Card image cap
Az sadak çok belayi def eder

Sıradan bir güne gözlerini açtı genç adam. 
Her gün aynı saatte kalkar, kahvaltısını yapar 
hanımının hayır duasıyla işine gitmek üzere yola koyuluyordu. 
Haftanın altı günü kurulmuş saat gibi 
hep aynı şeyleri tekrar eder dururdu. 
Yine kahvaltısını yaptı, giyinip hayır duayla yola çıktı. 
Hava soğuktu işine yaya gideceği için içi titriyor, 
bir an önce işe varmak için hızlı hızlı yürüyordu.

Biraz gitmişti ki önünde yaşlı hırpani bir adam belirdi, 
adam yolunu kesip bir şeyler mırıldandı. 
Genç adam anlamamıştı söylediklerini, 
ona doğru hafifçe eğildi, buyur amca bir derdin mi var dedi. 
Adam titrek bir sesle ekmek diye bildi. 
Genç adam elini cebine attı,
ekmek parası çıkarıp ihtiyara uzattı.

Adam parayı eliyle iterek ekmek, bana ekmek al dedi. 
İşine geç kalıyordu,
henüz dükkanlar açılmamıştı ısrarla parayı yine uzattı. 
Amca vaktim yok parayla hem ekmek, 
hem katık alırsın dedi. İhtiyar:

-Hayır bana ekmeği sen alacaksın dedi 
ve önünde boynunu bükerek durdu. 
İçi burkuldu genç adamın ne olursa olsun ister işine geç kalsın. 
Açık bir fırın bulup ekmeği almaya karar verdi. 
Birlikte yürümeye başladılar nihayet bir fırın buldular. 
Genç adam ekmeği aldı yaşlı adama uzattı. 
Bir miktarda para verip 
amca bu parayla ekmeğin yanına katık al, 
başka bir isteğin varsa söyle dedi.

Yaşlı adam minnet duymadan, gocunmadan, 
bütün samimiyetiyle gencin gözlerinin içine, 
ta ruhunun derinliklerine bakarak, 
hadi ucuz atlattın başında büyük bir bela vardı 
ama inşallah belâ defoldu dedi. 
Genç adam şaşkındı bu sözler, bu bakışlar… 
Biraz önceki rastladığı o hırpani adam gitmiş, 
heybetini içinden hissettiğini, 
ruhunu titreten birisi gelmişti sanki. 
Titredi ve kısık bir sesle 
ne belâsı diye bildi ama yaşlı adamı göremedi.

Arkasına, sağına, soluna bakındı 
heyhat ortada kimsecikler yoktu. 
Hayatında böyle bir şey başına gelmemişti 
hem düşünüyor hem yürüyordu. 
Yolların nasıl katlandığını, 
işine nasıl vardığını anlayamadı bile. 
Öğle tatili yaklaşmıştı, 
iş önlüğünü çıkarmak üzereyken 
onu telefona çağırdılar. 
Telefonda hanımının titrek ve 
ağlamaklı sesiyle beyninden vurulmuşa döndü. 
Küçük oğlunun üzerinden kamyon geçmişti 
ve hastaneden arıyordu eşi.

Hızla fabrikadan çıktı bir taksiye binip hastaneye gitti. 
İçeriye girdiğinde hayretten gözleri fal taşı gibi açılmıştı, 
hayal gördüğünü sandı. 
Gözlerini ovuşturdu yeniden baktı, 
küçük yavrusu ayakta sadece bir kaç ufak sıyrıkla 
babasına bakıyordu. 
Bir den gözündeki yaşlara engel olamadı, 
hıçkırarak ağlıyordu.

Bu kadar büyük bir kaza 
ufak bir kaç sıyrıkla nasıl atlatılabilmişti. 
Nasıl bir güç 4 yaşında minicik bir yavruyu 
dev gibi bir kamyonun altından sağ 
hemde çok az bir hasarla çıkarmıştı. 
Allah’a şükretti hem de bütün zerreleriyle.

Sonra birden sabah yaşadığı olay geldi aklına 
hiç bir şeyin başı boş olmadığını bizzat yaşamış ve 
az sadaka çok belâyı defeder sırrını anlamıştı. 
Evet insanlar imtihandaydı, kimi nerede, 
nasıl,kimlerle imtihan edileceği belli değildi. 
İnsanın önüne çıkan belki o an hiç hoşlanmayacağı, 
belki zoruna giden bir olay 
onun hakkında hayır olabiliyordu. 
Genç adam hep bu olayı anlattı yaşadığı müddetçe ve 
evlatlarına yardım isteyen hiç kimseyi 
eli boş göndermemelerini vasiyet etti.