M. NİHAT MALKOÇ
Babalar günü kutlanıyor, herkes
babasına bir şeyler almanın telaşı içerisinde… Oysa sen benden çok
uzaklardasın… Toprağının yanındayım ama teninin sıcaklığından mahrumum. Güller rengini
kaybetmiş, toprak karasını alnımıza çalmış.
Şimdi bu sessizlik ortasında hem yakınız, hem de çok uzağız birbirimize…
Aradan tam on dört yıl geçti. Sene 2004…Mayısın 18’i…Şairin dediği gibi bir tel
koptu ahenk ebediyyen kesildi. Nice senelerden beri yüzünü göremiyorum, elini
tutamıyorum, yerini soramıyorum, seni unutamıyorum. Dudaklarımdan sana dair
duygular dizelere dönüşüyor. Yalnızlık, sözcüklerin ve sözlüklerin kalbine iniyor:
“Sen gittin gideli ruhum tarumar
İnsanlar cihandan acep ne umar?
Terk edilen için ömür bir kumar
O gün bugün günler geçmiyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
Üç yıl evvel, bir 19 Mayıs arifesinde herkes bayrama
hazırlanırken benim yüreğime har düştü. 19 Mayıs günü bayram olduğunu
hatırlamadım bile… Sen bir gençlik bayramında aramızdan ayrılmıştın. Bir elveda
bile demeden ötelere göçmüştün. Bir aylık tedavi süreci evde son bulmuştu.
Ötelere göçmüştün bir kuş gibi… Geride kalanlar peşinden bakakalmıştı. Yetmiş
yaşındaydın ebediyete irtihal ettiğin gün… “Yaş otuz beş yolun yarısı
eder/Dante gibi ortasındayız ömrün” demişti Cahit Sıtkı… Şairin dediğini tescil
etmiştin ölümünle. Yaz gelmişti, çiçekler açmıştı. Dallar meyveye durmuştu ama
yürek yaralanmıştı, ne fayda… Dillerden dökülen ateş gibi yakıcı sözler gözyaşlarıyla
birleşip yürekte buharlaşmıştı:
“Bir gönülün merkezine har düştü
Yaz ortası yüreğime kar düştü
Hayalimde yüceleşen yâr düştü
Hüzün bedenimden göçmüyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
Seneler ne de çabuk geçiyor. Fakat geçen zaman sana olan
hasretimizi hiç azaltmıyor. Aksine her geçen gün hasretimiz katlanıyor.
Dünyanın neşesi ve ışığı söndü penceremizde… Güneş eskisi kadar ısıtmıyor
tenimizi. Kendime olan güvenim ve geleceğe dair umutlarım eskisi kadar tatmin
edici değil. Arka dağımdın sen… Senin bence zamansız göçün umut dağlarıma
karların yağmasına yol açtı. Ruhum yaralandı dört bir yerinden. Tatlı esintiler
yerini şiddetli fırtınalara bıraktı. Baharın güzelliği gönül coğrafyamıza
uğramaz oldu. Geçen zaman, acılı hissiyatımızın üstünü örtmedi. Dizelerim
duygularıma tercüman oldu:
“Hasret kaldık, aylar geçti sesine
Bülbüller ram olur gül nefesine
Ruhun veda etti ten kafesine
Beden Azrail’den kaçmıyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
Mayıslar içimi acıtıyor senden sonra… Bayramın arifesi,
bayram neşesini alıp götürüyor. Şimdi büyük bir boşluğun ve yalnızlığın
içindeyim. Kış ortasında yorganı üzerinden alınmış körpe bir çocuk gibiyim.
Hayat devam etse de büyük bir gedik açılmış kalbimin orta yerinde. Yaşama zevkim
düne kıyasla sönmüş bir volkan gibi… Elim başıma yetmiyor, ayaklarım bedenimi
taşımıyor. Bakışlarım daha bir ürkek, çekingen, tereddütlü… Kederlerin harmanı
almış başını göğe yükseliyor. Topladığım dağ menekşeleri ellerimde kalmış,
titrek ve ürkek bakışlarım vuslatın yolunu gözlüyor. Gözbebeklerimdeki yorgun
bakışlar gittikçe ağırlaşıyor; kurşun misali içimi acıtıyor. Şafaklar daha bir
kızıl doğuyor içimize. Güneşin baygın kızıllığı, melali yudum yudum içiriyor
gönlümüze. Yokluğunu, bıraktığın izlerle doldurmanın gayretiyle günlerimi zaman
değirmeninde öğütüyorum.
Babalar günü her ne kadar ticari amaçlı bir gün olsa da
kişiler bu günde babalarını hatırlıyor, onların gönlünü alıyor. Ben bu
heyecandan mahrumum şimdi… Hediye alacağım, hâl hatır soracağım bir babam, bir
arka dağım yok dünyada. O şimdi bambaşka bir dünyada, bizce bilinmeyen bir
ortamda zaman ötesinde yaşıyor. Bu hayat, dünyada yaşananlara hiç benzemiyor.
Gidenler geri dönmüyor, geride kalanlar kaybettikleri değerleri bir daha
göremiyor. Ancak kıyametten sonra Allah’ın uygun görmesi halinde dostlar
birbirine kavuşabiliyor. Bir zamanlar yanımızda, yakınımızda olanlar artık
düşlerimizde yaşıyorlar. Babamı kaybetmenin getirdiği ruh burkuntularımı bir
şiirimde şu ifadelerle dile getirmiştim:
“Rengârenk bahardın, ağır kış oldun
Gerçek idin, şimdi bize düş oldun
Gözden akan bir damlacık yaş oldun
Göğümdeki kuşlar uçmuyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
Sana olan vefa borcumuzu nasıl öderiz baba?… Sen ki
çocukların namerde muhtaç olmasın diye gurbet ellerde yapayalnız kalmaya rıza
göstermiştin. Can parçalarını aydınlatmak için mum misali yanmayı göze
almıştın. Onlar üşümesin diye uzak dağlardan odunları sırtlayıp getirirdin. Ter
su olup boşalırdı alnından. Fakat bu, helal peşinde koşan bir babanın onur
teriydi. Okuma yazmayı ancak bilirdin. Âlim değildin ama her halden anlardın.
Yetmiş yılını sıkıntılar içinde geçirsen de hayata küsmedin hiçbir zaman. Hep
Rabbinin önünde secde ettin. Şükrün pınarlarından doldurdun tasını. Şimdi
şükredenlerin safında nimetlenenler arasındasın inşallah… Dizelerim
ruhaniyetini tasvir ederken acziyete düşüyor:
“Cennette saraylar, cehennemde nar
Kimine ağır kış, kimine bahar
Vuslat ötelerde, bize hasret var
Ömür bize ışık saçmıyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!
Adını unutturmuyor hayırların, yaşatıyor seni Hak için
verdiklerin... Kabrinin hemen yukarısında günde beş kez semaları aydınlatan
ezanlar, ruhunu rahatlatıyor muhakkak… Dünyada hayır için verilenler götürülüyor
ebediyete… Onlar mamur ediyor yalnız ve çıplak ruhları. Veren ellerde güller
açıyor. Bu dünyada bıraktıkların sana ulaşmıyor. Çünkü kişinin eliyle
verdiğidir muteber olan. Seni sonsuzluğa uğurladık, dünya kapıları kapandı
senin için. Seni anlatmak için kelime seçmekte zorlanıyorum. Umudun dağları
karla kapandı neyleyim. Şimdi rahmet çağlayanlarında serinlesin ruhun. Sözler
kâfi gelmiyor ahvalini anlatmak için:
“Bu âleme dair tükendi sözler
Perdeler inince kapandı gözler
Güneşim battı, karardı gündüzler
Huzur, talih bizi seçmiyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
Meçhule giden bir gemiyle yolcu
ettik seni. Aslında gidilen yer hiç de meçhul değil. İnananlar için cennet
bahçelerinden bir bahçe, inanmayanlar için cehennem çukurlarından bir çukur…
Sen inanan bir insandın. İnşallah cenneti temaşa ediyorsun, huzurlusun,
bahtiyarsın. Dünya perdeleri ve kapıları yüzüne kapansa da içindeki ışık,
mekânını aydınlatmaya yeter. Senin ölümün ölümlerden biri olsa da bizim için
bir ilkti. Çünkü insanın babası bir kez ölür. Bahçemiz tarumar oldu sen gittin
gideli. Güllerimiz açmıyor, hepsi de solmaya yüz tuttu. Seni her geçen gün daha
çok özlüyorum. Seni dudaklarımdan dökülen şu sözlerle selamlıyorum.
“Rızamızla teslim olduk kadere
Ölüm bizi götürmesin kedere
Bu filmi seyrettik bilmem kaç kere
Kul arzuyla zehir içmiyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”