Card image cap
Geçmişten bu güne


Geçmişten Bu Güne




Küçük bir köyde, beş çocuklu bir ailenin ilk ferdi olarak gelmişim dünyaya. Tüm aile erkek çocuk olmam nedeniyle bayram etmişler. Masmavi gözlerimden esinlenerek de boncuğum diye sevmişler. Recep koymuşlar adımı . Belli ki üç ayların ilkinde açmışım gözlerimi, katılmışım aileye. Babam, tarımla uğraşan ortanın altında bir gelire sahipti.

Benden sonra dört kardeşim daha olmuş peş peşe... Onların da bakımında önemli payım olduğunu düşünüyorum, daha o yıllarda. Anne baba tarla işlerine gittiklerinden  yanlarında boy boy bizleri de götürürlerdi. Öküz arabasının gölgelik tarafına bezden portatif bir salıncak kurulur, kardeşlerimi  orada sallayarak  uyuttuğum hala belleğimdedir.

Zavallı annem her sıra başı dönümünde en küçük kardeşimi emzirir, sonra yine asıl işine dönerdi. Zor ve yoksulluk yılları olduğunu düşünüyorum. Biraz büyümüşüz demekki  diğer üç erkek kardeşimle köyün iğnecisine ( sağlık memuru ) yürüyerek gidip sünnet olarak ben babaannemin, kardeşim rasim dedemin, ahmet ise babamın sırtında dönmüştük evimize. Bilinen özel sünnetlik giysimiz yoktu. Pelerin ve asa hak getire.

Okul çağı gelmiş, büyük bir heyecanla başlamıştım okula. Yeni ayakkabılarım yoktu. Yeni pantolonum da, ama herkesle bir örnek siyah önlüğüm ve beyaz yaka pek de yakışmıştı doğrusu. Elimde tahta çanta ile sabah gitmek akşam gelmek çok da hoştu. Beş yıllık okulu yedi yılda bitirebilmiştim. Şimdi eğitimimi soranlara yüksek ilkokul diyerek kendimle adeta dalga geçiyorum.

Ailenin ekonomik durumunun yetersizliği nedeniyle öğrenimime devam edemedim. Aile bütçesine katkı sağlamak amacıyla bir tamircinin yanına çırak olarak vermişti babam.  Çocuk yaşımda omuzlarıma yüklenen yük delikanlılık çağımda da artarak hissettiriyordu kendini. Zordu geçinmek. Pabuçlarımın pençeleri delinmişti. Yağmur, çamur ve karda büzüşürdü ayaklarım. Yenisini alabilmek ne mümkün. Ancak mukavva ve gazete parçalarıyla  takviye ediyordum. Yine de mutluyduk aile olarak, yokluklar pek umurumuzda değildi. Huzurumuz vardı. Çok şeyden yoksun olsak da...

Zaman büyük bir hızla akıp gidiyordu. Babam yaşlanmış, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etmişti. Artık aileye tümüyle bakmak zorunda kalmış, ne yaşını yaşamış, ne de delikanlılığımı bilmiştim. İşte yolun yarısı denilen yaşa göz açıp kapayıncaya kadar gelmiştim.

Emsallerim evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Ben ise aşkla, sevgiyle tanışmamıştım. Varsa çalışmak, yoksa çalışmak... Kardeşlerimin geleceğine adamıştım kendimi. Başkaları için yaşamak değişmez kanundu sanki. Ömrümü başkalarına adamak prensibimdi, yokluklarla geçirilen bir ömür...

Artık tüketim toplumunun bir ferdi olunmuş. Reklamlarla özendirilen, üretmeden tüketmeye varlığı yokluğu düşünülmeyen sınırsız bir tüketim... Marka tutkunluğu.. Hudutsuz borçlanma... Sanki ödenmeyecek gibi... Ekonominin keskin çarkları arasında kaybolan yaşamlar... Dağılan yuvalar...

İşte çayımı yudumlarken sessizce köşemde mazi canlanıverdi gözlerimde.. O günlerden bu günlere... Düşündüm... Değer miydi acaba bunca çileye...


Refik
13. 10. 2019
İstanbul