Ya i̇sti̇klal ya ölüm! azerbaycan
YA
İSTİKLAL YA ÖLÜM! AZERBAYCAN
“Takvim yaprakları 20 Ocak 1990 ı
gösterdiğinde geniş meydana sırtını veren; Azad kendisine ayırılan bölgeye
girmemekte direniyordu. Elinde bayrağı başında kalpağıyla sürekli kalabalığın ‘Özgürlük’
sözünü tekrarlıyordu.
Sadece o değil binlerce, on binlerce
kardeşi, ağabeyi, bacısı, dedesi, ninesi hepsi o gün toplanmıştı. Toplandıkları
meydan o günkü adıyla; Lenin Meydanı onları çevirense meydana adını veren diktatör
Lenin’in kurucusu olduğu; Kızıl Orduydu.
Azad, bıyığı terlememiş olmasına rağmen
yanındakilerden güç alıyor ciğerleri patlayıncaya kadar ‘Özgürlük’ diye
bağırıyordu. Meydanı çeviren askerlerin başındaki komutan General İvan Petroviç
bir eli Naganth tabancasının kılıfını okşarken diğer elinde tuttuğu sigaranın
dumanını içine çekiyordu. Onun için bu kalabalığın ve neden toplandıklarının
önemi yoktu. Eğer emir verilirse her an kalabalığı dağıtabilir, önüne kim
çıkarsa çıksın yerle bir edebilirdi. Yaşı elliyi geçen sarı saçları şapkasının
kenarından sarkan komutan kalabalığı iyice izlemek için eline dürbün almadan
önce ağzındaki sigarasını yere tükürdü.
Bakü’nün sert rüzgârı saçlarını
dalgalandırmaya başladığında parmaklarıyla dürbünü kavradı. Kalabalık gittikçe
artıyordu. İçlerinde yetmiş yaşındaki Bahtiyar dededen otuzbeş yaşındaki hamile
Kerime’ye kadar kadınların olduğu onbinlerce insan bağımsızlık için haykırıyordu.
İvan gülümsedi. Dürbünü gözünden kenara çekip bu defa meydanın etrafındaki
binaların üzerine yerleştirdiği keskin nişancıları yoklamaya başladı. Tüm
yüksek binalarda hemen hemen ikişer tane keskin nişancı onun emrini bekliyordu.
Bunlar da birinin elinde silahı diğerinin elinde dürbün sürekli meydanı
gözetliyorlardı. Kendilerine verilecek emirleri uygulayacak kalabalığın içinden
seçtiklerinin sıcakkanlarını Bakü’nün soğuk yollarına sereceklerdi.
İvan Petroviç, dürbünü kalabalığa tekrar
çevirdi. Meydan dalgalanmaya çalışan bayraklara Tanrı Dağlarından gelen rüzgâr
yardım ediyor gibiydi. Yüzyıllarca bağımsız olmuş ve dünyaya yön vermiş bir
milletin kısa bir esaretten kurtulmasına Tanrı Dağlarından esen bu rüzgârın
yardımı olmayacak mıydı?
Binaların en yükseklerinden birinin tepesinde
bulunan Dimitri’nin telsizi cızırdayıp mandallandığında İvan’ın sesi duyuldu. Dimitri
keskin nişancı yardımcısı olarak görev yapıyordu. Bu onun ilk görevi olmamasına
rağmen böyle bir kalabalığı ilk defa görüyordu. İvan, meydanın görünen
noktalarından birini tarif ediyor ve oradan en az iki kişinin vurulması
talimatını veriyordu. Dimitri büyük bir dikkatle dinlediği emirleri hafızasına kaydetmişti.
Keskin nişancısı olan gence komutunu verdi. Genç asker verilen emre uygun
olarak rüzgâr ve hedef tahmini yapmaya başladı. Aslında fazla ince eleyip sık
dokumasına gerek yoktu. Nihayetinde güç ondaydı ve hedefinde her hangi bir Türk
vardı. Onlara Kızıl orduda öğretilen ilk iş Türklerin acımasız ve dünyada
gereksiz varlıklar olduğuydu. Dimitri, koordinatları verdiğinde genç asker göz,
gez, arpacık yolunun ucuna bir hedefi oturmuştu.
Meydanın en can alıcı noktasında evine
giderken kalabalığı gören Hüseyin de katılmıştı. Kırklı yaşlarına rağmen dinç görünüyor
kendine verilen her işi hakkıyla yapıyordu. Siyah saçları günün modasına uygun
omuzlarına kadar iniyordu. Bazen kendine yapılan ‘Rambo Hüseyin’ yakıştırmaları
hoşuna gidiyor atletik vücudunu sergilerken Sovyetlerden intikam alan Rambo’nun
yerine kendini koyuyor, çoğu geceler yatağa bu hayalle uzanıyordu. Rambo’nun da
işgal için Afganistan’a gittiğini bilse. Filmde Afganların bağımsızlığı için
değil de Rusya’nın sömürüsünü çekemedikleri için elinde silah oralarda
dolaştığını bilse yine Rambo’ya özenir miydi?..
Hüseyin evde bekleyen iki çocuğuna aldığı
ekmekleri koltuğuna sıkıştırmış kendini meydana atmıştı. En görünecek yerde
kalabalığın dikkatini çekmek için elinden geleni yapıyordu. Sesi meydanı
inletiyor önüne geçmeye çalışanları yitiyor eline geçirdiği bayrağı bağımsızlık
uğruna var gücüyle sallıyordu. Bir an için geçmişe gitti ve ebesinin ocak
başında anlattığı mücadelelerin ne kadar anlamlı olduğunu düşündü. Ebesi ve dedesi
Kafkas İslam ordularının Bakü’ye nasıl girdiklerini atlarının üzerindeki
heybeti ballandıra ballandıra Hüseyin’e anlatmışlardı. Hüseyin sürekli o
günleri görememenin verdiği üzüntüyle ve büyük bir hayranlıkla onları dinler
tüm arkadaşlarına ebesi ve dedesinin ne kadar büyük kahraman olduklarını
söylerdi. İşte bugün de o günün bir tekrarıydı ve torunlarına anlatacak bir
kahramanlık hikayesi vardı. Elindeki bayrağı kuvvetle dalgalandırıyordu. Meydan
hınca hınç doluyordu. İnsanlar başkentin tüm sokaklarından meydana akın ediyor
yollarını kesmek isteyen askerlere karşı var güçleriyle direniyorlardı.
İvan, bir eline dürbünü diğer eline telsizi
alıp komutunu verdi: “ onyedi numaralı tim haricinde ateş etmeyin.” Soluklandı.
Ağzından buharla beraber sert bir ifade daha fırladı: “Onyedinci tim belirtilen
hedefi indirin!”
Dimitri, nefesi kesen soğuğa sıcak bir emir
bıraktı; “Ateş serbest!”
Genç asker yumuşak parmak ucuyla okşadığı tetiği
bir kez daha kavradı. Nefesini tutup namluya mermiyi koyuverdi...
Silahın ateş aldığını sesin çokluğundan
kimse duymadı. Mermi olanca gücü ve hızıyla hedefine doğru ilerliyordu. Soğuk havayı
ısıtarak peşinde ince bir çizgi bırakarak hedefine yaklaştı. Dimitri izlediği
dürbünden hedefine varacak merminin saniyelerini sayıyordu: “100 metre, 50
metre, 15 metre…”
Mermi hedefini
bulduğunda meydanın en görünür yerine önce bir bayrak düştü. Ardından kese kâğıdının
içine sarılmış iki ekmek…
Hüseyin, alnına isabet eden kurşunla meydana
yıkıldı…
Yüzündeki tebessüm torunlarına kahramanlık hikâyesini
anlatır gibiydi…
Alnından kan sızmaya başladığında meydanın
soğuk zemini onun kanıyla ısınmaya çalışıyordu. Hüseyin sonsuzluğun perdesini
aralarken peşinde kalan iki yavrusu onun kucağına oturup hikâye dinleyemeyecek
fakat evlatları onu her zaman kahraman olarak anlatacaktı.
Keskin nişancının olduğunun anlaşılması meydana
ayrı bir ürperti vermiş. Kalabalık o anda paniklemişti.
İvan yüzünde beliren merhametsiz gülümsemeyle
telsizi eline aldı: “ Pozdravlyayu soldat” dediğinde Dimitri dünya savaşında
önemli bir cephe kazanmış gibi göğsü kabardı. Genç askerin yüzünde beliren neşe
meydanın içine düştüğü sıcaklığın artmasını izlemekle daha da arttı.
Meydanı kaplayan halk bir anlık kargaşadan
sonra kendine geldi. Azad, Hüseyin’e yakın olduğu için onu ilk kucağına alan o
oldu. Hüseyin’in yüzündeki tebessüm Azad’ın ona sarılıp ağlamasına mani
olamadı. Hüseyin’in cansız bedeni kalabalık tarafından meydandan
uzaklaştırılırken Azad, onun elinden düşen iki ekmeği ve yere düşen bayrağı
aldı. Ekmeği yanında duran on üç yaşlarında çocuğa verirken bayrağı alıp tam
Hüseyin’in vurulduğu noktaya durdu…
Azad, var gücüyle bayrağı sallamaya
başladığında İvan deliye dönmüştü. Eline telsizi alıp Dimitri’nin olduğu yere
komut verdi: “Ateşe hazırlanın…” Dimitri hazırlığını yapmak için genç askere
meri verdiğinde telsizden ikinci bir komut geldi: “ Emir iptal edildi. Ateş etmeyin!”
Dimitri şaşırmış fakat karşılık vermemişti. İvan yüzünde beliren
merhametsizliği bir kat artırdı. Pis gülümsemesinin ardından mırıldandığını
kendisi bir zor duyuyordu: “Eh Türk, salla bakalım o bayrağı ben sana sorarım…”
Meydan akşama yakın bir o kadar daha
kalabalığı kendine çekmişti. Sadece Bakü değil yurdun dört bir yanından
insanlar akın akın meydana geliyor Lenin’e, Kızıl Orduya, esarete karşı
cesaretle haykırıyordu.
“Bağımsız Azerbaycan. Bağımsızlık… Özgürlük…”
çığlıkları meydandan arşa yükseliyordu.
Güneş etkisi olmadığını anlayıp meydanı ‘Özgürlük
Ateşinin’ ısıtmaya başladığını anladığında Bakü’den ayrılmaya karar vermişti. Ay
hilale dönmek için Bakü’nün üzerinden karabulutların dağılmasını bekliyordu. Fakat
karabulutlar kızıl bulutlarla anlaşma yapmış gecenin karanlığına bağdaş kurmuş
gibi meydanın üzerinden ayrılmak bilmiyorlardı. Onlara inat meydan yine
Özgürlük çığlıklarıyla inliyor insanlar devletlerinin bağımsızlığı için var
güçleriyle esarete meydan okuyorlardı…
Vakit gece yarısına geldiğinde Dimitri ve
genç askere ihtiyaç kalmamıştı. Saatler on ikiyi gösterdiğinde tankların
paletleri dönmeye başladı.
İvan en öndeki tankın içindeydi. Karşısında
bir ordu olsa belki bu kadar cesur olamazdı ama iki yıl önce Karabağ’a giren
Ermenilerle yaptıkları gece operasyonundan sonra sivil halktan korkulmayacağını
anlamıştı. Sivil halkın elinde silahın olması imkânsızdı, o rahatlıkla tankın
içinden halkın bulunduğu yere doğru komut vermeye başladı.
Azad, bayrağı aldığı ilk andan itibaren
sallamayı ve haykırmayı bırakmamış Hüseyin’den aldığı nöbeti tüm gücüyle
sürdürüyordu. Tankların meydana doğru hareket ettiğini görünce o an yerini terk
etti ve onların karşısında geçmek için kalabalığı yarmaya başladı. Paletler meydanın
taşlarına baskı yapmaya başladığında taşlar olduğu yere çöküyor, paletlerin
gıcırtıları taşların sesini kesiyordu. Kesilmeyen tek ses: “Özgürlük…”
haykırışıydı…
İvan, tankın içinde duramadı cesaretini
toplayıp takın üzerindeki kapağı açtı ve Moskova’dan aldığı emir üzerine
tankları halkın üzerine sürmeye başladı. Gözlerinde yüzyılların hırsı ve kini
vardı. Hedefindeki millet yüzyıllarca onlara hükmetmiş emperyalist amaçlarına
taş koymuş, yok etmek için ömürlerini verdikleri İslam sancağını şerefle onlara
karşı dalgalandırmışlardı.
Tankın üzerinde gırtlağı patlarcasına emir
verdi: “Tam gaz ileri!”
Tankın şoförü verilen emir gereği tankın
kollarını var gücüyle ileri yittiğinde halk bir an uğultuya başladı. Sağa sola
kaçışanlar oldu. Meydana tanklar girmeye başladığında halkın kaçışması arttı. İvan’ın
keyfine diyecek yoktu. Bir kez daha bir isyanı bastırmıştı. Moskova’ya
döndüğünde alacağı ödülleri edeceği terfii düşünmeye başladı. Soğuk havaya
aldırmadan başındaki Kızıl Yıldızlı şapkasını çıkardı. Sarı saçları rüzgarda
dalgalanıyor tankının önünde bir millet kaçmaya çalışıyordu. Kapağın üzerine
iyice çıkıp arkadan gelen tanklara komut vermeye başladığında tankı
hızlanıyordu. Meydanı bölerek yolunda devam ederken İvan gururla peşindeki
tanklara emirler veriyor geceyi sesiyle inletmeye çalışıyordu. Ne de olsa bu
gece tarih yazıyordu. Artık onu durduracak hiçbir güç yoktu.
Elini beline atıp tankın üzerine tüm
heybetiyle durmaya çalıştığı anda altındaki tank frene bastı ve büyük bir
gürültüyle durmaya çalıştı. İvan, son anda kapaktan tutunduğunda tankın
üzerinden düşmekten kurtulmuştu. Ne olduğunu anlamak için toparlanıp kafasını çevirdiğinde
elinde bir bayrakla tankın önünde duran genci gördü.
Azad, elinde bayrağı dalgalanan siyah
saçlarıyla tankın önünde dimdik ayaktaydı. İvan, sadece tankını değil hayatının
en önemli dönüm noktasını durduran gence nefretle bakıyordu. Azad, “Toprağımdan
defol!” sözünü duruşuyla haykırıyordu…
Halkın dağılması da onun bu duruşuyla askıya
alınmıştı. Tankın namlusunun karşısında başını eğmeyen bir yiğit tüm halkının
ona bakmasına ve hayranlıkla izlemesine sebep olduğunu gecenin tüm şahitleri
görmüştü. Bir yiğit elinde bayrağı, yüzünde kararlığıyla tankın karşısındaydı…
İvan, tankın üzerine çıkıp haykırdı: “Yolumdan
çekil!”
Azad, sadece diniliyor elindeki bayrağı
sıkıca kavrıyordu.
İvan, deliye dönmüş öküz gibi böğürüyordu: “Çekilmezsen
ezerim…”
Bu ve bunun gibi birçok tehdit savurdu. Ağzından
kinle beraber öfke kusuyordu. Azad, ses etmeden bekliyorken halk meydana
dönmeye başlamıştı. Azad, attığı bir adımla dağılmaya başlayan halkı geri
toplamıştı…
İvan son kez haykırdığını ilan etti: “Sana
son çağrım yoksa…” tehditlerin ardı arkası kesilmiyordu. Azad, göz ucuyla
meydanı yokladı herkes soluğunu tutmuş onu izliyordu. Fakat Azad, ilk işini
yapmış hepsini meydana geri döndürmüş ve tankın karşısına geçirmişti.
İvan için işler gittikçe karmaşık hale geliyordu.
İyice deliye döndüğünde tankın içine girip askere komut verdi: “ Gaz ver ama
hareket etme.” Asker söyleneni yaptığında İvan tankın üzerinde belirdi: “Yolumdan
çekil canını bağışlarım!”
Azad, önce kalabalığa baktı. Ardından sıkıca
kavradığı bayrağını iki eliyle tuttu. Üç kez öpüp başının üstüne koydu ve
kavradığı bayrağı havaya kaldırıp haykırdı:
“YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!”
Tankların çalışması ve tam gaz ileri gitmesi
bir oldu…
Azad, gülümseyerek şehit olan Hüseyin’le
şehitlik makamına yücelirken meydanın içine dalan tanklar halkı ezmeye
başlamıştı. Fakat özgürlük ateşi bir kez yakılmıştı ve çiğnenen bedenlerin
önemi yoktu. Bağımsızlık ruhu ebediyen yaşayacaktı…”
20 Ocak 1990 ve milletinin bağımsızlığı için
can veren tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun.
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.
Fatih KAPLAN 20.01.2020
f-kaplan60@hotmail.com
Hoş geldiniz, yüreğinize sağlık saygılarımla...
Hoş bulduk. Teşekkür ederim saygılar bizden.