SIKARSAM ETE SIKARIM!
Kan davası
İnsanlarla konuşurken hep tepeden bakar,
kahvede ısmarladığı dört bardak çay ile onları satın aldığını zannederek hep
kendisi konuşur, kimseye “gık” dedirtmezdi. Babası köyün eski sayılı zenginlerindendi.
Hanifi bununla yetinmemiş, Almanya ya giderek yıllarca çalışmış, servetine
servet katmıştı. Babasının tek çocuğu olmasından dolayı onun ölmesiyle bütün
serveti kendisine kalmıştı. Kapıdaki koyunun ineğin dananın, tarlalarının
sayısı belli değildi. Kırışkan ve kendini beğenmişliğinden dolayı köylüleri ona
Şişkin Hanifi derlerdi.
Üç kız çocuğundan sonra gözünü
budaktan esirgediği, babasının adını verdiği
oğlu Mahir dünyaya gelmişti. “Ocak umudu” diye büyüttüğü oğluna tahsil
haricinde elinden ne geliyorsa esirgememişti. Çocuk babasından gördüğü bu
iltifatlarla şımarmış, ele avuca sığmayan, evlerine konu-komşudan şikayetler getiren,
anası Şerife kadının karşı çıkmalarına rağmen azar yerine devamlı
mükafatlandırılan, beline tabanca
takılarak büyütülen biri olarak yetiştirmişti.
“Hey bre babasının koçu, nasılsın
oğlum, harçlığın-beşliğin var mı, el içinde kel kalma, sana köyde ‘tık’ diyen
olursa gel bana söyle, bak on dokuz yaşını geçtin, akşam hısımlara gidip
askerden evvel nişanlınla senin düğün gününü kararlaştıralım, düğününü
yapayımda mürüvet’ini göreyim yavrum. Tabancayın emniyeti daima açık dursun, ne
olur ne olmaz, burası köylük yer, yanında bol mermi bulunsun”. Şerife kocasını
sabah kahvaltısında öfkeli bakışlarla izliyor, “yine bu gün babayiğitliği
üstünde olmaz olasıcıca dürzünün” diye iç geçiriyordu. Şişkin Hanifi çaydan bir
yudum çektikten sonra aklına ne düştü ise “Mahir oğlum at kaç gündür dışarı
çıkmadı, şunu dağ bayır biraz gezdirsen olmaz mı.
Hamit kendi halinde, kimsenin
azına- çoğuna karışmayan, aza kanaatkar yardımsever, efendi dövüş- kavga bilmeyen, köylülerince
sevilen, fakir ama ekmeğini taştan çıkarmasını bilen birisiydi. Babası Necmi öldüğünde ondan kalan birkaç
dönüm tarla, bağ, bahçe gibi taşınmazları kardeşleriyle aralarında bölüşmemişler
“biz Almanya dayız, şimdilik sen ek dik” diye ona bırakmışlardı. Bazen
kardeşlerinden gelen yardımlar, omuz emeği ile hanımı ve iki çocuğuyla gül gibi
geçinip gidiyorlardı.
Hamit atlarını koştuğu
pullukla güzün ekin ekmek için dağın yamacındaki tarlayı herk ediyordu. Alt-
üst olan toprağın içindeki solucanları sığırcık kuşları yemek için adeta
birbiriyle yarışıyorlardı. Hamit atları
kamçılarken birkaç el silah sesiyle kendine geldi, başını biraz kaldırınca
gözüne önce bir at, sonrada Şişkin Hanifi’nin oğlu Mahir ilişti. Kazara
ölmekten korkmuştu “hayırdır yeğenim niye ateş ettin ki, bak beni korkuttun”.
Mahir, “Ne varmış bunda korkacak yahu, ha şurada kuşlara iki el ateş ettim,
amma da korkakmışsın Hamit ağabey” dedi. Hamit, “yeğenim elinden bir kaza çıkar
alimallah, bir daha dikkatli ol” dedi “ Öööf amma uzattın ağabey, ne olmuş
yani”. Ağız dalaşmaları gittikçe sertleşmeye başlayınca Mahir beline soktuğu
silahını “yarı tehdit amaçlı” Hamit ağabeyine gösterdikten sonra atına atlayıp
hızla oradan uzaklaştı.
İkindi vaktinden sonra
kahvedekiler “sustalı maymun misali” birer bardak çaya teslim olmuşlar sessizce
Şişkin Hanifi’yi dinliyorlardı. Hanifi bir Almanı kadın meselesinden nasıl
dövdüğünü ballandıra- ballandıra anlatırken “beni bir dakika dinle de lafına
kaldığın yerden sonra devam edersin Hanifi abi” diyen Hamit’in sözüyle konuşmasını
gönülsüz olarak kesmek zorunda kaldı. O değil den Hamit’i süzdükten sonra “di bağlım ne diyecağsen, çabuk dide yeğenim
lafımız ortada kalmasın”. Hamit o gün olanları olduğu gibi anlattı. “Vaa yeğenim,
bende bişi diyecaan sandıydım, adam şuncacık sabiyi şikayete mi gelir, bide
abisi olacaan, bu gibi ufak-tefek şeyler için adamın lafı mı kesilir” dedikten
sonra kaldığı yerden konuşmasına devam etti.
Hamit kahveden eve
gelince hanımı bir şeyler olduğunu sezinleyip sorsa da bir cevap alamaz.
Çocukların “başı üzerine” yemin koyunca kocasından her şeyi öğrenir. Doğruca gidip
Şerife yengesine olanları anlatır. Akşam yemekten sonra Şerife olanlardan
dolayı oğlu ve kocasını bir güzel fırçalar.
Aradan bir hafta geçtikten sonra Hamit hanımı
ve çocuklarıyla tarlaya bostan çapalamaya gittiler. Mahir ve çobanları koyun
sürüsünü bostanın içinde otlatıyorlardı. Ortada dikili hiçbir şey kalmamıştı.
Şaşkınlığı az buçuk atlatan Hamit “Ne oluyor, benden ne istiyorsunuz” diye adamların
üstlerine yürüyünce köpekler bunlara hücum etti. Mahir hiç oralı olmuyor
köpeklerini azarlamıyordu. Hamit hanımı ve çocuklarını köpekten korumaya
kalkışınca bereket insafa gelen çobanlar köpekleri durdurdu. Naciye gelinin
bostanın hozan oluşuna, çocuklarında
korkudan ağlayışına üzülen Hamit yarı kızgınlıkla sadece “ Mahir, sürünü topla,
elimden bir kaza çıkmadan şurayı hemen terk et” diyebildi.
Akşam olmadan şikayet için kahvenin yolunu
tutan Nihat oradakilerden Şişkin Hanifi’nin eve gittiğini öğrendi. Çatal
kapıdan girer girmez Mahir silahını çekip ”hanımın beni nasıl olurda anama
şikayet eder, size dünyayı dar ederim”. O anda anası Şerife gürültüyü duyunca
yetişip oğlunu kenara çekmesiyle kocasını çağırması bir oldu. Hamit bu
gidişinde de bir netice alamadı. Adam hanımından yılmasa “suçlu oldukları halde”
Hamit’in leşini oraya serecekti. Hamit kuvvetlice ellerini ve dişlerini sıkarak
“Şerife yengesinin kendisine sahip çıkmasının hatırına” sabırla evine döndü.
Bağ bellemenin tavı gelmişti. Hamit yanına
aldığı dört-beş arkadaşıyla sabah bağını bellemeye giderken Şişkin Hanifi’nin
koyun sürüsü de bağının yüz metre kadar köy tarafında otluyordu. Çobanlara hep
beraber selam vererek yanlarından geçerlerken “yoldan geçenlere saldırmasın”
diye çobanlardan biri köpekleri tutuyordu. Diğer çoban “bir şeyler diyecekmiş”
gibi yanına yaklaştı, her nedense “gerisin geriye” sürünün başına döndü. Biraz
sonra bağa vardılar. Bağ bağlıktan çıkmış, kütükleri sökülmüş, kimileri
dibinden kesilmiş, babası Necmi’nin diktiği onca meyve ağaçları kesilmiş
yerlerde yatıyordu. Arkadaşlarını şaşkın bakışları arasında yıldırım hızıyla
koşarak az sonra çobanın gırtlağına sarılması bir oldu. Çobanlar, “aman bizden
duyulmasın, Mahir her şeyi kırdı, döktü, sizin geldiğinizi uzaktan görünce
atına atladığı yukarıdan gitti”. Hamit bağı, ameleyi bir tarafa bırakıp soluğu
doğruca Şişkin Hanifi’nin evinde aldı. Hanifi sabah biraz geç kalkmış hanımıyla
evin balkonunda kahvaltı yapıyordu. Hamit sağa-sola göz attı, Mahir meydanda
görünmüyordu. Şerife kadın yine bir
şeyler olduğunu sezmişti, “buyur oğlum sofraya” demişti ki, kır atın kişnemesi ahırdan
Hamit’in kulaklarına kadar geldi. “Nereye sakladıysanız bu şerefsiz karşıma
çıksın, Yeter gayri onu kolladığın Hanifi ağa, benim buraya bu son gelişim,
sabırda bir yere kadar, bundan sonra bu
kapıya şikayete gelmem, ATARSAM ETE ATARIM” dedi. Onu umursamaz bir tavırla
dinleyen Şişkin Hanifi “sen kimsin ki kurşunun benim oğluma işlesin”. Hamit
kararını verdi, bu kapıda çene çalacak biri değildi. Ardına bakmadan öfkeyle
evinin yolunu tuttu.
Şerife kadın bir ağa kızıydı.
Bu kapıya geldikten sonra zamanla örfi idareyi ele geçirmiş, Şişkin Hanifi’nin
dizginlerini elinde tutuyordu. Kendisine yaşlandıkça köylülerince “Osmanlı bir kadın” denir olmuştu. Hamit evi
terk ederken ondaki kararlılığı görmüştü. Mahirin kırdığı testilerin kırkı
geçtiğini biliyordu. Eskiden bu köy kanlı köydü. Son zamanları okuyan
çoğaldıkça köylü bu işten yavaş -yavaş vazgeçmeye başlamış, belki bu yüzden
oğlu Mahire kimse ses soluk çıkarmıyordu. Omuzlarını dikti, kaşlarını çatarak
kocası Hanifi’ye “bana bak, herif olmadık dürzü, cacık, bu gidişle oğlanın
başını yin amma bilmem ne zaman”
Hamit evinin bahçesinde öfkesini içine atarak
hanımıyla domates çapalıyordu. Nuh emmisinin torunu Hüsnü koşarak geldi. Biraz
soluklandıktan sonra “Hamit emmi beni babam savdı, senin Dağ tarlaya Mahir
koyun sürüsünü sokmuş”. Hamit kırma çifte namlulu tüfeğini eline aldıktan sonra
atına atladığı gibi tarlaya vardı. Koyunlar başakları anında işkemeye
indiriyorlardı. Olanları biraz izledikten sonra “Mahir iti sen belaya mı
dolanıyon, nedir bana kastın” diye başlayan karşılıklı ağız dalaşını kavgaya
dönmeden orada koyun otlatan başka çobanlar yetişip bunları ayırt ederken bu
kez onların koyun ve keçileri oradaki tarlalara hücum etti. Bütün çobanlar
kavgayı bırakıp koyunları tarlalardan çıkartmanın telaşına düştüler. Bu boşluktan
istifade kavga yeniden başladı.
Hamit’in elindeki tüfeği gören Mahir “bu adam
beni vuracak” korkusuna kapılarak boyunlarında demirden tort taşıyan
köpeklerine” hay vererek” Hamit’in üzerine saldı. Hamit köpeklerden korkarak ilerdeki
çalılığa saklanmak için koşarken o anda silahını ateşleyen Mahir’in tabancasından
çıkan mermilerden iki tanesi Hamit’in kol ve bacağına isabet etti. Hamit
ağrıları olsa da can pazarındaydı. O telaşla kendisini çalıların arasına attı.
Kendisi yerim belli olmasın diye ateş etmezken Mahirin tabancasından çıkan mermiler
sağından solundan vınlayarak geçiyordu. Bir süre sonra Mahirin tabancasının
sesi kesildi. Hamit “acaba Mahir üstüme mi gelecek” diye tedbirini alsa da
biraz sonra Mahir’in ilerde onları seyreden çobanlardan Yüksel’e “teyze oğlu
mermim bitti, aman yetiştir” diye bağırdığını duydu.
Hamit ayağa kalktı, ağır ağır yirmi metre
kadar ilerisindeki çukurda mevzi alan Mahire tüfeğini doğrultarak yürürken
diğer çobanlara “ araya girerseniz kimsenin gözünün yaşınıza bakmam tararım”
diyerek gözdağı verirken varıp Mahirin alnına tüfeğini dayadı. Mahir çok
yalvardı, en son “Hamit ağabey nişanlıyım kıyma bana ” deyip aman diledi. “Sen
benim çocuklarım yetim koysaydın daha mı iyi olacaktı yezit soyu. Az sonra
çevreye kulakları sağır edecek iki kez takırtı sesi aks ederken bütün kuşlar
korkuyla göğe yükselmiş, ortalığı insan nefesini tıkayacak derecede pis bir
barut kokusu sarmıştı
Diğer çobanların
bağırmalarına pabuç bırakmadan atına binip oradan uzaklaştı. Amacı olayı
kimseler duymadan evine yetişip eşyalarını yanına alarak jandarmaya teslim olmaktı.
Dereye gelince eli tabancalı Hamit’in ablası Suna ile karşılaştı. Suna, “ Hamit
abi Mahirin silahının sesini duydum, ona bir şey mi oldu yoosam”.
Hamit soğukkanlılığını korurken
bir yandan da akan kanlarını göstermeme telaşında “onun etine kurşun geçmez
diyorlar ya bacım korkma” dedikten sonra atını hızla sürerek köyün yolunu
tuttu.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 01 02 2019 GERÇEK
YAŞANMIŞLIKLAR.