Card image cap
Allahin olmadiği yer

İlkokul 2. Sınıfa giden Hanife, 
ninesinin dedesinin yaşadığı köye gitmişti. 
Hanife’yi ninesi dedesi bir doğduklarında, 
buruşuk bir bebekken görmüşlerdi. 
Onun dışında komşularının 
cep telefonuna gönderilen fotoğraflarından biliyorlardı. 
İşten güçten, sudan bahanelerle 
babasının annesinin köye gitmemeleri yüzünden 
büyüklerini tanımıyordu Hanife.
Köye gidince ninesinin dedesinin aşırı ilgisiyle karşılaştı. 
Dedesi hediyelere boğdu. 
Ninesi dedesinden aşağı kalmadı. 
Hanife çok memnun kaldı yapılanlardan. 
Annesine babasına “nasılsa uzun yaz tatili, 
ben köyde kalayım” deyince, 
anne babası razı oldu bu işe. 

Dede ile ninede sevindiler.
Anne baba on gün kadar kızlarını bırakmayı kabul ettiler. 
Sonrada otomobillerine binip çekip gittiler.
Hanife, ilk defa anne ve babasından ayrı kalıyordu. 
Ninesi dedesi memnundu olanlardan. 
İlk birkaç gün bir şey anlamadı Hanife. 
Bir sabah televizyonda bir çizgi filme bakarken 
yüksek sesle gülünce, dedesi:
“Kızım yüksek sesle gülme ! 
Allah günah yazar.” 
Deyince ilk defa “Allah” ile tanıştı. 
Hiçbir anlam veremedi.

Aynı gün su içerken ninesi;
“Ayakta su içme! Çok günah ! 
Allah seni cehenneme atar.” 
Deyince, yine şaşırdı.
Bir akşam yer sofrasında yine dedesi.
“Besmele çek kızım. 
Yemek yemeden besmele çekmezsen 
yediklerin haram olur. 
Allah bize kıtlık verir.” 
Deyince yine Allah çıktı karşısına.

Bir öğle vakti elinde ekmek peynir yerken ninesi.
“Ayakta yeme kızım. 
Yerlere kırık dökersin. 
Şeytan çarpar bak! Allah sevmez” diye gürledi.
On gün içinde yaptığı her hareketin karşısında 
Allah vardı. “Allah” diyerek 
her şeye yasak koyan ninesiyle dedesi vardı. 

Allah’ın hiçbir şeyden haberi yoktu. 
Hanife iyice ürker olmuştu Allah’tan. 
Rüyalarına girmeye başladı. 
Her yaptığı harekete yasak getiren şeklini bilmediği bir varlık, 
“haram ya da helal” diyerek hareketlerini denetliyordu.
Korkunun dal budak saldığı bir ortamda, 
gülmeyi oynamayı bile günah görmeye başladı. 
Ninesi başına bir örtü örtüp, 
“kızlar başını kapatmalı, Allahın emri böyle.” 
Deyince bir gün iyice bunaldığını hissetti. 

Ninesinin niye başını örttüğünü bile bilmiyordu.
On günün bitiminde, sanki bir cendereden kurtulmuştu. 
Eve döndüğüne çok sevindi. 
Annesiyle babası salonda oturmuş konuşuyorlardı.
Anne;
“Ben Ege’de bir sahil kasabasına tatile gitmek istiyorum” dedi.
Baba;
“Hayatım denizler iyice kirlendi. 
Bu tatilde Karadeniz’e yaylalara gidelim” diye fikrini söyledi.
Yarım saat konuştular. 
Nereye gideceklerine ortak bir karar veremediler.
Baba Hanife’yle göz göze geldi.
“Hayatım ! 
Birde Hanife’ye soralım. 
Nereye tatile gidelim” diye.
Anne, dönüp kızına sordu.
“Söyle kızım bu yıl nereye tatile gidelim.”
Hanife biR annesine, birde babasına baktı. 
Sonrada;
“Allahın olmadığı yere gidelim. 
Bize günah yazmasın.”
İkisi de Hanife’ye baktılar. 
Hanife’yi eve geç kalınca, 
karanlık basınca, 

şeytanların yollarını bağlayacağına inandırılıp, 
korkuttuklarını hatırladılar.
Toplum, din adı altında kendi yasaklarını, 
istemedikleri hareketleri, 
günah diyerek Allah’a yüklemiyorlar mı?
Bilhassa büyüklerimiz, 
bizim hareketlerimizi kısıtlamak için 
din kuralı diyerek anlaşılmaz dayatmalarla, 
bizleri birçok şeyden nefret ettirip soğutmuyorlar mı ?
Birçok inanış ve hareketin dinle ilgili olmadığı halde, 
zamanla dini kurala dönüştüğü bir gerçek değil mi ?
Elbette ki bir çocuk, 
sürekli kısıtlanır duyguları bastırılırsa, 
Allah’ın olmadığı yeri arar.
Din ve dini kurallar yasaklarla eşdeğer olmamalı. 

Hoşgörü ve sevgi yoksa insanlar küçük yaştan itibaren 
sığınacakları limanları kendileri seçerler.
Siz ne kadar yasak getirseniz de, 
sırat köprülerinden kendileri, kendi yöntemleriyle geçerler.
 Zira yasaklarla yaşanılan bir ömür, ömür değildir. 
insanlara sürekli kısıtlama getiren inançta din değildir.
“Allahın olmadığı yeri aratmak” 
din adına yapılan cahillikten kaynaklanan 
hareketlerin bir sonucudur.
Günümüzde sürekli olarak insanlar İslamiyetten uzaklaşıyor. 
Bunu din âlimleri sorgulamalıdır. 
Zira günümüz din alimleri (!) 
yanmaz kefen yada peygamber terliği pazarlamakla meşguller.
Hurafelerden, yobazlıktan, bağnazlıktan, 
körü körüne teslimiyetten, bel altından, 
akıldışı fetvalardan kurtarılmalıdır gerçek İslamiyet.
“Allahın olmadığı yere değil, 
Allahın olduğu yere doğru koşmalıdır” insanlar, 
demek için din cambazlarının ve din tacirlerinin, 
tarikatların olmaması lazım.
Küçük bir kız, ”Allahın olmadığı yere gidelim” 
diyorsa, yanlış yapılan çok şey var, demektir. 
Bu nedenle İslam coğrafyası yanıyor. 
Bütün Müslümanlar fırsatını bulsa, 
Batı ülkelerine iltica edecek kadar bunalmışlar.
Çocuklara,”Allahın olmadığı yere gidelim” 
dedirtmeyecek davranışlarda bulunmak, 
büyüklerin görevidir. Din ve ahlak iç içe olmalı ve 
birbirini alabildiğince desteklemelidir.
Bizler kendi kendimizi rezil ediyoruz.
Ne dersiniz ?
 
Not: Bu yazı'daki 
“Allahın olmadığı yere gidelim” 
hikâyesini 83 yaşında bir amcadan dinledim.