AĞCANIN  OSMAN  ZEYNEP’İN  ÇEŞMESİNDE !

              Siyah Mercedes otomobil Kırşehir-Kırıkkale yolu güzergahında aheste, aheste seyir halinde ilerlerken arada-sırada arkadan yada önden gelen araçların korna ikazlarına maruz kalıyorsa da  teybinin kasetinde çalan  “sevda yüklü kervanlar” şarkısının sesine karıştığından dolayı araçta bulunanların pek dikkatini çekmiyordu. Hani var ya Erol Coke’ de kemanıyla o güzel sesini birbirine karıştırıp uydurarak öyle içten söylüyordu ki icrası inkar edilemezdi.

              Ogün hava sıcak mı sıcaktı, adeta asfalt eriyor, deyim yerindeyse yumurta pişirecek erginlikteydi.  Araçta beş kişiydiler, aracın termostatı içeriyi serinletmekde yetersiz kaldığından dolayı camları indirmek zorunda kalıyorlardı.

            Sanatçı Erol Coke Keskin’in bir köyünde belirli bir ücret karşılığı anlaşmış düğün çalacaktı, “beraber olalım, yiyip-içelim, muhabbet edip hasret giderelim” diye arkadaşı Özbağ’lı Aydos Murat’a telefon edip düğüne davet etmişti.

            Murat o yıllarda kendini Genç partiden millet vekilliği aday adaylığına hazırlıyordu. Bundan dolayı düğünlere, davetlere, toplantılara davetli-davetsiz katılarak seçmenlere kendisini tanıtma şansı elde etmeye çalışıyordu.

            Bazen otomobilinin bagajına rakı, bira gibi içeceklerin yanında et, tavuk, adana, şiş gibi yiyeceklere ilaveten yaş, kuru mezeler, sebze ve meyveler koyarak vardıkları bir çeşme başında ’Abdal uşağıyla’ çalıp çığırarak muhabbet ediyor, bakıyorsun günün birinde toparladığı amele ve ustalarla güya Özbağ’da arızalı çeşmeleri tamir ediyor  gibi görünerek seçmenin gönlünü almaya çalışıyordu.

            Ünal çarşısı eski Ankara caddesi cephesinde açmış olduğu  ‘Adana, şiş kebap’ salonunda evinin rızkını temin etmeye çalışırken hoşgörüsü ve tatlı dili sayesinde müşterisinden başını alamıyor, öğle saatlerinde dükkanı adeta düğün evini andırı bir kalabalıkla doluyor, bu durum ise meslektaşlarının kıskançlıklarına neden oluyordu.

           Özbağ'lı demirci Omar, Ağacanın Osman gibi kişiler Murat’ın bu kasabada birer gönül elçisi gibiydiler. Sabahtan akşama kadar iş yerinde muhabbet ederler, iş bitiminde Mercedes’ e binip gözden ırak yerlere gitmek suretiyle gönül eğlendirirlerdi. Murat adeta bunlarsız düğün, dernek yolu bilmezdi. Demirci Omar kendisinden on, Ağacanın Osman sa takriben yirmi-yirmi beş yaş fazlaysa da bu onların arkadaşlıklarına engel değildi.

           Ağacanın Osman atar, yatar, şakacı halk tipi bir kişiliğe sahipti. Olaylara hoşgörü ile bakar, gönül kırmaz, gönül alır, acılı gününde dahi acısını içine atmayı bilir, bunu karşısındakine belli etmemeye çalışan arkadaş canlısı, iyilik sever, paylaşmayı bilen iyi meziyetlere sahip birisiydi işte bunlardan ötürü gönüllerde taht kumuş; sevgi, saygı ve itibar gören sayısı azalmış kişilerden birisiydi.

           Uzun müddet Almanya’ da işçi olarak çalışsa da vatan hasreti, aile , çoluk-çocuk, arkadaş özlemi ağır basmış, üç-beş lira birikimine kanaat ederek kesin dönüş yapmıştı. Pek öyle paraya-pula önem vermemiş, beleşçi değil, yediren cinsten olmuş ama asla birikimiyle övünüp kibirlenmemiş'tir.

          Köyünün ve başka köylerin düğünlerinin adeta baş misafiri olmuş, tanıyanlarınca ”Osman ağa düğünlerin baş  tacı, onun olmadığı düğün evleri yas evi gibidir” denilmiştir. Gittiği düğünlerde masa, masa dolaşır masadakilerin hal ve hatırlarını sorarak gönlünü alır, yaptığı espiriler le güldürürdü. Bir duble atıp oradan ayrılırken ‘kuru sıkı çakar almaz tabancasını’ o masanın şerefine ateşler, diğer masaların yolunu tuttuğunda beyaz fötrü geceyi aydınlatan lambaların loş ışığında geriden parlardı.

           Kimsenin azında-çoğunda olmaz konu-komşuya hürmette kusur etmez, onlarla iyi ilişkilerde bulunur asla küslüğü olmazdı. Hanımı Zeynep ‘e karşı sevgi, saygı ve hürmette bonkör davranır, şaka yapmaktan geri kalmadığında da “ üzüm üzüme baka baka kararır” misali aynısını da ondan görür, bundan çok memnun olurdu. Arada-sırada arkadaşları kendisine hanımı hususunda takıldıklarında  “ vallahi önüme bir bomba attılar oda bizim evde patladı” derken hanımının güzelliğini ifade eder, bu vesileyle Zeynep’ini onurlandırmayı ihmal etmez, bu hareketinden de kendi kendine gurur duyardı.

          İçki müptelası değildi. Düğünde, şenlikte; onu da arada-sırada olmak üzere arkadaş hatırına kaçamak içerdi. Onsuz muhabbet ve alemlerin asla tadı olmazdı. Muhabbet yapmak için bir araya gelen birkaç arkadaşı; Tereli, İn deki İpçi Erdoğan çeşmesi, Çanak pınarı, Üç kuyu , Horozun gediği çeşmesi, Hıdıla bağı, Mahirin damı, Cevizli maslah, Söğütlü maşlah, Beş oluklu, Ilıca gibi mesire yerlerine gidecekleri zaman içsin veya içmesin illaki Ağacanın Osman’ı yanlarına almadan gitmezlerdi.

          Çok misafirperver birisi idi. Evi yol kenarında olduğu için geleni-geçeni zorla evine misafir ederek ikramda bulunur, bundan da aşırı keyif alırdı. Günün birinde bisikletleriyle seyahat yapan Japon turistleri yoldan geçerken görüp işaret diliyle evine buyur eder. Onlara hanımı Zeynep’e alel acele bir sofra hazırlatır. Ortaya konan bulgur pilavını yufka ekmeği ile  sokum yapmasını beceremeyen Japonların yiyememesi karşısında şakacıktan kızarcasına “ Ula dürzüler; uzaya giden goca-goca uzay mekiklerine küçük-küçük elektronik aletler yapıyorsunuz da yufka ekmeğin bir sokumunu neden yapamıyorsunuz” diye takılır. Bir müddet sonra kalkacaklarken işaret diliyle onlardan adreslerini isterken'de “aman kağıda yazdığınız adresiniz okunaklı olsun” tembihinde bulunmayı ihmal etmez. Bu olay zamanla köyde duyulunca gülüşmeler neden olur.

          Aydos Murat Mercedes otomobili  kullanırken buram-buram terliyor, kendi kendine de “ Mercedes ne yapsın, içeride beş kalorifer yanıyor, sanki ne vardı ki bunca adamı doldurmaya, davete Osman Ağayla icabet etseydim olmaz  mıydı?” diye  kendi kendisine kızarak iç geçiriyordu.

          Osman ağa Murat’ın akılına uyup Erol Cöke'yi dinlemeye gideceğim diye “tebdili kıyafet”  giyinmiş içerdeki sıcaktan buram-buram terlerken ceketi çıkartmayı akıl etmiyor, arada-sırada başından aşağı dökülen terleri silmeye çalışırken fötrünü başından çıkarmayı ihmal gelmiyordu.

         Keskin’den sola dönüp gidecekleri köy yoluna girdiklerinde vakit ikindiye yaklaşmış, eğilen güneş haliyle karşıdan vurduğu için araçtaki sıcaklığı ikiye katlıyordu. Güneş ışıkları Aydos Murat ın gözünü aldığından aracı kullanmak bayağı zorlaşıyordu. İçerisi serinlesin diye açılan camlardan doluşan toz, toprak yolcuların sıcaktan yaşarıp terleyen el ve yüzlerinde adeta çamur sürüyor, nefes almalarını zorlaştırıyordu. Bu duruma fazla dayanamayan Ağacanın Osman bitkin bir ses tonuyla  “Murat ım, yavrum, yok mu bunun bir çaresi, sağa-sola iyi bak görünürlerde bir çeşme yok mu, yoksam sıcaktan ve tozdan çatlayıp öleceğim” diye feryat ediyordu. Ataların , “Kul sıkışırsa hızır yetişirmiş” sözü doğruymuş misali arkada oturanlardan bir tanesi “Muraaat, Muraaat biraz ilerde yol kenarında bir yeşillik görünüyor inşallah orası çeşme olaydı bari” diye yarı ümitkar bir şekilde Murat ı ikaz etti. Az sonra duran otomobilden ilk önce Ağacanın Osman indi. Üstünün, başının tozunu çırparken sanki oraya ulaşamıyacakmışcasına koşarak söğütlerin altında bulunan çeşmenin başına vardı. Hasretle ellerini soğuk suyla buluşturduktan sonra elini, yüzünü iyice yıkadı.

          Çeşmeden su değil adeta buz akıyordu, çatlarcasına kana kana içti. Eline, yüzüne kan gelmiş adeta anasından yeni doğmuş gibi rahatlamıştı. Neşesi yerine gelmiş gözlerinin içi gülüyor bir yandan da arkadaşlarının birbirine çeşme başında su serperek şakalaşmalarına gıpta ile bakıyordu.

           Gölgede rüzgarla sallanan söğütteki yaprakların sesleri adeta kulağına şarkılar fısıldıyordu. Aşka gelmiş, içinde bir şeyler fıkırdıyordu. Birden duyguları değişmişti. Kendi kendine “ah olsaydı da şurada iki kadeh mideye kötelesem” diye hayıflanıyordu ki birden arkasında elini yüzünü yıkamak için sırada duran Murat’ı fark etti. Gözlerini ona dikti. Ümit dünyası bu ya “oğlum, Muradım, kuzum, evladım …Ah şurada olsaydı…Gerçi senin araban onsuz olmaz ya …!”

          Murat yıllardır tanıdığı Osman ağasının ne istediğini anlamaz mıydı.  Arkasında duran sağ elini öne çekmesiyle elindeki ufak rakı şişesinin güneşle parlayan şavgı Osman ağanın gözlerini almıştı.

           Osman ağa sol eliyle çeşmenin duvarına zincirle bağlı olan  bakırdan su tasına Murat’dan aldığı rakı şişesinden bir duble rakı doldurup üzerine çeşmenin akan suyundan bir miktar ilave yaptıktan sonra sağ elini ensesine koyarak geriye yaslanıp başını ağır ağır yukarı kaldırarak bardağı tepesine diktiği anda ‘bir fotoğraf pozu’ gibi olduğu yerde hareketsiz kalakaldı.

           O anda fötrü yere düşüp yuvarlandıktan bir müddet sonra durdu. Ortalıkta bir sessizlik oluştu. Acaba Osman ağaya bir şey mi olmuştu. Arkadaşlarının meraklı bakışları arasında bir müddet sonra Osman ağanın çenesi ağır, ağır kıpırdamaya başladı. Oradakilerin duyacağı yarı kızgın bir ses tonuyla “vay şeyini şey ettiğimin Zeynep’i, beni burada da mı buldun ….Zeyneeeep,Zeyneeeep…” diye bağırdığında söğüdün yaprakları biraz daha hızlı sallandı.

          Uzatılan fötrünü başına geçirdi. Meğer çeşmenin kornasını bir metre kadar yükseğine çeşmeyi yaptıran her kimse mermer taş üzerine ‘Zeynep’in çeşmesi’ ibaresi yazılmıştı.

          Not : Bu öyküyü Aydos Murat ben ve kasap Mühittin Orak’a bir sohbette anlatmıştı. Aradan yıllar sonra rahmetli Mühittin le Özbağ da katıldığımız bir düğünde rahmetli Osman amcaya işin aslını sorduğumuzda “ben böyle bir şey hatırlamıyorum, daha doğrusu yaşamadım,  belki de Murat böyle hayal etmiş olabilir…”cevabını almıştık.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR  KIRŞEHİR

Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

 Not= Beğeni ve yorum yapın, puan vermeyin