Card image cap
Bi̇r kadin bi̇rli̇ği̇: baciyan-i rum

ANADOLU’DA UNUTULMUŞ

BİR KADIN BİRLİĞİ: BACIYAN-I RUM…

İnayet MİLLİDERE

 

On beşinci yüzyıl Osmanlı Tarihçisi Aşıkpaşazade (ö. 1481/886 ) “Tevârih-i Âl-i Osman” adlı eserinde, Anadolu’da Türkmenlerin oluşturduğu dört zümreden bahseder. Bunlar; Gâziyân-ı Rûm, Ahîyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm ve Bâciyân-ı Rûm. Bu zümreler içinde Gaziler, savaşçı; Ahiler, zanaatkâr; Abdallar, dervişleri; Bacılar da kadınlar zümresini teşkil etmektedirler. Bu yazımızda biz kadınlar zümresinden bahsedeceğiz.

On üçüncü yüzyıl Anadolu’sunda Türkmen kadınların oluşturduğu bir teşkilatın adıdır "Bacıyan-ı Rum". Bu oluşumdan ilk kez Âşıkpaşazâde bahsetmiştir.  Elimizdeki mevcut bilgilere göre; Hacı Bektaş-i Veli’nin manevi desteği ile kurulan bu teşkilat, halka hizmeti esas almakla birlikte; Anadolu’nun sosyal yaşamında, İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde etkin bir rol oynamıştır.

Gelelim "Bacıyan-ı Rum", isminin kelime manasına. "Bacı" kelimesi, abla, kız kardeş anlamına gelmektedir. Günümüzde de aynı anlamı taşımaktadır. "Rum" kelimesi ise Anadolu’nun o zamanki adıdır. Örneklemek gerekirse, “Celaleddin-i Rum-i” gibi… O devirde de, bu devirde de yazar, şair ve toplumun kanaat önderleri, yöneticileri, bulundukları yerle anılırlardı. Yani çevirirsek Anadolulu Celaleddin olarak bilinir. Bu vesileyle "Bacıyan-ı Rum", Anadolu Kadınları manasına gelmektedir. Bir teşkilat söz konusu olduğundan “Anadolu Kadınlar Birliği“ olarak algılıyoruz.

Yapılan son araştırmalara göre bu teşkilatın gazilik yönünün olduğu da belirlenmiştir. Bunlara ilave olarak tasavvufî yönü vurgulanmakta, kültürel yönünün de ağır bastığı ortaya konmaktadır. Ayrıca bu kadın teşkilatının, Anadolu’da oynadıkları siyasi, askeri, kültürel ve sanayi rollerine dikkat çekmektedir.

İlme, sanata ve ahlâka son derece önem verilen Ahilikte, kadının da sosyal ve ekonomik hayatta önemli bir yeri vardı, olmalıydı. Kadınların teşkilatlanıp gelişmesi için Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı, dünyanın ilk kadın teşkilatı olan "Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, yani Anadolu Kadınlar Birliği'ni kurmuştur.

Fatma Bacı, Ahi Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evren’in (yani Nasreddin Hoca’nın) eşidir. 13.yy’ın başlarında teşkilatın Kayseri, Konya, Kırşehir ve Ankara illerinde kurulduğu, daha sonra Moğol istilasından kaçanların uç bölgelere göç etmesiyle Anadolu’nun çok yöresine yayıldığı biliniyor.

Hacı Bektâş’ın, Velâyetnâmesi’nde geçen, Fatma Bacı hakkındaki övücü ifadelerle, Âşıkpaşazâde’nin “Hacı Bektâş nesi varsa Hatun Ana’ya emanet etti” şeklindeki beyanlarını bir araya getirirsek, Hacı Bektâş’ın manevi otoritesini, ermiş bir hatuna emanet edip, bu dünyadan göçtüğünü söyleyebiliriz. Hacı Bektaş’ın yerine bir kadını vekil bırakması Türkler arasında kadına verilen değerin en güzel ifadesidir. Kaldı ki Bektaşiliğin kadın hususundaki olumlu tavrı günümüzde dahi sürdürülmektedir.

Türk toplumlarında kadının yeri hakkında Nizâmülmülk, şunları söyler: “Türkistan Hakanları devlet işlerinde hatunlarla müşavere eder ve onların fikirlerini üstün tutarlardı. Türkmen Padişahları (yani Selçuklular) da onlar gibi hatunlara büyük bir mevki verirler.” demektedir. Danişmendnâme, Dede Korkut ve Menakıbnâme gibi eserler, Anadolu’da kadınların çok önemli siyasî, askerî ve sosyal faaliyetlerde bulunduğuna dair öneklerle doludur.

Bu kuruluşlarda yer alan kadınlar, kendileri gibi diğer talep eden ve Müslüman olan kadınları da belli amaçla eğitime tabi tutmuşlardır. Böylece onların da daha sağlam bir dini-ahlâki kimliğe sahip olmalarını sağlamaya çalışmışlardır.

Yakın tarihimizde bu konuyu Prof. Dr. Mikail Bayram irdelemiştir. Ancak, kitap yazmaya yetecek verileri toplayana kadar da kimsenin pek dikkatini çekmemiştir. Mikail Bayram’ın “Bâciyân-ı Rûm (Selçuklular Zamanında Genç Kızlar Teşkilatı)” isimli bu çalışması daha önce ortaya atılmamış birçok iddia ve tespiti içermektedir. Mikail Bayram, Bacıların faaliyetlerini örgücülük, dokuma, misafir ağırlama, askeri faaliyetler olarak sınıflandırmıştır. İlgilenenlerin bu eseri okumaları kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Bacıyan-ı Rum, ahilik teşkilatına oldukça benzer bir işleyiş içindedir. Zanaat eğitimindeki çırak, yamak, kalfa ve usta hiyerarşisi, Bacılar arasında da var. Tarihçilerin yorumlarına göre, ahilerden farklı olarak, ustanın aldığı “Şeyh” unvanını kadınlar taşıyamıyor. Fakat her zanaat dalının “Ahi Şeyhi”, aynı zamanda o daldaki “Bacıların” da şeyhi olarak kabul edilirler. Bacılar; bu yolla, örgücülük ve dokumacılık dallarında ustalaşırlar. Osmanlı döneminde Yeniçerilerin taktıkları “ak börk” denilen savaş başlığı, Bacıların ürünü olduğu hususu araştırmacılar tarafından yaptıkları tespittir. Edilmiştir.

Kayseri’de Ahi teşkilatı tarafından sadece kadınların girebildiği çalışma yerleri oluşturulup, kadınlar buralarda el sanatlarını ve mesleklerini icra ediyorlardı. Kadınlar buralarda daha çok çadırcılık, keçecilik, nakışçılık, örgücülük, kilim ve halı dokumacılığı, ipek ve pamuk ipliği üretimini gerçekleştirmişlerdir. Çalışan kadınlar, gerek meslekî ve teknik konularda, gerekse ahlâki konulardaki çağın gerektirdiği eğitim ihtiyaçlarını "Bacıyan-ı Rum" teşkilatında karşılıyorlardı. Ahi Teşkilatının kadınları da üretime dâhil eden ‘kadın kolları’ gibi bir işleyişi de vardı.

Bacıyan-ı Rum Teşkilatı; yetim, kimsesiz genç kızları da himayesine almıştır. Onların eğitimleri için önemli katkılar sunmuş, ev-bark sahibi olmalarını sağlamışlardır. Ayrıca kimsesiz ihtiyar kadınların bakımı, kimsesiz genç kızların evlendirilmesi gibi sosyal hizmetlerde de bulunmuşlar, maddi sıkıntısı olanlara yardım etmişlerdir. Ahi Zaviyesine gelen konuklara yemek hazırlanması, savaş zamanlarında ordunun yemek ve elbise tedarikinde, savaş malzemelerinin bakım ve onarımı gibi konularda yardımcı olmuşlardır. 

Çoğunluğu Türkmen kadınlarından oluşan Bacılar, göçer hayatı yaşadıkları için, eğerli bir ata binmeyi, erkekler ava veya savaşa gittiklerinde obanın düzenini sağlamayı öğrenirdi. Bunlar aynı zamanda, gerektiğinde saldırılara karşı obayı savunacak güçte ve beceride olmak zorundaydılar. Bu yönleri pek ön plana çıkarılmasa da Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflama sürecinde Moğol istilalarının püskürtülmesi ve halk direnişlerinde Bacılar bizzat erkekleri ile kılıç kuşanıp düşmanla savaşmışlardır.

Bu teşkilatın öncülerinden olan Fatma Bacı’nın hem Ahi Evran gibi tasavvufi yönü çok daha fazla olan bir kişinin hanımı olması, hem de Evhadüddin Kirmani gibi zaten tasavvufi kişiliğiyle tanınmış bir şahsiyetin kızı olması, söz konusu teşkilatın tasavvufi tarafının daha fazla olduğunun bir nişanesidir. Nitekim Fuad Köprülü, savaşçı kadınlar tezinin yanında, Hacı Bektaş’ın bu teşkilatla ilişkilerine değinerek, ‘onların Sufi bir zümre olduğunun’ da özellikle altını çizmiştir. Mikail Bayram, Bacıyan-ı Rum için; “bir tarikatın kadın müritlerinin meydana getirdiği bir cemaattir” demesinin sebebi de belki de budur! Moğollar tarafından teşkilat dağıtılmış olsa bile bulundukları yörelerde zaviye gibi halka yönelik tasavvufi nitelikli eğitim kurumları açarak bölgenin insanının dinî eğitimine katkıda bulunmuşlardır. Ömer Lütfi Barkan, Anadolu’da zaviye ve tekkeler açan bu kadınlardan Kız Bacı, Ahi Ana, Sakari Hatun, Hacı Fatma gibi kadınların isimlerini vermektedir. Aynı zamanda açılmış olan buradaki bazı zaviyelerin şeyhlerinin de kadınlar olması dikkat çekmiştir. Barkan, bu derviş kadınların Bacıyan-ı Rum olduklarının altını çizmiştir.

Görüldüğü gibi Bacıyan-ı Rum Teşkilatı, XII. ve XIV. yy. Anadolu’sunda önemli fonksiyonlar icra etmiştir. Bu teşkilat, kadınlar arası birliği ve kaynaşmayı sağlarken, yoksul insanlara yapılan yardımları sebebiyle, toplumda en zaruri hal olan sosyal dengeyi korumaya katkı sağlamıştır. Bu öneminden dolayı, Teşkilatın liderliğine her zaman önemli statüleri olan kadınlar getirilmiştir. Böylece, teşkilat bünyesinde insanların problemlerinin daha kolay ve etkin bir biçimde çözülme şansı yakalanmıştır. Teşkilat içindeki hiç kimseye hor bakılmamış, herkes hâlihazırdaki durumuna göre değerlendirilmiştir. Bu teşkilat sayesinde kadınların dini duyguları daima canlı tutulmaya çalışılmış, kendi aralarında tertip ettikleri sosyal ve kültürel faaliyetlerle dini konulardaki bilgileri artırılmaya çalışılmıştır. Teşkilata mensup kadınlardan imkân bulanlarının, açtıkları zaviye ve tekke gibi eğitim kurumlarıyla, halkın dini hayatına canlılık kazandırdıkları muhakkaktır. Kısaca, Anadolu Selçuklulaları döneminde “Fakireğan’ yani “Kadın Dervişler” olarak da isimlendirilmiş olan bu kadınlar teşkilatı, Anadolu topraklarında en az ele aldığımız diğer teşkilatlar kadar, kadınlara hitap etmesi bakımından ise diğerlerinden daha fazla önem arz etmektedir.

İslamiyet’in, Türkmen toplumunda gücü arttıkça, önce Bacılar’ ın silahları ellerinden alınmış, sonra Ahi Meclislerinden ve zikir meclisinden ihraç edilmişlerdir. Geçmişin silah kuşanıp yerel meclislerde söz söyleyen bacıları, Osmanlı’nın soylu erkeklerinin hayırsever zevceleri, hünkârın hareminin haseki sultanları haline getirilmiştir.

Son söz olarak; "İşine, aşına, eşine sahip ol!" diyen Bacıyan-ı Rum‘un üstlendiği ve gerçekleştirdiği işlevleri acaba modern Türkiye’de yerine getirebilen bir kadın teşkilatı var mıdır? 


EDEBİCE DERGİSİ ŞUBAT SAYISI

Kaynakça

1-       Âşıkpaşazâde, Tevârih-i Âl-i Osmân

2-       Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet Yayınları

3-       Uzun Firdevsi, Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli “Vilayet-nâme”,haz.: A. Gölpınarlı

4-       Mikail Bayram, a.g.e.,

5-       Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş

6-       Irene Melikoff, “Bacıyan-ı Rum’dan Biri: Kadıncık Ana”,