
Ki̇li̇tli̇ odalar
Mutfak
tezgâhında, bıçağın tek düze darbelerinde lime lime ayrılan soğanın acısı
gözlerini yaşartırken, ondan daha acımasız ve sert gelen eşinin sözleri ruhunu
acıtıyordu. Sol kolunun iç tarafında gözyaşlarını kurulamaya çalışırken tüm
hırsını patlamaya hazır volkan gibi soğandan alıyordu aralıksız. Eşi daha sert
bir uyarı tonunda:
-Bak
bu iş şakaya gelmez. Bunlar bizim! Çok acımasız ve haşinsin. Çok üstüne
gidiyorsun çocukların.
-Sen
karışma! Ben ne yaptığımı biliyorum. Vardır bir sebebi ki böyleyim.
-Neyse
ne. Azıcık anlayışlı ol.
-Karışmaa!
Karışma sen!
Bir
ıslık gibi çıkıyordu dudakları arasında sözleri. Sonrası, ne söylediği
anlaşılmaz türde seslere dönüştü. Patlaması için bir kıvılcım yeterliydi ona.
Eşi gittikçe hiddetleniyordu.
-Bak
hala ne diyorsun be!
O
kopma anını yakalayan kadın çılgınca bir istekle, avazı çıkıncaya kadar
bağırıyordu. Hiç kimse, hiçbir şey onu durduramıyordu. Eşinin “Sus tamam sus!” şeklindeki müdahaleleri de
işe yaramıyordu artık. Çileden çıkan adam; kadının bu laf dinlemez halinden
iyice bunalmıştı. Adeta ses tellerini açan bir tenor gibi, en üst perdeden
bağırıp çağırıyor ve masayı avuç içleriyle tokatlıyordu.
-Allah
kahretsin senin gibi kadını. Sus dedim sana sus! Komşular gelecek.
O
sırada odasından gürültüleri duyan evin küçük kızı, annesinin belinden tutup,
ürkek bir sesle:
-Anne!
Tamam anne! Sakin ol!
-Ah!
Ah! Bırak beni be bırak. Üstüme saldırdınız hepiniz birlik olup.
-Senin
silahın zaten bu yalandan bağırmalar. Sıkışınca, suçunu bastırmak için bağır,
çığlık at. Kurtul. Oh be ne ala!
-Evet,
anne bağırma. Babam haklı. Sakin ol. Apartmandakiler biri öldü sanacak.
Ahlar ıhlar arasında, hala kendine gelememiş
olan kadın, hırsını çıkarabileceği bir başka alan arıyordu.
-Yok,
kızım yok. Annen insan değil. Sanki üveysiniz. O düşünmez ki bağırır yani.
Millete mi hesap edecek. Yazık be yazık. Yazıklar olsun sana!
Adam
evlendiği güne onlarca kez lanet okurken:
-Benim
yerimde başkası olsa yüz kere boşamıştı senin gibi kadını. Kim çeker be seni
kim?
Bir
panter gibi atağa geçmede gecikmedi kadın:
-Hıı…
İyi ya git işte git bu evden. Bu ev benim. Hep diyorsun ya kaçacağım, alıp
başımı gideceğim diye. Ne bekliyorsun!
Bir
huzurlu an, bir tatlı gülüş, tatlı bir sohbet, dokunuş, anlayış görmemişti
yıllar yılı bu evde adam. Yıllardır karı-koca ilişkisini bırak insani
ilişkileri bile kalmamıştı eşiyle. Kadın
onun gözünde bir aşçı ve temizlikçiydi işte. Karısı ne derse desin çocukları
için hep susmayı tercih ediyordu. Kadınla tartışmanın faydasız olduğunu iyice
bellemiş olmanın verdiği gevşeklikle günlerini geçiriyordu. Yıllar yılları
getirmiş ve artık ömürlerinin son demlerindeydi ikisi. Eşini böylece kabul
etmişti artık. Öyle ya huylu huyundan vazgeçer miydi hiç?
-Artık
seninle tartışmaya girmeyeceğim. Ama sanmayın ki sadece siz de sinir var. Bakın
ben bir sinirlenmeyeyim o zaman görürsünüz bu evde neler oluyor!
Diyebilen
adamın sözleri kadının üzerinde her zamanki gibi hiçbir etki yaratmamıştı.
-Aha
bak kapı! Al çocuklarını, bir ev tutun yaşayın birlikte. Başımda hiç kimseyi
istemiyorum. Burası benim evim, bunlar benim eşyalarım, odalarım! Kimseye asla
dokundurtmam!
İçini
pervasızca boşalttıkça, ulu orta bağırdıkça rahatlıyordu. Yüzü, her zaman
olduğundan daha kırmızıydı.
-Bak
şu söylediklerine. Usandım senden be! Arayacağım kardeşlerini. Söyleyeceğim,
yaşlandıkça daha da çekilmez oldu, delirdi diye. Ne yaparlarsa yapsınlar. Düş
benim yakamdan artık.
-Ha
ya! Olur! Sen defolup gidersin ancak.
Bak kapı orada!
Kadın
bildiğinden hiç şaşmıyor, esip, gürlüyordu. Her olayda, büyük kızına olan
hıncı, hırsı katlanarak büyüyor, bir ateş gibi hararetleniyordu.
-Bak
son defa söylüyorum. Bu iş çok başka ve farklı bir olay. Kızımızın bir ideali,
ileriye dönük projeleri var ve her gün hedefine yaklaşıyor. İstikbaliyle
oynuyorsun. Ona sakin bir oda ve huzur lazım, çalışması için. Sen anne değil
misin? Evladımız değil mi? Ne bu halin? Ne var, bilmediğim bir şey mi var? Bir
suçu varsa söyle bileyim. Ya da anlayışlı ol.
-Allah
Allah! Haydi, oradan be! İdeali varmışmış da bilmem ne! Kolaydı öyle. Bu ev
benim!
-Bak
şu dediğin laflara bak ya. Utanmalısın. Sana ne be? Olur olmaz. Sana ne? Sen
nasıl annesin be nasıl? Sen işine bak işine. Karışma çocuklara. Ayıp, günah be!
Ne rezil kadınsın sen! Senin gibi bir anne daha var mı ki bu dünyada? Şu
kaderime bak.
-Asla!
Asla! O oda benim odam. Kimse o odaya adım atamaz!
Bütün
bunları yatak odasının, aslında her işini gördüğü işlevi sayısız odasının kapı
dibine oturmuş dinleyen biri vardı; O da evin büyük kızıydı. Annesi ne derse
desin sessiz kalmaya karar vermişti. Eline bir koz vereceğini biliyordu sesini
çıkarırsa şayet. O bakımdan susmalı… Susmalı ve beklemeliydi. Ortalık
sessizliğe bürününce bulunduğu erketeden çıkıp babasının yanına gitti. Babası
düşünceli düşünceli oturuyordu tek başına. Burnundan soluyordu hala.
-Ne
oldu baba. Kavga vardı galiba annemle aranızda.
Yemek de yoktur şimdi, kesin! Kaç gündür yemek de yok evde zaten.
Kaç
gündür açlığında verdiği sinirle ocaktaki tencereye yöneldi. Kapağı bir umutla açtı.
Sadece çorba vardı yine. Bir de dolapta bekleyen salata. Hiç beklemeden lafa
girdi kız.
-O
benden nefret ediyor ya inan ben de ondan ediyorum. Bu evde yaşamaya meraklı
değilim bu şartlarda. Para kazanmaya başlayacak ve eve çıkacağım. Sadece
evlenenler çıkmaz ya baba evinden. Hem sonra ona anne evinden demek daha doğru
ya! Çok insan var, çalışıp da ayrı evde yaşayan.
Pek
aldırış etmedi babası bu sözlere. Kızın sinirle alınganlık içinde söylediğini
varsayıyordu. O zaten pek umursamazdı böyle şeyleri. Daha ziyade ne şiş yansın
ne kebap, onun hayat felsefesiydi. Kız anlatmalı bazı imalarda bulunmalıydı
artık.
-O
beni yetiştirmedi inan. Annem yetiştirmiş olsaydı bende onun gibi olurdum. Ben
kendi kendimi yetiştirdim!
Anne sinsi bir kadındı. Konuşulanları bir an
olsun kaçırmadan dinlediğinden emindi. Bunda yanılmadığını da odasından gelen
“Hıı… Tabii!” gibi sözlerinden anlayacaktı az sonra. Huzursuz olduğu her halinden
belli olan genç kız:
-Evde
mutsuzum hep. Senin paran olmasa, çoktan kovmuştu bu kadın bizi.
-Tamam
kızım. Sakin ol. Yeter artık.
-Ha
bir de. Hiç kimse boş kabadayılık yapmasın. Ben susuyorum diye, unuttum
sanılmasın bazı şeyler. Bir anlatmaya başlarsam; dünya başlarına yıkılır. O
ikisi suçlu. Onlar üzülür, rezil olur söyleyeyim.
Bazı
şeyleri içten içe sezdiğinden emindi babasının. Yılların adamının gözünden
kaçması imkânsızdı. Ancak; açıkça dile getirilmesine cesareti olmayan pasif,
saf ayağına yatan biriydi işte. Bunu kızına manalı bakışlarıyla zaten belli
ediyordu.
-Benim
anlamadığım bir şey var. Siz annenle neden kavgalısınız?
-O
bir sır babacığım. Ortaya çıkarsa canları yanar.
Kızın
bu sözlerine, annesinin cevabı gecikmedi odasından mırıltı halinde:
-Şahidin
mi var? Hıhh. Canımız yanarmış.
Sadece
acı bir gülümsemeyle yetindi genç kız ve babasına dönüp:
-Ben
diyeceğimi dedim baba. Kuru, boş lafa yer yok. Gerisini siz bulun!
-Tamam,
kızım tamam. Kapat bu konuyu. Deyip, bitkin bir vaziyette yatmaya gitti adam;
aklında bilinmez düşünceleriyle.
Babası kederli bir halde uzanınca; genç
kız; kız kardeşine fısıldadı:
-Bak
duydun mu hala o kahpeyi koruyor? Ben geleceğim için girdiğim ve oldukça mesafe
aldığım bu yolda ilerlerken, başarılı olmamı değil onun gibi ahlaksız olmamı
istiyor! Öyle ya onun gibi kolay ve ahlaksız yolu seçip, ayağa düşeceğiz; hep
birlikte onun dümeninde yaşayacağız ya da böyle reddedileceğiz. Yuh olsun onun
gibi anneye. Sanki o doğurmadı bizi.
Annenin
kulakları iki kızının oda kapısına yapışmış her şeyi beynine not ediyordu. Büyük
ve onlara hiç benzemeyen kızına karşı düşmanlık, nefret ve kinle bileniyordu
daha çok. Kırmızı suratında parlıyordu çakmak çakmak gözleri. Kendi kendine
konuşuyordu kadın:
“Hep
o adam! O ihtiyar bunak, O yok mu? Hep onun başının altından çıkıyor bunlar.
Şeytan gibi. Hiçbir şey de kaçmıyor ki gözünden, nasıl biriyse? Yılan gibi
girdi hayatımıza. Bu gidişle kocamı da zehirleyecek korkarım. Ne olmuş yani ne
var bunda? Kocasını sevmiyor işte, adam
her bakımdan yetersiz. Gitmiş birini sevmiş, yatmış bir kere. Ne olmuş yani? Ne
var bunda? Bir kereden ne çıkar ki? Kara
kalpli, vicdansız kız. Huysuz! Başkalarının lafıyla insan en yakınını kaltak
ilan eder mi hiç? Beni de kahpe ilan ediyor utanmadan. Sütlerim haram olsun.
Oh! İyi yaptı. Genç kadın! Ne yapacaktı ya kocasından ne gördü garibim. Bir tek
kalamadım evimde. Çekip gitseler de keyfime baksam. Yediler, pislediler evimi!”
İç
sesiyle cebelleşmesi sürüp gitti. Asla evrilmeyen düşünceleriyle yaşamaya
kararlıydı. Hırsla kalktı yerinden. Yastığın altına gizlediği anahtarı avuçları
arasında haps etti. Mecburdu, her şey ortaya döküleceğine… Kendisine ait, adeta
mahremi olan odanın kapısında durdu. Büyük bir şıkırtıyla çevirdi anahtarı ve kadından
başka kimsenin giremediği, o müze gibi ama misafir ziyaretlerine bile kapalı
olan meşhur odanın kapısı açıldı sonuna kadar.
Tebrik ederim canım.
Sevgimle