrından, Sivas’tan çıkmış, içindeki cevheri kısa zamanda bütün
güzelliğiyle halkın hizmetinde kullanmıştır.
Türkiye’ye dair gül yüzlü hayalleri ve hedefleri vardı Muhsin
Yazıcıoğlu’nun… O, bütün vatandaşlarımızın,
ay-yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı bir Türkiye, imtiyazsız, sınıfsız
kaynaşmış bir Türkiye, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar kaynaşmış güçlü bir
Türk dünyası hayal ediyordu. Başörtülü ve başörtüsüz kızlarımızın üniversitede
kardeşçe okuduğu günleri hayal ediyordu. Hissiyatını şöyle dillendiriyordu: “Genç yaşta ülke sorumluluklarını
üstlenmiş bir kuşağız biz. Kendimize göre dünyayı yerinden oynatacak
ideallerimiz vardı. Tercihimiz değildi ama kavgaların girdabında geçti
hayatımız. Şimdi diyorum ki, farklı düşünceleri anlamalı ve onlardan da
zenginlik üretebilmeliyiz. Kavgaların, darbelerin sorunları çözmediğini hayat
bize öğretti. Muhtıralar gördük, ihtilaller yaşadık. Cezaevlerinde işkenceye
uğradık. İhtilalden sonra yedi buçuk yıl yatmışım, sonra mahkeme suçsuzluğuma
karar verdi.”(Muhsin Yazıcıoğlu’yla Röportaj-Mehmet Gündem-Yeni Şafak Gazetesi)
Ölümüyle
Türkiye’yi acıya boğan Muhsin Yazıcıoğlu renkli bir kişiliğe sahipti. O da başbakanımız
Recep Tayyip Erdoğan gibi şiir okumaya meraklı bir insandı. Doğrusunu söylemek
gerekirse güzel de şiir okuyordu. Yazıcıoğlu şiir okumakla kalmıyor, şiir de
yazıyordu. Çünkü o, büyük acılar çekmiş, hayatı dolu dolu yaşamış bir insandı. O, Fethi Gemuhluoğlu’nun ve Seyyid Ahmet Arvasi’nin
kitaplarını severek okurdu. Aydın bir insandı Yazıcıoğlu… Onun şairlik yönünü
ölümünden sonra öğrendi Türkiye… Mamak Zindanları’nda kaleme aldığı “Üşüyorum”
adlı şiiri gerçekten yaşanmış acı olayların fotoğrafı niteliğindedir. Bu şiirde
acının ve gözyaşının resmi var. Bu şiiri çok sevdi Türk milleti. Zira Muhsin
Yazıcıoğlu’nun acılarla dolu hayatının bir kesitini anlatıyordu “Üşüyorum”
şiiri:
“Bir coşku var içimde bugün kıpır
kıpır
Uzak,
çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim
parke parke taş duvarlarda
Açılıyor
hayal pencerelerim;
Hafif
bir rüzgâr gibi süzülüyorum
Kekik
kokulu koyaklardan aşarak,
Güvercinler
ülkesinde dolaşıyor
Bir
çeşme başı arıyorum.
Yarpuzlar
arasında kendimi bırakıp
Mis
gibi nane kokuları arasında
Ruhumu
dinlemek istiyorum.
Zikre
dalmış her şey…
Güne
gülümserken papatyalar
Dua
gibi yükselir ümitlerim
Güneşle
kol kola kırlarda koşarak
Siz
peygamber çiçekleri toplarken
Ben
çeşme başında uzanmak istiyorum;
Huzur
dolu içimde
Ben
sonsuzluğu düşünüyorum
Ey
sonsuzluğun sahibi!...
Sana
ulaşmak istiyorum.
Durun
kapanmayın pencerelerim,
Güneşimi
kapatmayın
Beton
çok soğuk, üşüyorum.”
Muhsin Yazıcıoğlu bir peygamber aşığıydı. Bunu onun parti
amblemine bakarak da anlayabilirsiniz. Zira partisinin ambleminde hilalin
bağrında bir gül vardır. Fakat onun peygamber sevgisi sembollerden ibaret
değildi. O, peygamberin ağır davasını ve ateşten gömleğini sırtında taşıyordu.
Nübüvvet kaynağından beslenen bir gençliğin imar ve inşası için var gücüyle
çalışıyordu. O, Türklüğü iman nuruyla birleştirip çelikten bir irade kuşanmıştı.
Muhsin Reis, gücünü inançlarından alan, imanlı ve ihlâslı
bir neslin özlemini çekiyordu. Bizi kurtaracak, izzetimize ve iffetimize tekrar
kavuşturacak ancak bu kutlu nesildi… Bu nesil Resulullah’ı tanımakla ve onun on
dört asırdan beri hiç eskimeyen ölümsüz düşüncelerini yarınlarımızın ümidi
gençlere benimsetmekle vücuda getirilebilirdi. Yazıcıoğlu; Anadolu Gençlik
Dergisi’nin, ölümünden birkaç gün evvel kendisiyle yaptığı son röportajında
Resulullah’a duyduğu aşkın büyüklüğünü dile getirmişti. “Peygamber Efendimiz(sav)’
in ismini duyduğunuzda hissettikleriniz nelerdir?” sorusuna o, şu duygusal cevabı
vermişti:
“Hüzünleniyorum…
Görevini yerine getiremeyen bir kölenin hicabı… Onun arkasında bıraktığı
mirasa, onun istediği gibi sahip çıkamadık. Onu anlatamadık, çünkü onu
anlayamadık. Onun adını duyduğumda bu nedenlerle hüzünleniyorum. Tüm
peygamberlerin şahitlik yapacağı yargı gününde O’nun ümmetinden olma şerefini
ve liyakatini inşallah taşırım. Allah onun şefaatinden bizleri mahrum etmesin.”
(Bu duaya kim amin demez ki!....)
Muhsin Yazıcıoğlu’nun kurduğu siyasî teşkilat bir kitle
partisi değil, tabir caizse bir düşünce partisiydi. Halk bu güzel insanı
seviyor ama sandığa gidince “Nasıl olsa kazanamayacak, oyumu yakmayayım”
diyerek başka sulara yönlendiriyordu gemisini. Muhsin Reis küçük hesaplar
peşinde değildi. Gelecek seçimlerden çok, gelecek nesiller ilgilendiriyordu
onu. Bir dava adamıydı o… Davası, milletin köklerine geri dönmekten ibaretti. İman
kurtarma davasıydı onunki... Milliyetçiydi ama ırkçı değildi. “İlayı Kelimetullah” ülküsüne köprüydü
o…Müslüman bir neslin hamurunu yoğuran bir hamurkârdı o… Ruhunu kaybetmiş
kalabalıkların damarlarına Türk-İslam şuurunu zerk etmekle meşguldü. Zira ancak
feraset sahibi nesiller bu milletin güven kaynağı olabilirdi. Gençlik zamanın
akışına bırakılamazdı. Ruhları birlik ve beraberlik paydasında birleştirme
gayreti içerisindeydi o… Bunu da büyük oranda başarmıştı. Birliğe giden yolun
öncüsü olmuştu.
Muhsin’i sevdi bu millet… Ben de sevdim. Çünkü ona bakınca
bu milletin değerlerini görüyordum. Anadolu’yu Türk yurdu yapan Sultan Alparslan’ın
azametini, bu topraklara sevgi tohumları eken Yunus’un aşkını, Anadolu’nun
Müslümanlaşmasında emekleri çok fazla olan Mevlana’nın hoşgörüsünü ve
insancıllığını gördüm onda. Hakikatin aynası oldu benim için. Onun Hakk’a
varmasıyla gözyaşları sel oldu. Hissiyatı anlatmak için mürekkep bile kâfi
gelmedi. Ben de onun vedaıyla, içimdeki dalgalanmaları şu dizelerle dile
getirmeye çalıştım:
“Heybetli bir dağdın sen hey gidi
koca reis!...
Hicranın
gölgesidir yürekteki acı his
Muhsin
Yazıcıoğlu gül hasretiyle yandı
Elinde
kırmızı gül sonsuzluğa uzandı
Duyuldu
acı haber, yandı yürekler yandı
Hüzün
bulutlarıyla yaşlar göze dayandı
Dondurdu
ilikleri, işledi ruha ayaz
Kırmızı
boyun büker, karalar bağlar beyaz
Bu
zamansız ölümle dert birdi, bini aştı
Zemheri
soğuğunda yüreklere kor düştü
Ömür
denen ağacın dalına baykuş kondu
Gecenin
ayazında dondu umutlar dondu
Karanlıklar
bastırdı, battı ufukta güneş
Hissiyat
buz tutarken suları yaktı ateş
İsmiyle
müsemmaydı Sivas’ın gülü Muhsin
Zalime
demir yumruk, mazlumun dili Muhsin
Ömrünün
baharında sonsuzluğa ağla git!...
Yüce
Türk milletinin yüreğini dağla git!...
Ebediyet
yolcusu kabrine güller dolsun
Hakk’ın
sevgili kulu mekânın cennet olsun…”
Duyguları anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalır bazı
zamanlar… İşte o demlerdeyiz şimdi… Gönüllere ateş düştü, yanıyor… Gözyaşına
dönüştü acılar… Bir dağ göçtü dağların eteğinde. Yas ve hicran harmanları kurmakla
meşgul yaralı yüreklerimiz… Eylül sarısı hüzünler, gönül ağacının dallarında
yuva yapmış. Umut tomurcukları soğuğa yenildi dağların eteğinde. Yürekteki umut
teli koptu kopacak… O, meçhule yürümedi, özgürlüğü dağların koynunda aradı ve
buldu; ebedî sevgilinin mübarek sancağı altına uçtu, sığındı nurdan
kanatlarıyla. O şimdi ötelerden tebessüm ediyor sevenlerine. Yaptığı
iyiliklerin ve güzelliklerin meyvelerini topluyor. Rabbim rahmet nazarlarını
üzerinden eksik etmesin. Rabbim ahiret yurdunda, sevgililer sevgilisi
Peygamberimizin mübarek livâ-i hamd sancağı altında ümmetin bahtiyar fertleri
olarak onunla buluşmamızı nasip ve müyesser eylesin(Âmin)
Dipnotlar: 1. Muhsin Yazıcıoğlu
Biyografisi- www.muhsinyazicioglu.org
2. Muhsin Yazıcıoğlu’yla
Röportaj-Nuriye Akman-Zaman Gazetesi–06 Temmuz 2003
3. Muhsin Yazıcıoğlu’yla
Röportaj-Mehmet Gündem-Yeni Şafak Gazetesi 10 Nisan 2007