
Vi̇cdanlarin i̇flasi
Etraf,
gözün gördüğü yere kadar bembeyaz. Çok abartılı bu sene kış, boyumu geçti kar.
Fırtına, tipi… Kar sabahlara kadar yağmayı alışkanlık edindi.
Burada; bu köyde yaşamaya başlayalı neredeyse üç sene oldu. İlk geldiğim
günleri hatırlıyorum da ne kadar korkmuş ve ürkmüştüm; alışamamaktan, başaramamaktan.
Yarım bırakır kaçarım sanmıştım. Korktuğum başıma gelmedi. Burada yaşadıkça, halkın
cana yakınlığı ve beni hep el üstünde tutmaları burayı sevmeme ve hayata
bağlanmama yetti.
Yeni mezun, genç bir öğretmen olarak atandığım
ilk yerdi. Çalıştığım ilkokul, kasabadan çok uzakta bir dağ köyünde. Bir yerden
sonra araç çıkamıyor. İlk gün kasabadan belli bir yere kadar araçla
götürüldüm. Köy muhtarına haber verilmişti gelişim. O noktada beni okulun
hademesi karşıladı. Hademe yaşlı sayılabilecek, Anadolu insanının
vakurluğunu bir deri gibi üzerinde taşıyan saygılı, güngörmüş biriydi. Onun refakatinde,
eşek sırtında saatler süren
meşakkatli yolculuk sonrası akşam üzeri köye ulaştık. Daha önceden
temizlenmiş, düzenlenmiş ve okulla bitişik olan lojmana adımımı attığımda çok
endişe etmiştim. Hademe müsaade isteyip ayrıldıktan sonra, kapımı çalan
kadınlar tencere tencere yemekler taşımışlardı. Bu sıcak karşılanma az da olsa
yüreğime su serpmişti.
Birkaç
gün geçmişti. Okullar açılıp, eğitim ve öğretim yılı başlamıştı. İlk işim, tek
gözlü sınıfın sobasını yakmak oldu. Hademe henüz ortalıkta görülmüyordu.
Sıralar eski, yer yer kırık döküktü.
Sonrası, sınıf doldu. Zamanla onlar beni bende onları çok sever olduk.
Çok çalışkan, sevimli, dördüncü sınıf öğrencim
Hanife ne zamandır okula gelmiyordu. Bu dikkatimi çekince, arkadaşlarına
her sorduğumda hastaymış cevabını aldım. Evlatlarım gibi severim onları. Merak
edip, ilgilenmek için evlerine gitmeye karar verdim.
-Merhaba!
Ben Hanife’nin öğretmeniyim. Çoktandır okula gelmiyor. Merak ettim. Görüşebilir
miyim?
-Kızımız
hasta ve şu an uyuyor. İyileştiğinde okula göndereceğiz!
Annesinin
beni içeriye bile buyur etmemesi ve korkak hali iyice şüphelendirdi. İçime bir
kurt düşmüştü. Acaba neler oluyor ve ne saklıyorlardı? İstemeyerek de olsa
kafamda onca sorularla geri dönmeye mecbur kaldım.
Aradan
bir hafta daha geçmesine rağmen Hanife hala okula gelmeyince ve arkadaşlarından
da bir cevap alamayınca; bu defa çok kararlı bir şekilde tekrar evlerinin
yolunu tuttum. Eve yaklaştığımda; ara sıra okula gelen Hanife’nin arkadaşını
görünce sordum bir umutla.
-Öğretmenim
Hanife artık okula gelmez!
-Neden
gelmesin ki?
-O
evleniyor da ondan!
Çok
şaşırmıştım. Dizlerimin bağı çözüldü, başım dönmeye başladı. Biraz
nefeslendikten sonra; eski, tek katlı, kerpiç evin kapısını telaşla vurmaya
başladım. Kapıyı Hanife’nin ağabeyi açtı. Neden geldin der gibi asık bir çehre
ile baktı bana.
-Yine
ben. Hanife’yi soracaktım da. Hala okula gelmiyor.
-Daha
ne kadar geleceksin kapımıza öğretmen? Yok, o daha gelmeyecek okula. Unut sen Hanife’yi!
-Ne
demek gelmiyor beyefendi! Okuma hakkını nasıl elinden alabilirsiniz?
-Uzatma
öğretmen! O artık evli bir kadın sayılır. Okulla mokulla işi kalmadı. Haydi,
gidin buradan. Hayırlı günler size!
-Ne
kadını be! O daha çocuk! On iki yaşında var yok. Aklınızı mı kaçırdınız siz?
Cinayet işliyorsunuz. Nasıl insanlarsınız siz!
-Bak
işine sen öğretmen. Uzatma!
Diyerek,
kapıyı suratıma sertçe kapattı. Bir süre oyalandım evin etrafında.
Hanife’yi belki görürüm umudu ağır basmıştı. Ses seda yoktu. Sinirle kapıyı
yeniden çaldım. Bu kez annesi çıktı karşıma;
-Ne
var? Ne istiyorsun? Gelme artık be! Kız bizim. Sana ne? Sen ne hakla
karışıyorsun? Hadi git, Başımızı belaya sokma bizim!
Deyip,
o da kapıyı defol git der gibi yüzüme kapattı.
Hemen
soluğu köyün ortasındaki Jandarma Karakolunda aldım. O arada nereden
duyduysa hademe koşarak geldi yanıma. Durumu Jandarma
komutanına bir bir anlattım. Bunun suç olduğunu onlar da biliyordu elbette ki.
Bana bu konuyla bizzat ilgileneceğini söyledi.
Yolda
yürürken rahmetli annem geldi aklıma. Anne babası ölünce akrabaları onu on dört
yaşındayken babamla evlendirmişler. Anlatır dururdu hep çektiklerini ve nasihat
ederdi her gün. Yedi tane çocuk doğurmuş; peş peşe birer ikişer yıl arayla.
Arada birkaç da düşük işin cabası. Ezilmiş, yorulmuş, açlık, sefillikle
yaşamış. Hastaneleri mesken tutmuş, şu hastalık, bu hastalık derken
genç yaşta ölüp gitmiş. Yaşadığından bir şey anlamadan. Şimdi öğrencim.
İzin vermemeliydim!
Kaç
gündür Jandarmadan bir haber çıkmayınca tekrar gittim. Bu kez şaşkına döndüğüm,
inanamadığım bir tavırla karşılandım.
-Bakın
öğretmen Hanım! Valla biz ikazımızı yaptık. Öyle bir şey yok, dedikodu dediler.
Hem siz nereden çıkardınız bunu? Emin misiniz?
-Nasıl
emin olmam. Kaç kere kapılarına gittim. Kovdular beni. Kızı aylardır okula
göndermiyorlar. Suç işliyorlar.
-Öğretmen
Hanım. En iyisi sen bu işe hiç karışma. Boş ver okuluna git gel. Bakarsın senin
tayin işi bir an önce olur gidersin bu köyden. Boşuna buraların huzurunu
bozma. Başına iş alma. Haydi, hayırlı günler size!
Elimden
hiçbir şey gelmiyordu. Bu kapı da yolların kardan kapandığı gibi kapanmıştı
işte. Çok çaresiz ve güçsüzdüm. Köy halkının kulakları sağır, gözleri kör
olmuştu. Hepsinin Hanife’nin, küçücük bir kızın, evlendirileceğinden haberleri
yokmuş gibi davranmalarını kabul edemiyordum.
Söylentilere
göre; Hanife, hali vakti yerinde altı karısı olan, kasabalı, yaşlı bir adama
verilecekmiş. Bunları duyunca defalarca kusmaktan geri koyamadım kendimi.
Kime başvursam bir çare olamadım. Şehre inemiyordum kardan. Yetkililere durumu
bildirecek hiçbir imkân bulamıyordum.
Hanife’nin
arkadaşı ağlayarak okula geldi bir gün. Kötü bir şeyler olduğunu hissetmiştim.
Ve büyük ihtimalle bu olay öğrencim, çocuk gelin, Hanife’mle ilgiliydi.
-Ne
oldu kızım? Ne oldu söylesene! Ne oldu?
Apar
topar Hanife’yi o adama vermişler. Gelinlik giydirmişler, taç takmışlar ipek
gibi uzun saçlarına. Çocuk bu ne anlar, ne bilir! Atmışlar bir odaya. Yaşlı adam üzerine gelip
soymaya başlayınca çok korkmuş, titremiş, dehşetle bakmış son kez ihtiyar adama
ve o bebek vücudunu bırakmış beşinci kat penceresinden aşağıya.
Yapışmış
betona ve gitmiş nefesi, yükselmiş ruhu meleklerin kanatlarına.
O an boğazımda bir çığlık düğümlendi boğum boğum hala içimden bir türlü
atamadığım. Herkes suçluydu, günahkârdı bu köyde. Çünkü hepimiz
bir cinayetin azmettiricisiydik âdetimizle, örfümüzle ve vicdansızlığımızla.
O kadar mı güzel dramatize edilir bu gerçek.
Tüylerim diken diken hoplayarak okusdum öyküyü
O kadar gerçekçi vurucu bir anlartım.
Helal olsun be size hocanım helal.
Çok ibrtlik bir öykü olmuş
Yüreğinize, kalweminize sağlık.
Sevgimle.