
Bi̇r plaj günü
Yarım
saattir güneş ne yana giderse ben de bir gayret o yana çeviriyorum şezlongu.
Artık güneş tam tepemde. Vücudumun her tarafına hiç tasarruf etmeden yüksek
koruyuculu güneş kremi sürdüm. Uzanıp tenimde güneşin yakıcılığını hissetmek
rahatlatıyor beni. Bikinimin iplerini çözdüm. Her tarafım bronzlaşırken iplerin
olduğu kısımların beyaz kalması hoş olmuyor omuzlarımda. Her yerim bir güzel
güneşlensin istesem de ortam gereği göğüslerim bembeyaz kalıyor. Aslında bu
durum hoşuma da gidiyor.
Selma:
-Ben
açıktım. Bir şeyler alalım mı kızlar? Diyor.
Arkadaşlarımız
uyuya kalmış. Ben “olur!” Diyorum. Kalkıp ikimiz kafeteryaya gidiyoruz. Plaja
dışarıdan yiyecek, içecek getirmek yasak. Her şey iki katı fiyatına neredeyse.
Ama mecburen alıyoruz. Denizin kokusu acıktırıyor.
-Dört
hamburger, dört kola. Diyor Selma dirseklerini tezgâha yanaştırıp, poposunu
dışarıya çıkararak.
Siparişleri
alıp kızların yanına dönüyoruz.
-Hey
kalkın artık! Diyerek seslenen arkadaşım bütün muzipliği ile soğuk kola
kutusunu vücutlarına değdiriyor. Homurdanarak kalkıyorlar.
Güneşten
çil çil olmuş yüzüyle uyanan kızlardan biri:
-Of
çok fena yanmışım ya. Bir şey örtseydiniz ya üstüme.
-Yok
ya! Anan mı sandın kızım bizi?
Şezlonguna
bacaklarını ayırarak oturup yemeğe başlıyor hamburgerini Selma. Karşımızda
geldiğimizden beri gözlerini bizden ayırmayan iki çocuk var. Ağızlarının suyu
akarak izliyorlar. Denize bile girmediler. Arkadaşım bunun farkında olduğu için
bilerek böyle cömert davranıyor onlara. Yüzündeki oynak gülüşten her şeyi
anlamak mümkün. Bu defa iyice ayırıyor bacaklarını. Gözlerinin önüne serilen bu
şölen karşısında kendilerinden geçiyorlar.
-Ben
denize giriyorum. Gelen var mı arkadaşlar? Diyorum.
Hiç
kimseden ses soluk yok. Alıyorum havlumu, kumlar ayağımı yaktığından bir ceylan
yürüyüşünde zıplayarak sahile ulaşıyorum. Havlumu bir köşeye serip, serin suya
dalıyorum. Çeşitli şekillerde yüzüp, yorulunca bırakıyorum çarşaf gibi denizin
kollarına kendimi. Suyun verdiği rahatlama hissi doluyor içime. Balıklama
dalıyorum derinlere, bir süre soluksuz yüzüyorum. Denizin altı bambaşka bir
âlem ve tertemiz. Uzun süre nefesimi tutabilsem keşke. Büyük bir keyifle
yüzmeye iyice kaptırıyorum kendimi. Düşüncelerimden arınıyorum böylece, huzur
doluyorum. Yüzmeye ara verip, sırt üstü dinlenirken oldukça açıldığımı fark
ediyorum.
Etrafımı
kontrol ederken, yanı başımda sahilde bizi izleyen çocuklardan birinin olduğunu
görüyorum. İkimizden başka kimse yok.
Ürküyorum. Aceleyle oradan uzaklaşmak
için hızlı kulaçlar atmaya başlıyorum. Çocuk gelip bacağımdan yakalıyor beni.
Uzun bir süre denizin içinde debeleniyoruz. Dibe doğru çekiyor beni. Korku ve
can havliyle karnına bir tekme atıyorum. Vücudumu kollarından kurtarmayı
başararak hızla suyun yüzüne çıkıyorum. Her taraf ışıl ışıl parlıyor. Deniz
alabildiğince açık, ürkütücü ve ferah. Çocuk hala görünmüyor etrafta. Herhalde
gitti diyorum. Aceleyle kumsala çıkıp
havluma sarılıyorum. Kızların yanına geliyorum. Olup bitenden hiç bahsetmeden
şezlonga oturup, kolamdan bir yudum alıyorum.
Çocuk
hala ortalıkta gözükmüyor. Arkadaşı ise bıkmadan bizim kızın gösterisini
izlemekle meşgul. İyice kurulanıp şortumu ve tişörtümü giyiyorum.
-Aa!
Niye giyindin? Girerdik birazdan hep birlikte.
-Yok,
canım istemiyor. Kitap okuyacağım.
Yarım
saat sonra anons yapılıyor. “Denizde,
boğulmuş bir erkek cesedi bulunmuştur. Lütfen herkes sakin olsun…” Elimdeki
kitap birden düşüyor. Hiç kimse kapıldığım paniği fark etmiyor. Herkes denizden
çıkan cesetle ilgilenmekte. Kısa sürede
büyük bir kalabalık oluştu, hem kim olduğu hem de ölümün nasıl bir şey olduğunu
görme yarışına giriştiler. Bende kızların peşinden gidiyorum. Merakla başımı
uzatıp bakıyorum. Denizde boğuştuğum çocuk olduğunu görünce paniğim iyice
artıyor.
Kızlar
aralarında:
-Aaa!
Bu o değil mi?
-Evet,
o!
-Aaa,
Ah be! Zavallıcık bakıp bakıp denize elin şeyinde gidersen olacağı bu işte!
-Dalga
geçmenin sırası mı? Deyince verdiğim
tepki fazla gelmiş olacak ki tuhaf tuhaf bakıyorlar yüzüme.
-Yani
bir insan öldü değil mi? Dalga geçmek
doğru mu? Haydi, gidelim artık.
Hızlıca
toparlıyoruz eşyalarımızı. Plaj yolunda arkamızdan bir ses : “Durun!“ Diye
bağırıyor.
Bana
bakarak:
-Sen!
Sen denize girdiğin zaman o da peşinden gelmişti.
-Görmedim
ben kimseyi.
-Gözümle
gördüm. Bir ara baktığımda ikinizi insanlardan uzakta yan yana gördüm. Nereden
bileyim ben. Konuşup anlaşıyorsunuz sanmıştım.
Gülüp
geçiyorum çocuğun bu lafına ve bir daha ona bakmıyorum.
-Yok,
öyle bir şey. Yanlış görmüşsün. Ben kumsalın yakınlarındaydım.
-Gördüm!
İnkâr etme. Ne yaptın ona söyle?
-Çekil
yolumdan be!
-Ya
bırak! Manyak mısın oğlum? Kız görmedim diyor.
-Çekil
abi. Bırak kızı!
Kızların
arasında hızlıca uzaklaşıyorum oradan.
-Görürsün
sen! İspat edeceğim. Duydun mu beni? İspat edeceğim!
Kulaklarımda
ölen çocuğun arkadaşının sesi tramvaya biniyoruz. Yol boyunca hiç kimseden bir
ses, bir yorum çıkmıyor. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibiyiz. Kıpkırmızı
olmuş yüzlerle, güneş mayışıklığı üzerimizde yol alıyoruz. Evime yakın bir
yerde “İyi akşamlar.” deyip iniyorum.
Günün
yorgunluğunu atmak için soğuk bir duş alıyorum. Yatağa giriyorum ardından.
Olanlar tamamen kazaydı. Eğer o gelip beni taciz etmeseydi bütün bu yaşananlar
olmayacaktı, biliyorum. Bir yandan da vicdan azabı çekiyorum. Suçum olmasa da
bir insanın ölümüne nasıl sebep oldum. Bir türlü aklım almıyor. Bütün gece düşümde,
denizin dibinde boğuşup duruyorum kurbanımla.