
Amaca gi̇den yol
Uyuyamadı bütün gece. Neredeyse
tırnaklarını yiye yiye bitirmişti. Duydukları onu oldukça tedirgin etmişti. Ne
yapıp edip, bütün hünerini sergileyerek Recep’i elinde tutmalıydı. En kızılında
sabahın kalkıp, aceleyle giyindi. Kahvaltı bile yapmadan kaskını takıp,
motoruna atladı. Soluğu adamın evinin kapısında aldı. Uzun zamandır peşindeydi
ve tam zafere ulaşacakken o kız aralarına girmişti. Recep’i kimselere yar
edemezdi.
Zile
bastı defalarca uzun uzun. Kapı açılmayınca, aradı. Ulaşılamıyordu. Elleri
titremeye başladı. Sürekli senaryolar üretiyordu zihni. “Nerede bu adam ya?
Yoksa o kızla mı beraber?“ Düşüncesi yiyip bitirmişti onu. Atladı motoruna, son
gazla, şirkete geldi. Girişteki sarışın kadına öfkeyle:
-Recep
Bey odasında mı?
-Evet
odasındalar. Az önce geldiler. Oturun haber verelim geldiğinizi.
-Hayır,
gerek yok! Biliyor kendisi.
Amacı
habersizce gidip, orada olduğuna inandığı kızla basmaktı. Asansörler
arızalıydı. İkişer üçer çıktı merdivenleri. Teklifsizce açtı kapıyı. Recep’i iş
yerinden genç bir kadınla ağız ağıza konuşurken yakaladı. Ama o kafasına
taktığı kız orada yoktu.
Aniden
odaya giren Özen’i görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Kadın kurumlu bir
edayla kalktı ve hiçbir şey demeden çıktı odadan.
-Bu
ne demek oluyor? Benim odama nasıl izinsiz girebilirsin?
-Asıl
sen söyle bakalım. Bu ne demek oluyor?
Şimdi bir de bu mu çıktı başıma?
Şiddetle
bağıran kadının hesap soran sesi dışarıya taşıyordu. Kendisini kaybetmişti. Gelip
geçenler içeriye göz atıp, olup biteni anlamaya çalışıyordu. Bunu fark eden
Recep, sertçe kapattı kapıyı.
-Ya
bir sakin olur musun sen? Herkes bizi dinliyor. Otoritemi zedeliyorsun. Olay
nedir bir anlat bakalım. Otur şuraya!
-O
kızla aranda ne var? Balgam atar gibi çıkmıştı ağzından sözcükler.
-Hangi
kız yaa? İş için konuşmaya gelmişti kadın sadece.
Elindeki
kaskı fırlatıp attı yere. Zeminde tok bir ses çıkararak, yuvarlanıp bir köşeye
sindi.
-Onu
demiyorum!
Recep
kadının tarifsiz siniri karşısında ürktü. İş yerindeki itibar ve otoritesini düşürebilir,
onu rezil edebilirdi her an bu tavrı.
-Özen!
Dışarıda konuşalım. İş yerinde olmaz. Hadi işinin başına dön. Sakin ol!
-Bırak
beni! Şimdi konuşacaksın benimle şimdi!
Gözleri
yuvasından çıkmış, yerine dönmemek için direniyordu. Sabrının sonuna gelen
Recep, sesinin tonunu yükselterek:
-Kızım
sen kimsin be! Bana hesap sorma hakkını nereden aldın? Haberim olmayan bir
konuda hem de!
-Senin
o kızla aranda bir şey var. Ben biliyorum. Aptal yok karşında!
-Ne
kızı? Ne saçmalıyorsun?
-Kazım
Bey’in kızı işte! Her şeyi biliyorum.
Masadaki
eşyaları sağa sola dağıttı. Deri koltuğa çöküp, gözyaşlarına boğuldu.
Gözlerinden yaşlarla birlikte boyaları da akıyor, yüzünün gerçek hali ortaya
çıkıyordu. Akan burnunu elinin tersiyle silince; Recep masanın gözünden peçete
kutusunu çıkartıp uzattı.
-Aldatıyorsun
beni. Biliyorum!
Artık
ne söylediğinin o da farkında değildi. Gözyaşları sözcüklerini boğuyordu. Recep
hayretle, sessizce inceledi kadını.
“Birkaç
kere yattık ulan seninle altı üstü! Bu neymiş böyle üzerimde hak iddia etmeler.
Bu cesareti nereden alıyorsun? Şu şirkette her yattığımla sevgili olsaydım…
Kazım Bey’in kızı demek ki mevzuu. Aman aramı iyi tutayım da. Geleceğimi riske
atamam. Kazım Bey’in varlığına ihtiyacım var. Kız da harika, çok güzel biri.
Kazım Bey’in de haberi var mı acaba bu söylentilerden? Şuna bak ya, nasıl da
ağlıyor, kendisini paralıyor. Ulan değer mi benim için? Kendisini de ne çok
önemsiyor. Suratına bakılmıyor ya, maksat işimiz görülsün.”
Düşüncelerinden
sıyrıldığında Özen de sakinleşmiş, koltuğun derisi ile oynuyordu. Recep
hafifçe öksürüp:
-Bak
Özen. Benim kimseyle aramda bir şey yok. Nereden uydurdun hiç anlayamadım.
-Gördüm!
O kıza nasıl baktığını, onun da nasıl bakıp
güldüğünü.
-Tamam,
yeter artık be! Hadi git evine dinlen. Bugünlük teknik bir işimiz yok. İhtiyaç
olmaz sana.
Çantasından çıkardığı aynaya bakarak yüzünü
temizledi. Kırmızı, ucuz bir ruj sürdü dudağına.
-Tamam.
Akşama gelir misin? Dedi burnunu çekerek.
-Sen
gelsen olmaz mı? Yorgunum canım. Ama şimdiden söyleyeyim, kalamazsın.
-Tamam.
Yere
düşen kaskını alıp, kalçalarını bir o yana bir bu yana hoplatarak indi
merdivenleri. Şirketten rahatlamış olarak çıktı.
Ailesi
yıllardır yardım etmiyordu ona. Para problemi vardı. Başının çaresine bakmak
zorundaydı. Çalıştığı yerden aldığı ücretle hayatta geçinemezdi. Geçmişinde,
üniversite yıllarında kazandığı alışkanlıkla başka bir işte de çalışıyordu. Bu
işe başladığında ilk zamanlar çok utanırdı. Sonraları alıştı iyice. Zevk bile
alır oldu. Kimle olacağının kararını kendisi veriyordu en azından. Ve şartları
da o belirliyordu. Ailesi ve yakın çevresi bilmiyordu bu durumunu. Sadece
çalıştığı yerlerdeki zengin patronları bilirdi. Recep’e takılı kalmıştı son
zamanlarda. Seviyor muydu? Ondan bile emin değildi. Alışkanlıktı belki de.
Telefonu
çaldı. Müşterilerinden biriydi arayan. Şimdi zamanı değildi. Açmadı telefonunu.
Ne yapıp edip, Recep’i elde etmeliydi. “Keşke yatmasaydım onunla hemen!
Birazcık peşimden koştursaydım. Şimdi çok kıymetli olurdum. Kafama tüküreyim!
Akıl yok ki!” Bulanık zihninin tam ortasında Kazım Bey’in kızı oturuyordu. Kendisine
“ Ya sen kimsin ki? Bir bana bak bir de kendine.” Diyordu sırıtarak. Siniri, motorun
üstünde gaza basıp hız yaptıkça hafifliyordu ancak.
Recep,
ofisin penceresinden sokağın gürültüsünü dinlerken, aklına Kazım Bey’i aramak
geldi. Yüzüne takındığı sahtekâr gülüş, sesine de yansıyordu.
-Alo…
Kazım Bey nasılsınız?
-İyiyim
delikanlı. Sağ olasın. Sen nasılsın?
-İyiyim
efendim. Size gerçekten minnettarım, bizi tercih ettiğiniz için. Şirketim sizi
mahcup etmeyecektir. Ne yapsam, ne söylesem azdır efendim.
Ezberindeki
cümleleri tek tek sıraladı. Sessizlik anından faydalanan Kazım Bey:
-Teşekküre
lüzum yok evlat.
Tam zamanıydı şimdi Kazım Bey’in gözüne
girmenin. Sahtekâr sesine sevecenlik ekleyerek:
-Efendim.
Biliyorsunuz bizim şirkette çalışan Özen Hanım var. O bana kızınız hakkında bir
şeyler söyledi. Sanki kızınızla aramızda bir şey varmış gibi imada bulundu.
Sözünü
bıçak gibi sert bir üslupla kesen Kazım Bey:
-Senin
ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu delikanlı? Sen kimsin de kızımla aranızda
bir şey olacakmış? Bana bir kaltağın ağzıyla konuşma. Haddini bil. Edepsizlik
yapma!
Korkudan
ne diyeceğini bilemedi Recep. Böyle bir karşılık beklemiyordu hiç. Dili
tutuldu. Şaşkındı.
-Yok,
olur mu efendim öyle şey? Uyduruyor işte kahpe! Ben sizin kızınızı bilmez
miyim? O çok hanımefendi ve farklıdır. Benim haddime mi?
Bir
pot daha kırmıştı şaşkınlığından.
-Sen
benim kızımın farklılığını nereden bileceksin be!
-Yani
şey efendim. Bu özen dedikodu çıkararak aramızı bozmaya çalışıyor. Onu arz
etmek istedim. Siz bizim her şeyimizsiniz. Ben sizlere laf getirir miyim hiç?
Yanlış anlamayın beni ne olur.
Sırtı
ter içinde kalmıştı. Eli ayağı titriyordu.
-Kapat
be! Daha fazla uzatma. Pişman ederim seni. Benim kızım sizin ağzınıza
alamayacağınız kadar yüksek bir yerdedir. Haddinizi bilin. Bir daha duymayayım Recep
Efendi! Yoksa çok fena olur!
Deyip
yüzüne kapattı telefonu.
Terlerini
kurulamaya çalışan Recep “Ulan berbat
ettim her şeyi. Ne salak, beceriksiz adamım ben!”
Şirketten
çıkar çıkmaz eve attı kendisini. Mutfakta yemek yapan Özen’i görünce gerildi. Her
şeyin sebebi o değil miydi?
-Anahtarı
kimden aldın sen?
Rahatsız
olmuştu evine böyle izinsiz girilmesinden.
Kırıtarak gelip, adamın boynuna sarıldı.
-Buldum
işte aşkım. Sana sürpriz yapmak istedim. Sevinmedin mi yoksa?
-Sevindim.
Yemekte ne var?
Sessizce
yenilen yemeğin ardından, elindeki kürdanla dişlerini karıştıran Recep:
-Bak
Özen! Senin bazı davranışların şirketimin geleceğini tehlikeye atıyor. Derken odayı sarsan bir ses çıktı boğazından.
Midesi biraz olsun rahatlamıştı. Göbeğini kaşıdı.
-Hangi
davranışlarımmış onlar? Söyler misin?
-Bir
sakin ol ya kızım. Kazım Bey benim için çok önemlidir. Senin saçma
kıskançlıklarınla geleceğimi riske atamam. Bak Özen! Biz seninle sevgili
değiliz. Sadece yatıyoruz. Bir ilişki bile yaşamıyoruz. Yanlış mı
söylediklerim?
Cevap
vermeden, derin derin soluyup, boş bakışlarla bakıyordu adama.
-Umarım
anlıyorsundur beni. Seninle bir ilişkimiz yok! Rica ediyorum bu
davranışlarından vazgeç. Ya da artık görüşmeyelim.
-Görüşmemek
mi? Hayır, olmaz. Tamam… Tamam… Söz. Bir daha asla kıskançlık yapmayacağım.
İçten
içe sevindi Recep. Bu kolay kolaydı işte kadınları eline düşürmesi. Gerinerek
kalktı masadan. Dolaptan çıkardığı sodayı kafasına dikip, koltuğa yayıldı.
Esneyerek:
-İyi
haydi bulaşıkları yıka o zaman. Dedi.
Ayaklarını uzatıp televizyon izlemeye başladı
keyifle. İşi biten Özen, geldi, yanına sokuldu kedi gibi. Koltuk üzerinde
birlikte oldular. Beş dakika sonra kenara itti kadını. Yeniden ayaklarını
uzatıp televizyon kanallarında dolaşmaya başladı. Kadının yüzüne bir kez bile bakmıyordu. Saçma
sapan bir programa kahkahalarla gülmekle meşguldü.
-Özen!
Ya geç oldu. Yorgunum yatacağım. Evine git sen hadi.
-Bari
duş alsaydım.
Dedi
Özen koltuğun köşesinde büzülüp kaldığı yerden, ezik bir sesle.
-Duşta
sorun var ya yavrum. Kusura bakmıyorsun değil mi? Gerçekten çok yorgunum uyumam
lazım.
-Yok
bakmıyorum.
-Ha
Özen! Masada para var. Bu aralar sıkışığız, biliyorsun. Haydi, görüşürüz yarın
şirkette.
Yavaş yavaş üzerini giyinip kalktı. Bir köşede
duran kaskını alıp usulca çıktı evden. Parayı avuçlarında sıkıştırdı.
“Sen kimsin lan! Aklı sıra beni kafalayacak!”
Kendi kendine söylenerek mutfağa geçip, mısır patlattı keyifle. Aklında Kazım Bey’in gücünü daima kullanabilmek için planlar vardı. Ne yapıp edip Kazım Bey’in kızıyla yakın olmalıydı. Ardından bir gülümseme kapladı tilki yüzünü. “ Şu karının aklıma soktuğuna bak ya! İyi oldu, iyi.“ Dedi ve umudun verdiği rahatlıkla, göbeğindeki patlamış mısırla televizyon karşısında horuldamaya başladı.