Haçli demokrasi̇si̇ne i̇slam cevabi
Affan, Central Park’ın ortasında ağaçların
altında etrafı seyrederken aklından hiç çıkaramadığı o bahar ayı tekrar
mazisinden çıkıp geldi. Ona o acı bahar ayını hatırlatan karşısında oynaşan iki
küçük afacan oldu. Çocuklar dünyanın koşturmacasına aldırış etmiyorlardı. Onlar
için oyun her şey demek ti. İşte Affan’da hafızasından silinmeyen o günlere
çocukları izlerken tekrar gitmişti. Yıllar geçmiş fakat Irak’ın Tıkrit
şehrindeki olayı aklından hiç çıkaramamıştı. O bahar ayı onun için hiçte kolay
geçmemiş, belki de ilk defa o sene ölmeyi çok istemişti. O güne kadar ‘Bahar’
demek bayram ve aydınlık günlerin geleceği demekti. Her ne kadar ülkenin en
kurak yerinde yaşıyor olsalar da baharın gelmesini tüm dünyayla beraber ümitle
bekliyorlardı. Şimdi yetişkindi. Fakat yıllar önce onu Amerika’ya getiren
sebepler ülkesine getirilen ‘Demokrasi’ daha doğrusu; demokrasiyi atan bombalar
yüzünden olmuştu… Affan çocukları izlerken oturduğu yerden geçmişe uzandı…
O bahar ayında, toprağın kuraklıktan
kavrulmak için hazırlandığı, gökyüzünden yağmur beklenirken bombaların yağdığı,
o günü hiç unutamamıştı. Daha çocukluğunu yaşamadan, gençliğini tadamadan
girdiği o ilkbahar onun için kara bahar olmuştu. Çocukların oynaşması ona çok
sevdiği, Şıhab’ı hatırlatmış, onunla güreştikleri gözünün önüne gelmişti. Şıhab,
ondan cüsseliydi ama Affan’da, bin türlü oyunlarıyla her zaman onu alt etmeyi
bilirdi. Sıcak kumlar onlara minder olur, sanki hiç sırtları yanmamış gibi
saatlerce güreşmeyi, oynamayı yanlarına dikilip onları izleyen kızları
etkilemeyi bir meziyet bilirlerdi. 19 Mart’ta yine güreşe tutuşmuşlar, olanca
kuvvetlerini kızgın kumlara bırakmışlardı.
Güle
oynaya girdikleri evleri sabaha karşı sarsılmış, kendini yatağın altında bulan
Affan, ağlamaya başlamıştı ki, annesi onun bulmak için, kapılardan atlaya
atlaya geçmiş ama ona ulaşamadan cennet onun ayakları altına serilmişti. Gerçi
ev dedikleri sadece etrafı kerpiçten çevrilmiş ve çamurla sıvanmış kare bir
yapıydı ama olsun onlara sarayların faydası yoktu. Zira onun evi saraylardan
daha rahat hatta komşuları Şıhab’ın daha küçük evlerinden biraz daha mükemmel
görünümdeydi. İlk gürültüden sonra ardı arkası kesilmeyecek sesler saatlerce
birbirini takip etti. Nihayet sabah olmuş, kulakları delercesine gidip gelen
uçakların sortileri son bulmuştu. Kafalarını evlerinden çıkarabilen, canlı
kalmayı Allah’tan gelen bir lütuf olarak gören kızgın kumların sıcak insanları,
birbirine sarılıp ağlamayı ve kalanları bulup ölenleri de enkazların ardından
çıkarmayı vazife bildiler.
Ömer, Affan’ı bulduğunda her yeri toz toprak
içindeydi onu öptü, okşadı kokladı ve evin gül tanesini, goncasını aramaya
başladı. Affan’da komşusu Şıhab’ı bulmak için bir çırpıda yerinden doğrulurken
aksayan ayağına aldırmadan kumları çize çize Şıhab’ın evlerinin bulunduğu yere
geldi. Şıhab, yerde yatan babasının yanına çökmüş elleriyle yüzünü sıkmış ve
sessizce ona bakıyordu. Onu kucaklayıp götürmek isteyen diğer komşularına aldırış
etmeden, babasına kapandı ve çığlıkları gökleri yırtıp melekleri ağlatmak
üzereydi ki Affan babasının feryadıyla irkildi. Ömer dizlerini dövüyor elleri
bulutları indirmek istercesine göklere uzanıyordu. Sesinin son noktasına kadar
bağıran acılı baba başucuna gelen oğlunu görmüyordu… Hayatını paylaştığı kader
arkadaşı onu bırakıp cennete yerleşmişti. Affan artık annesizdi. Koca dünyada
onu nazlayıp istediği yemekleri yapacak hiç kimse kalmamıştı.
Şıhab’ın feryadı dağları delerken, onu
duymayan koca dünyanın ne kadar küçük olduğunu fark etmişti. Dünya büyüktü ama
bugün, büyük güçler onlara dünyayı dar etmişti.
Kaldırılan enkazların altından toplanan
yüzlerce masum insan meydana getirilmişti. Kılınacak toplu cenaze namazı için
abdestler alınmıştı. Köyün imamı, dünyada barış rengi olarak kabul edilen ve
rengine binaen o renkteki güvercinleri bile barışın işaretçisi kabul edilen
beyaz renkteki sarığını takmamış ya da utancından takamamıştı. Fesine sardığı
siyah sarığıyla namazı kıldırmak için tekbir getirirken bile ağlaması melekleri
yeryüzüne indirmeye yetmişti. Hemen her gün kum fırtınasıyla karışan Tıkrit bugüne
has sadece hafif bir rüzgârla okşanıyordu. Gökyüzünden gelen bu meltem
cenazelerin yüzlerini okşarken, saçlarını kum tanelerine doğru
dalgalandırıyordu. Elbiseleri birer kefen olan bu –demokrasi şehitlerinin-
naaş’ları omuzlara birer birer alınıp, toprağa verilirken, şehrin kalanları da
aralarında iş taksimi yapmaya başlamışlardı.
Aradan geçen birkaç haftadan sonra Affan ve
Şıhab birer muhafız olmuş. Kendinden iki yaş büyük olan Şıhab Affan’a komutan
olarak tayin edilmişti. Bırakın askerliği daha ellerine doğru dürüst silah
almayan bu çocuklar, gençliğinde verdiği deli cesareti ve acıların kattığı ağır
sorumluluk duygusuyla beraber birer muhteşem ölüm savaşçısına dönüşmüştü. Yoğun
geçen bir haftanın sonunda ev denilemeyecek ufacık barakaya gelen Affan içerde
kendilerinden biraz daha büyük arkadaşlarını görünce hemen onun yanına gelip
gözlerine bakınca dökülen yaş tanelerinin altından sızan kelimeyi fark ettiler.
‘Baban’ diyebildi, sadece. Dünyaya kafa tutan
o dil sadece tek bir kelime diyebiliyordu. Gözleri dolan ama elindeki silahı
kavrayan, Affan hiç sesini çıkarmadan dışarı attı kendini. Gökyüzünün ışıkları
üstlerinde anne ve babasıyla onu selamlıyordu. Şıhab, yanına vardığı can
kardeşinin omzunu sıkarken. Başın sağ olsun derken başını eğdi. Ona kızarmış
gözlerle bakan can kardeşi birden bağırdı: “kafanı kaldır eğme.” Sesi Şıhab’ın
tüm kimyasını etkiledi. Elindeki silahı gökyüzüne kaldırıp tetiğe basarken
boşalan mermiler onun sadece sinirlerine dokunan birer nağme gibi geliyordu.
Artık mermi sesi onlara şarkı, bombardımansa birer konser gibiydi. Ölümden
zaten korkuları yoktu ama tek korktukları intikam almadan ölmekti.
Geçen ay savaşmayı öğrenen ikili artık ölümü
korkutmayı da öğrenmişler, gördükleri her tehlikeli yere güle oynaya dalmaya
başlamışlardı. İşte o gün yine tehlikeyle oyun oynayacak ölümle burun buruna
gelip ona gülücük yollayacaklardı. Pusuya düşürülmesi gereken bir konvoy ve
onun başında her tarafa korku salan paralı askerlerin komutanı vardı. İlk defa
ona bu kadar çok yaklaşmışlardı ve ellerinden kaçırmak istemiyorlardı.
Yanlarında 15 kişi daha vardı ama keşke bu kadar kalabalık değil de en az onlar
kadar inançlı birkaç kişi daha olsa yeterdi onlara. Konvoy görünmüş ve pusuya
düşmelerine ramak kalmıştı ki birden tüm araçlar durdu. Buna bir anlam
veremeyen ikili bir şeylerin ters gittiğini anladılar ama artık pusudan vaz
geçme ihtimalleri yoktu. Binaların arasına giren ilk araç yavaş yavaş hareket etmeye
başladığında ilk roket çoktan onu vurmuştu. Onun havaya uçmasıyla geri hareket
etmeye başlayan diğer 4 araç oldukları yerde durdular ve ellerini havaya
kaldırmış birer şoför aşağı indi. Teslim olana silah sıkmak olmazdı
acayiplikler birbirini kovalarken onları teslim alan timin diğer elemanları
yavaş yavaş meydana çıkmaya başladılar. Bunlara dâhil olmayan, sadece Şıhab ve
Affan’dı. Onlardan ayrı bir tim komutanı daha vardı. Binalarda mevzilenmiş,
koordineli bir şekilde olayları izlemeye başlamıştı. Hepsi ortaya çıkıp
şoförleri teslim aldıklarında, ansızın başlayan yoğun ateş timin çoğunu yok
etmişti. Olanları sadece izleyebilen ikili kafalarına dayanan namlunun farkına
vardıklarında iş işten çoktan geçmişti.
Onlara verilmeyen tecrübe derslerinin bedelini
ağır ödemişler küçüğü 13 yaşında olan ikili askerliğin en ağır şekline yani
esarete mahkûm olmuşlardı. Ava giderken avlanmamışlar sadece içlerinden bir
hainin oyununa gelip hem arkadaşlarını kaybetmişler hem de esir düşmenin
onursuzluğunu yaşamışlardı. Hepsi bir yana intikam almadan ölmek ikisinin de
canını yakıyordu.
En azılı düşmanları onların ellerini
bağlattırmış, sorguya başlamıştı. Affan’a göre biraz daha gürbüz olan Şıhab
konuşmamakta ısrar ediyor gözleriyle tüm düşmanlarına korku salıyordu. Ama ne
kadar gözleri ateş saçsa da düşman acımasızdı ve en başlarındaki ‘’ son haçlı
seferlerinden’’ bahsederek onların ülkesine girmişti. İlk haçlı seferinde
olanları ikisi de biliyor ve başlarına gelebilecek her sonuca şimdiden
kendilerini hazırlıyorlardı.
Affan’ın anlam veremediği tek durum vardı. İlk
geldikleri gün, o da ikisinden de kan ve doku örnekleri almışlardı. Geçen iki
günün ardından Affan’nın başına gelen doktor ona pis pis gülümseyerek sen
şanslı çıktın ama arkadaşın için aynı şeyi söyleyemem derken dişleri çenesinden
çıkacak gibi olmasına anlam veremiyordu. Ne demek istemişti bu kanlı beyaz
önlüğüyle önüne gelen adam. Sonrasına iki asker kılıklı eşkıya geldi ve Affan’ı
diğer odaya götürdüler duvarda kurulu düzene bağlayıp, sıkı sıkıya kementlerle
kollarını sağlamlaştırdıktan sonra, ağzını da kalın bir bez parçasıyla gerip
dişleri dışarda olacak şekilde onu susturdular. Yanına gelen kovboy şapkalı
biri biraz sonra göreceklerin başına gelebilirdi ama sen böbreklerine dua et
deyince onlardan doku örnekleri aldıklarını anladı ama karşıda duran yatak
neydi ve onu neden duvara bağlamışlardı.
Biraz sonra, can dostunu getirdiler
gözleriyle beraber elleri bağlı olduğu halde onun karşısına getirdiler ve
gözlerini açtılar. Gözleriyle selamlaşan bu iki yiğit insan Şıhab’ın kolundan
çekilip götürülmesiyle şaşkına dönmüş ama ağızlarını kapatan kementler,
seslerine engel olmuştu.
Şıhab gözleri Affan’a gelecek şekilde yatağa
bağlanmıştı ama ikisi de bu duruma bir anlam veremezken. İçeri sırıtarak ve ellerinde
şişlerle birkaç domuz girdi. Kendilerince eğlenen ve Şıhab’ın üzerine içki
boşaltan domuz sürüsü kafayı bulmaya başlayınca önce kurbanın ağzını çözdüler,
avazı çıktığı kadar bağıran Şıhab’ın sesini duymayan domuz sürüsü Affan’ın
gözlerinin dehşet saçmasına aldırmadan hatta o duvarı yıkacak derecede kendini
zorlamasına rağmen Affan’ın can dostu, Şıhab’a saatlerce tecavüz ettiler. Karargâhta
bunu yapmayan asker yok denecek kadar az kalmıştı. Bu günlerce devam etti. Affan
aradan geçen birkaç günün ardından ruhunun derinliklerinde bu iğrenç sahneyi
yaşamaya devam etti.
Uyandığında kendini bir sedyenin üzerinde
bulan Affan nerde olduğunu bilmeden, yatağından kalkmaya çalıştı ama bunu
başaramadı. Vücudunda hissettiği derin sancı kendini kalkmaktan alıkoymuş,
yerinden doğrulamaya çalışırken elindeki kelepçeyi fark etmişti. Başındaki iyi
huylu hemşire ona iyi bakıyor ve elinden geldiğince gönlünü hoş tutmaya
çalışıyordu. Affan, karşıdaki yatağı her görmesinde ağlıyor ama bunun neden
olduğunu hiç kimseye anlatamıyordu. En sonunda yanına onun dilinden anlayan
biri gelmiş ve olan biteni anlatabilmişti. Yanına gelen adam da onun başına
gelenleri usulünce anlatmış, buraya nasıl ve neden getirildiğini anlatmış ondan
alınan böbreğin bir İngiliz para babasına verildiğini bunun karşılığında o
adamında, eğer kabul ederse onu himaye edebileceğini anlatmıştı.
Kafasındaki derin sancıların yok olması
için uğraş veren Affan gördüğü uzun tedavinin ardından, yavaş yavaş hayata
motive olmuş. Böbreği karşılığında ona hami olan İngiliz’le beraber Manhattan
da yaşamaya başlamıştı. Onu ilk gördüğünde terörist gibi davranan insanların
arasına uyum sağlamakta zorlansa da aradan geçen yılların ardından artık her
şeyi unutmuş bir A.B.D vatandaşı olarak, yaşamda yerini almıştı.
Affan; yaşı kadar geçirdiği yılların ardından
evin bir üyesi olmuş onu bağrına basan insanların gözbebeği olmayı başarmıştı
artık. Üniversiteyi bitirmiş, yanında kaldığı insanların hatrı sayılır serveti
sayesinde de yeteri kadar itibarı da olmuştu artık. Hatta birkaç kişinin
İslam’la şereflenmesine vesile olmuş bunun mutluluğunu yaşamaktaydı. Onu gören
herkes hayranlıkla bakar herkes onunla irtibat kurmak isterdi.
Ama hangi noktaya gelirse gelsin hangi rolü
oynarsa oynasın içindeki intikam ateşini bir türlü söndüremiyordu. Üniversite
yıllarında tanıştığı bir grupla irtibata geçen ve onların en iyi arkadaşı
olmayı başaran bu genç adam. Kurduğu dostluk sayesinde en tepe noktaya kadar
ulaşmış ve kendine orada güzel bir yer edinmekte ve dostluklar kurmakta zorlanmamıştı.
Yine böyle dertleriyle baş başa kaldığı bir gün yanına yaklaşan grup liderine
olan biteni bir çırpıda anlatmış üzerinden dağlar kalkmış gibi rahatlamıştı.
Lider ona intikamını almak için yardım edebileceğini söylediğinde ise kafası
yıllar öncesine gitmiş ilk bombayla beraber o güne kadar ki yaşadıkları bir bir
gözünün önünden film şeridi gibi geçmişti. Bunu düşünmesi için zaman isteyen
Affan iki günlük bir müsaadeden sonra karar vermesi gerektiğini öğrenmiş çünkü
yapılacak büyük çaplı bir eylem için sadece canlı bomba adayı bulma işinin
kaldığını da aklına not etmişti.
Evine doğru dalgın dalgın giderken her zaman
ki gibi namazını kılmak için girdiği bir caminin önünde eylem yapan insanlara
bakarken afişin birine gözü takılınca kararını çoktan vermişti. ‘’ terörist
Müslümanlar Amerika’dan defolun’’ yazan adam acaba kendi yerinde olsa ne
yapardı. Ama bu onun kararını pekiştirmekte yardımcı oldu. Ertesi güne kadar
onu himaye eden aile dâhil, ne kadar sevdiği varsa hepsiyle tek tek görüşüp
vedalaşan Affan. En son gittiği grupla da helalleşip bomba dolu çantayı ve
nasıl imha edileceğiyle beraber eline tutuşturulan haritayla beraber, onu evinin
önüne bırakan arabadaki arkadaşlarıyla vedalaşmış bir solukta ertesi gün ki
eylemin yapılacağı yeri görmek için odasına çıkıp haritayı yatağına sermişti.
Sermişti ama gözlerini haritadan alamadan sadece ve sadece yutkunmakla
yetinmişti. Dünya başına yıkılmış ne yapacağını şaşırmıştı.
Gece hemen geçmiş ertesi gün sırtında
çantayla Central Park’ta, saatini kontrol eden Affan, güreşen çocuklar onun
karar vermesinde etkili olmuştu. Aklında tek bir soru vardı bu nasıl bir
intikam kimden ve neden alacaktı nasıl bir yöntem nasıl bir hedef ti bu. Kafası
allak bullak olmuştu. Giydiği siyah gömleği fark etmişti. Annesinin cenazesini
kıldıran imamın kafasındaki siyah sarığa tıpa tıp uyumluydu. İyi ama o gün imam
efendi intikam yemini etmemiş sadece dua etmişti. Sabah evden çıkarken aldığı
abdest ne içindi Cihat içinse öldüreceği kimdi.
Tüm bu sorularla aklı karma karışık olan
Affan kendini topladı. Aldığı abdestle yerinden kalkmadan ilk önce peygamberine
salavat ve dua ederken, ardından annesine ve onun ardından devam eden tüm İslam
Âlemi şehitlerine dua etti. En sona kendini bırakmıştı. En son affedilmesi
gereken kendisiydi çünkü yanında taşıdığı çantada bir şehri yok etmese de bir
ülkeyi yasa boğabilecek çapta bir patlayıcı vardı.
Duasını bitirip yerinden doğruldu ve sırtına
aldığı çantayla beraber yola düştü. İlk iş olarak benzinliğe giren Affan,
marketten aldığı bidona petrol, oradan çıkıp uğradığı çiçekçiden de bir demet
çiçek alır.
Önüne, geldiği kilisenin önüne aldığı petrol
bidonunu ve yanına bir not bırakır.
Ardından geldiği, bomba bırakacağı yer olan,
Amerika Müslümanlar Birliği’nin önüne de elinde getirdiği çiçek demetini
bırakır bir not da onun yanı başına iliştirir.
En son geldiği, ona bombayı veren grubun
karargâhına da bomba dolu çantayı bırakır bir not da burada vardır.
İlk not da; ‘Bir bidon petrol için her şeyimi
alıp dünyamı kararttınız’
İkinci not da; ‘ huzur ve barış dininin
temsilcilerine bomba değil çiçek bırakılır’
Üçüncü not da; ‘ Güya İslam görünüp, İslam’a
ateş eden melek görünümlü şeytanlara bu bombayı patlatmak gerekirdi ama ben
sizin gibi gaddar değil Müslüman’ım’
Yazmaktadır.
Dünyayı ateşe veren tüm zihniyetlere karşı bir
demet çiçek ve sevgi dolu sözcükler bu ve bundan sonraki yüzyıllarda herkese
örnek olmalı.
Fatih KAPLAN
f-kaplan60@hotmail.com