
Hakli tepki̇
“Önce şu akıllı
tahtayı açalım. Şimdi… Bir saniye! Kime diyorum ben!”
O sırada kapıyı
açıp giren iki kadın:
“Sizi acilen
Sema Hanım çağırıyor. Hemen şimdi bekliyor.” Dedi, telaşlı bir vaziyette.
“Tamam!” Dedi
vakur bir eda ve tok bir sesle Meltem.
Ne
için çağrıldığı tahmin ediyordu. Hiçbir çekincesi yoktu zaten. Hemen indi bir
alt kata ve Sema Hanımın makam odasının kapısında beklemeye başladı. Kadının
bulunduğu odanın dışı tamamen camla kaplıydı. İçerinin böylesine dışarıya
yansıtılma sebebi “Bakın biz gizli iş yapmayız. Yaptırmayız da!” mesajı
vermekti.
Kadın,
telefon görüşmesi yapıyordu. İçeriye girmemesi için eliyle işaret etti. Bu
durumda Meltem, telefon görüşmesinin bitmesini beklemek zorundaydı nezaketen.
Bu bekleme anlarında, etrafını inceliyor, gayet doğal ve oldukça sakin
görünüyordu. İşe başladığı günden beri karşılıklı olarak birbirlerinden
hoşlanmazlar ama dillendirmezlerdi de. Sema Hanımın yüzüne baktığında; esmer,
lekeli ve pörtlek bakışlarından, patronlarından tüccarlık zihniyetiyle
mesleğini yerine getirmesinin istendiği ve fırça yediği belliydi.
Meltem’in
başını başka bir yöne çevirdiği bir sırada bitmişti telefon görüşmesi. Göz göze
geldiklerinde “Nereye bakıyorsun?” Der gibi bakışlarla karşılaştı Meltem. Öyle
ya hiç gözünü kırpmadan onu takip etmeli ve bekletmemeliydi. Ne de olsa
otoriteydi! Gel işaretini verdi, komut gibi vücut diliyle. İçeriye biraz güler
yüzlü, biraz da “Ne o? Neden çağırdınız beni?” Der gibi girdi Meltem ve onun
otur demesini beklemeden çekip sandalyeyi oturdu masanın karşı tarafına.
Otoritesi daha ilk anda çiğnenmeye başlanan Sema Hanım, bozulmuş olsa da bunu
da belli etmemek için kendisini tuttu. Samimiyetsiz yüzüyle kurumsal ağzını
birleştirip koltuğunda pozdan poza girdi.
“Nasılsınız Sema
Hanım?”
“İyiyim! Geçen
hafta bir olay yaşamışsınız.”
“Ne oldu veliler
mi aramış?”
“Bırak şimdi
sen, kimin aradığını da ne oldu onu anlat!”
Boşluğuna denk
gelip bu tepkiyi verince, Meltem, karşısındakinin sahte kibarlığı altında yatan
kabalığı hemen sezdi.
“Ne olacak
terbiyesizlik yaptılar, bende cevabını verdim.”
“Ama böyle bir
şeye gerek yoktu ki biz sizden bunu beklemedik. Yaramazlık yapabilirler. Yani
yapsınlar. Böyle bir tepki vermenize gerek yoktu ki.”
“Hak etmeseler
inanın bir şey demezdim. Hak ettiler.”
“Açıkçası çok
şaşkınım. Böyle bir tepki beklemezdik sizden. “Bir daha olmaz.“ Deyip
yaşanmayacağına garanti vermenizi beklerdik.”
Git
gide sinirinden yüzü kararan Sema Hanımın, ilk defa karşısında böyle konuşan
biri olmuştu. Otoritesi hiçe sayılıyor, saygı duyulmuyordu. Meltem ise bu tavır
karşısında sinirle ellerini ara sıra masaya vurmaktan da geri kalmıyordu. Müdür
Hanımın kararan yüzüne inat, yüzü kireç gibi oluyordu. Bu durum, öfkesini
karşısındakine yansıtan bir haldi.
“Pardon ama ben
pişman değilim. Doğru olanı yaptım. Siz ne kadar öğretilen emredilen tüccar
kafasıyla para için öğrenci tarafını tutsanız da bu okulda ben sizin gibi
olamam! Ben hem öğreten hem de eğiten bir kutsal mesleğin mensubuyum. Ve ayrıca
da bir şahsiyetim, oluşmuş karakterimi kimse göz ardı edemez. Velilerin,
öğrencilerinin karşısında el pençe olamam!”
Sema Hanım;
şaşkınlıktan dilini yutmuş ne diyeceğini bilemiyor, karşısındaki genç öğretmeni
hayretle izliyordu. Dışarıdan o kadar narin, naif, uysal görünen, tanınan genç
öğretmene ne olmuştu böyle? Şaşkındı. Karşısında, içinden kaplan çıkmış biri
vardı artık.
“Demek biz size
göre, velilerin karşısında el pençeyiz. Öyle mi?”
“Evet! Aynen
öylesiniz.”
Bütün bu sözler,
önceden tasarlanmış cümleler değildi, o anda ağzından doğaçlama olarak
dökülüyordu. Sema Hanım, zaten irice olan gözlerini korku salar gibi dışarıya
çıkarıyordu. Kurumsal kimliğinden de vazgeçmiyordu.
“Sizin yaşınız
genç. Genç bir abla gibi davranmalısınız onlara.”
“Pardon Biz, biz
diyorsunuz ya sürekli. Siz kimsiniz?”
Ezberden ve
taklitçi konuşan kadın; insan mı yoksa robot muydu bir türlü ayırt edemedi
Meltem. Cevap veremeyen kadın; yalnızca öylece bakıyordu.
“Şaka gibi ya.
Şu kadarcık şey için hiç aranır mı insan?”
Ortalık iyice
gerilmişti. Artık karşısındakiyle göz teması kurmadan konuşuyordu Meltem.
“Peki, Meral Hanım.
Bizi çok şaşırttınız.”
“Benim adım
Meral değil, Meltem!”
Müdür iyiden
iyiye şok yaşıyordu. Adını bile yanlış söylüyordu. Çünkü o, bu zamana kadar ne
söylediyse karşısındakilerden “Peki efendim. Nasıl derseniz.” tasdikinden başka bir yanıtla karşılaşmamıştı.
“Kıç,
demişsiniz. Size göre bunlar basit olabilir ama bize göre değil.”
“Kıç mı?
Türkçede birçok anlamı vardır. Kaldı ki o sırada bu kelime espri ile karışık
söylenmiş bir sözdü.”
“Neymiş anlamı?
Biz bilmiyoruz. Anlatın bize.”
Bunları
söylerken kendisine olan güveni ve otoritesi gittikçe düşüyor, son bir hamle
yapmak istiyordu. Kararan suratı geceye dönmüştü bile.
“O halde bu
şartlar altında biz sizinle devam edemeyiz. Bize göre bunlar fazla.”
“Ha öyle mi?”
Anında
kalkmaya yeltendi, bu sözlere hiç şaşırmadı bile genç kadın; zaten beklediği
bir sondu. Müdür; ses tonunu bir nebze daha yükselterek yerle bir olan
otoritesini ancak karşısındakinin işine son vererek kurtarabileceğini ve
böylece bir şeyler elde edebileceği düşüncesiyle tatmin yolu bulmuştu.
Onun bu tavrını
hiç umursamadı Meltem. Acz içindeki zavallı kadına acıyarak gülümsedi. Kendisi de çok iyi biliyordu ki o, bu
kokuşmuş sistemin bir parçasıydı. Ve öyle de kalacaktı. Bir hamlede kalkıp hiç oralı
olmadan çıktı odadan. Müdür Hanım hala titriyordu. Üst kattaki odasına ulaşan
genç öğretmen, nesi var nesi yoksa toplamaya başladı. O sırada yanına yaklaşan
bir meslektaşı:
“Ne oldu, bir
şey mi oldu? İyi görünmüyorsun. Yüzün bembeyaz. Cenaze falan mı var?”
“Yok hayır. Bir
şey olmadı. Önemli değil.”
Her şeyini
aldıktan sonra hızlı adımlarla uzaklaştı bu binadan. Dış kapıda kocaman
harflerle bilmem ne özel okulu yazıyordu. Oysa gerçekte burası bir ticarethaneydi.
Tiksinerek baktı son defa o levhaya.
Buralarda
araç bulmak zordu. Ama bir an önce uzaklaşmalıydı, yürümeye bile razıydı. Ve
öyle de yaptı. Yokuş aşağıya uçarcasına iniyordu. Hayret etti kendine ve
gururlandı. Bir damla yaş bile akmamıştı gözlerinden. Değer miydi hiç? Böyle
eğitimin, veliye, öğrenciye göre pazarlanması tiksindiriciydi çok. Daha da
hızlandı. Kimseyle karşılaşmak, dertleşmek, anlatmak istemiyordu.
“Kaltak kukla
seni! Oh olsun sana. Aldın mı ağzının payını? Hadi uyu bakalım bu gece. Artık
bittin sen!”
İçi
huzur doluydu genç öğretmenin. Gereğini yapmış, karşı tarafa hayatının dersini
vermişti. O gururla aksine çıkan sert rüzgâra aldırış bile etmeden, kafa
tutarcasına ilerliyordu. Ve hala sinirini alamadığı müdüre defalarca okkalı
küfürler savurmayı da ihmal etmiyordu. Yokuş aşağıya rüzgârın da peşinden
itmesiyle uçar gibi gidiyordu. Bu zamansız sert rüzgâr karşısında duvarlara
tutunuyordu uçmamak için. Zorlanıyordu, çok haşin esiyordu. Fırtınaya
dönüşmüştü bile. Ama pes etmeyi sevmezdi hiç. Karakteri öyleydi. Rüzgârla da
amansızca mücadele etmekten keyif bile almaya başlamıştı.
Bir
an önce ana caddeye, trafiğin yoğun olduğu yere ulaşma gayretindeydi. Artık
iyice gücü azalmış, bacakları titremeye başlamıştı. Çok yorulmuştu. Yavaştan
iri iri yağmur damlaları çiselemeye başladı. Belli ki az sonra fırtınayı dindirecekti.
Varsın olsun dedi ıslanmayı severdi Meltem. Terlemek onun hoşuna giderdi hep.
Yol, gittikçe gözünde büyüyor, sonu olmayan bir tünele dönüşüyordu. Birden bir
otobüs durağını görünce sevinç çığlığı attı. Tünelin sonunda beyaz ışığa
rastlamış gibi. Hemen bindi gelen otobüse. Şoförün arkasındaki boş koltuğa
oturdu ve başını arkaya yasladı, derin bir nefes aldı.
Çalıştığı
ortamı, mesai arkadaşlarını severdi aslında. Ama ne yapsa olmuyordu. Sisteme
ayak uyduramıyor, ideallerine ters gelen kargaşalara, dümen suyuna ayak
uyduramıyordu. Eğer o lekeli, gece suratlı kadından af dileseydi, kendisine,
prensiplerine ihanet etmiş olacaktı. Sarf ettiği haklı sözlerinin hiçbirinden
pişman değildi. Hatta az bile söylemişti. Vicdanı öylesine rahattı ki
kendisiyle gurur duydu.
Otobüs
dura kalka yağmurda ilerlerken eğitimdeki bu eksik, ticari zihniyetin ülkeye ne
kadar boş insanlar yetiştirmekte olduğunu anlıyor, kendi kendini yiyordu. Sırtındaki
ter soğumaya, bacaklarındaki titreme azalmaya başlamışken içi ürperiyordu
hafiften. Bakışlarını, buğulanmış camı silerek dışarıda hareket halindeki
insanlara çevirdi, içine bir hüzün yerleşti. Gelecek için endişeliydi ama bugün
verdiği o cesur mücadele ve ders için gururlu ve huzurluydu.