
Sizlanma treni̇
Gökyüzünün
içli içli ağladığı bir Perşembe sabahında; bir kadın, bir adam, iki çocuk ve
beyaz bir kedi, tren istasyonunda mavi bir bankta oturuyordu. Kadın; orta
boydan az daha uzun, iri kemikli, koyu tenli, uzun, ince yüzünü çevreleyen
kurnaz bakışlara sahipti. Memnuniyetsizlik barındıran sözler dökülen büyük
ağızını açıp:
“Off! Nerden
uydum senin aklına bilmem ki!”
Kırk yaşlarında,
sıska biriydi yanındaki adam. Keder barındıran gözleri, yorgun ve ezikliğini
ele veriyordu. Sakin bakışlarını, trenin geleceği yere odaklamış, hiç tepki
vermeden sigarasını tüttürmekle meşguldü.
“Hey sana
diyorum. Sağır mısın be adam?”
“Ne var Handan,
yine ne oldu? Büyütme her şeyi bu kadar.”
“Öyle demesi
kolay, şu havada. Şu kıyamette yola mı çıkılırmış. Ne halt vardı sanki bugün
gitmeseydik?”
“Ağzını bozma.”
Kucağındaki
kedinin boğazını sıkan çocuk:
“Anne. Babaannem
nerede kaldı?”
“Sus nereden
bileyim ben!”
Diye sinirle
cevap verdi Handan. Kırmızı paltosunun düğmeleriyle oynayan küçük kız,
heyecanla ellerini birbirine vurarak:
“İşte… İşte…
Bakın geliyor babaannem.”
Ali, annesinin geldiğini görünce olduğu yerden
kalktı.
“Ah be anacığım.
Biz alırdık seni ya, uğraşmasaydın. Gelelim dedik o kadar.”
“Bana soracağına
gelip alsaydın anacığını.”
“Hoş geldin
Nuriye anne!”
“Hoş bulduk
efendim.” Dedi yaşlı kadın dalga geçercesine.
Handan, Ali’ye
yanaşarak fısıldadı kulağına:
“Bak gördün mü
daha şimdiden nasıl da laf sokuyor. Bu yolculuk bitmez vallahi.”
“Sus Handan!
Annem duyacak.”
“Babaanne, sen
bize kocaman bir para verecekmişsin. Doğru mu?”
“Hişt. Sus
bakayım. Çocuk işte konuşuyor.”
Uzaktan
duyulan topuklarının sesiyle kıvırtarak yürüyen mini etekli, sarışın kadınla
yanına hiç de yakışmayan iri yarı, bıyıklı, insan azmanı bir adam, ailenin yanındaki
banka oturdu. Kadının ilk işi Çantasından ayna ve rujunu çıkarmak oldu. Etrafı hiç
umursamadan rujunu sürüp dağılan saçlarını düzeltti şuh tavırlarıyla. Yanındaki
adam tedirgindi ve bakışları sürekli etrafı kolaçan ediyordu.
“Şekerim yeter.
İnsanların dikkatini çekiyoruz.”
“Elimde değil.
Yanımdaki kadına değen herhangi bir göz bile çileden çıkarıyor beni.”
“İyice abarttın
bak.”
Bakındığında,
küçük oğlanın kucağındaki kediye takıldı gözleri kadının.
“Ne şirin bir
kedi. Küçük getirir misin biraz?”
Annesinin
gözleriyle onaylaması üzerine, kediyi sarışın kadına götürdü.
“Biraz sevebilir
miyim?”
Kadının kucağına
bırakıverdi çocuk, kediyi.
“Ya bırak elin
kedisini sevmeyi. Bitli midir nedir belli değil?”
“Bitli değil
benim kedim. Verin şunu!”
Deyip kediyi
karnına doğru çekti ve yerine oturdu çocuk.
Sürekli etrafı
gözetleyen adam; büyük şamatayla yaklaşan kız grubuna sertçe baktı.
“Heh... Şimdi
tam oldu. Kafamız şişecek!”
Kızlar beş
kişiydiler. İçlerinden kısa boylu, kilolu, aşırı makyajlı olanı:
“Manyak mısın ya?
Umut benden hoşlanıyor.”
“Kızım boş yapma
yaa. Senin neyine baksın ki Umut?” Diyerek özgüven içinde acımasızca sataştı
diğeri.
“Evet, doğru söylüyor.
Neden inanmıyorsun kanka? Meral istesin dünyadaki tüm erkekleri elde eder.”
Dedi üçüncü kız.
Büyük bir
kahkaha tufanı koptu kızın bu sözleriyle.
“Siz geçin
bakalım dalganızı. Tuğçe, Ebru siz söylesenize Umut gelmedi mi yanıma?”
“Geldi… Geldi…” Dedi
kızlar koro halinde.
“Of neyse ya.
Boş verin şimdi. Trende harika fotoğraflar istiyorum.”
“Şu tren de nerede
kaldı? Yağmurda çamurda çıktık zaten yola!”
“Aynen kanka.
Bir gün daha bekleyemez miydik?”
“Sızlanmayın
artık. Olan oldu.”
O sırada, trenin yaklaştığını haber veren
düdük sesiyle toparlanmaya başladılar. Birden hareketlenmişti istasyon.
İleriden bir ejderha gibi dumanlarını gökyüzüne doğru üfleyen ve homurdanan
tren soluyarak perona yaklaştı ve son nefesini verir gibi çuff diye garip bir
ses çıkararak durdu.
“Anne... Anne…
Geldi... Tren geldi.”
“Gördük oğlum...
Dur zıplama, düşeceksin şimdi. Haydi Ali!”
“Tamam. Gel
anneciğim sen de.”
“Oğlum nasılsın?
İyi bakıyor mu bu sümsük gelin sana?”
“Bakıyor,
bakıyor. Sen hiç merakta kalma.”
“Aliiii... Haydi
diyorum ama.”
“Tamam Handan!
Geldik dedik ya.”
Çocuklar önden
bindiler trene ve hızlıca seyahat edecekleri kompartımana girdiler. Ardından diğerleri.
“Aman bu ne be?
Çok da küçük burası. Nasıl sığacağız.”
“Anne ben nerede
yatacağım?”
“Gördüğünüz gibi
iki yatak var yavrum. Sevgili babaannenizi düşünememişler.”
“Hiç dert değil.
Ben torunlarımla yatarım.”
Handan;
tiksintiyle karışık bir nefretle baktı yaşlı kadına. Tren hareket etmeye
çocuklar da dışarıyı seyretmeye koyuldular büyük bir keyifle. Beş kişilik kız grubu
çok seslilik içinde binmişlerdi trene. Kompartımanlarına ulaşınca sevinçten
çığlık attılar.
“Ayy inanamıyorum
kanka harika.”
“Evet, çok iyi
ya. Hemen bir selfie çekinelim.”
Yaklaşık on dakikadır
kapıda sessizce durup onları izleyen genç adamı nihayet fark etmişlerdi.
“Buyurun ne
vardı?”
“Rahatsızlık
veriyorum hanımlar. Sanırım bir karışıklık olmuş. Anlayacağınız bu yolculukta
beraberiz.”
“Ne demek
beraberiz? Sizinle beraber mi yolculuk edecekmişiz?”
“Ben de
istemezdim ama elden ne gelir? Müsait tek bir vagon yok! O yüzden sizinle
yolculuk edeceğiz.”
“Olamaz ya.”
“Aynen kanka. Bu
ne rezalet be. İçine etti adam yolculuğun.”
“Ben demiştim.
Keşke bugün gitmeseydik.”
“Sorun değil
gençler. Ben şu köşede kıvrılır, uyurum. Gerçekten rahatınıza bakın.”
Kıskanç, tipsiz
adam ve sarışın şuh kadının yerleştiği kompartıman, gürültücü kız grubunun yan
tarafındaydı.
“Hahh... Tam
isabet. Şansa bak ya!”
“Boş ver
bebeğim. Gençler eğleniyorlar işte.”
“Dinlemek
zorunda mıyım? Hem sen neye bakıyorsun? Sabahtan beri telefon elinden düşmüyor.”
“Hiç canım ne
olacak.”
“Göster… Göster!”
“Bırakır mısın canım?”
“Versene lan sen
şunu!”
“Hayır. Lütfen.”
“Ver lan dedim.
Ağzını, yüzünü kırdırtma!”
“Vermek
istemiyorum. Bırak... Bırak kolumu. İmdaaattt!”
İri yarı adam, kadının ağzını bir hamlede
kapattı. Geri geri kaçarken yatağa düştü kadın. Adamın elini ısırdı. Hala imdat
diye bağırıyordu. Telefonu ise arkasına saklamıştı. Adam ağır, büyük bavulu kaldırıp hızla
suratına çarptı. Burnundan, kaşından oluk gibi kan akıyordu kadının. Sonra
birkaç defa daha vurdu. Sesi kesildi kadının.
Telaşlandı, paniğe kapıldı adam. “Bayıldı herhalde kahpe” Diye düşündü.
Yatakta duran telefonu fark edince karıştırmaya başladı. Gördükleri karşısında
dehşete kapılan adam “Seni adi orospu seni!” Diyerek kadının boğazına geçirdi
ellerini. Çırpınmaya başlayan kadının boğazından hırıltılı sesler çıkıyordu.
Sesler gittikçe azalmaya başladı ve yerini derin bir sessizliğe bıraktı.
Kıskançlıktan deliren adam, ne yaptığını kadının sesi kesildiğinde anlamaya
başladı. “Ulan! Ne yaptım ben? Öldürdüm ya karıyı! Ne olacak şimdi. Ben hapis yatamam.
Hele de böyle bir kadın uğruna.” Kalkıp kapıyı kilitledi, yorgana sardı kadını
ve sırtı kapıya dönük şekilde yatırdı.
Gece
karanlığı çökmüş, yağmur yorulmuştu artık. Tren bir istasyonda durdu. Katil
adam bu fırsattan istifade eşyalarını aldı ve aşağıya indi. Hiç kimse onu fark
etmedi. Bir sigara yaktı. Tren hareket ettiğinde o, trende yoktu.
“Beyefendi Allah
Allah! Bayan siz de mi duymuyorsunuz? Açmıyorlar kapıyı ne zamandır kapıları
kitli.”
“Uyuyorlardır
belki.”
“İyi de
inecekleri yere yaklaştık.”
Kapıya defalarca
vurdular ancak içeride hiçbir ses yoktu. Gürültüyü duyan herkes kapıya
yığılmaya başladı.
“Al işte berbat
bir yolculuk yap. Bir de üstüne bu salak, meraklı kalabalığın dağılmasını
bekle. Bekle ki inesin.” Dedi Handan.
“Ne olmuş anne,
ne olmuş?”
“Elinin körü
olmuş. Ben nereden bileyim. Canım burnumda zaten.”
“Baba ne olmuş?”
“Dur kızım,
öğreniriz şimdi.”
Hep beraber kalabalığa
yaklaşan kız grubu da çok rahatsız bir gece geçirmişti.
“Ne olmuş? Ne
olmuş?”
“Ne var kanka
orada?”
Kendilerine
eğlence çıkmıştı işte. Sevinerek merakla bakıyorlardı. Kapı kırılıp açıldı
büyük bir gürültüyle. Meraklılar, kapıdan içeriye başlarını uzatma yarışına
girdi.
Görevli, uyuyan
kadını görünce “Hanımefendi. Uyanın. Geldik.”
Ses alamayınca dürttü sarışın kadını. Yüz üstü yere düştü kadın.
Kalabalık çığlık atıp uğuldamaya başladı.
“Kadın ölmüş!”
“Kim öldürmüş?”
“Kocası mı?”
“Yok, sevgilisi
bence. Girerlerken görmüştüm.”
“Niye acaba?
Kıskançlık mı?”
“Bence para
meselesi.”
“Adam yok. Kesin
o öldürdü.”
“Aman kardeşim.
Düşman başına.”
“Allah rahmet
eylesin.”
“Ne işi varmış
ki kadın başına bir adamla baş başa?”
Bir
yağmurlu günde, onca yolcuyla kilometrelerce yol alan kara tren; iyi bir aradan
sonra tekrar homurdanarak raylarda yorgunca yol almaya devam etti. Bacasından
gecenin karanlığına nice simsiyah dumanlar bırakarak.