
Uzaktaki̇ yakin
Gece
yarısını çoktan geçmiş, en derin uykusundaydı genç kadın. Kulağında ılık, bahar
gibi bir nefes hissetti ve bir elin dokunuşlarında gözlerini açtı şaşkınlıkla.
Bakındı etrafına, kimsecikler yoktu. Ağzı kurumuştu. Başucundaki sehpaya uzandı
el yordamı ile su dolu bardağı aldı, doğruldu ve içti yudum yudum. Kendisine
gelmişti, derin derin nefes aldı. Perdenin bıraktığı aralıktan içeriye sızan ay
ışığı, bulunduğu odayı aydınlatıyordu. Sanki içeride kendisinden başka biri
daha vardı. Dikkat kesildi. Gördüğü şey karşısında bilincini yitirmişti sanki. Karşısında,
zaman zaman kullandığı çekyatta biri uyuyordu. Göğüs kafesinden fırlar gibi
atıyordu yüreği. Evet! Orada uyuyan günlerdir zihnini, kalbini meşgul eden
adamdı. Gerçek olamayacağını düşünüp gözlerini birkaç kez tekrarlayarak kapatıp
açtı. Ancak adam gitmiyor, gitmediği gibi kadının gözlerinin içine bakıp
gülümsüyordu. Afallamıştı, ne zaman gelmişti ki buraya? Adamın gülüşü ürkütücü
bir hal almaya başlayınca hiç tereddütsüz yaklaştı yanına. Gerçek olup olmadığına
emin olmak istercesine elini uzatıp dokundu saçlarına. Ama dokunduğu an
kayboldu adam birdenbire. Kadının narin elleri yumuşacık yastıkta gömülü kaldı.
Ne olmuştu öyle? Olanlara bir anlam yükleyemiyordu. Hayal miydi yani? Aklı
başında ve uyanıktı, hayal olamayacak kadar sahici durmuyor muydu? Titreyerek
uzandı yatağına, tekrar zor da olsa uykuya daldı.
Yorgun
ve bitkince araladı gözlerini, sabah olmuştu nihayet. Bir tuhaflık hissetti.
Daha önce hiç bilmediği bir koku vardı odasında. Yarı uykulu gözlerle kalkıp
perdeyi araladı. Gözlerine inanamıyordu. Herhalde dün gecenin etkisindeyim diye
düşündü. Tüm şehri mor bir sis sarmıştı. Başını odaya çevirdiğinde; yatağında,
çarşafında, yerdeki halının üzerinde de mor renk, minik minik tozlar olduğunu
gördü. Mor bir bulutun içine hapsolmuş gibi hissetti kendini. Önemsemedi pek de
aslında. “Benim derdim bana yeter, varsın mora bulansın dünya!” Diye kendi
kendine söylenerek televizyon kumandasını alıp tüm kanalları tek tek gezdi. Hepsi
de mor görüntüler yayınlıyordu. Başka renk mi yoktu sanki? Herhalde sonunda
dünyamızın da psikolojisi bozuldu diye geçirdi aklından. Odanın içinde bir
süredir aradığı cep telefonunu nihayet buldu. On sekiz cevapsız çağrı, yedi
mesaj! Ondan gelmişti hem de. Mesajda “Son
bir kez konuşalım, amacım inan ki seni üzmek değil!” yazdığını görünce fırlatıp
attı telefonu bir köşeye, hırsla. Oysa o hiç yazmaz, aramazdı ki. Bir tuhaflık
olduğuna artık iyiden iyiye inanmaya başladı.
Ağzındaki
plastik tattan kurtulmak için, sert bir kahve yaptı kendisine. Kahveyi
yudumlarken zihni yine onunla doluydu. Seviyor muydu onu? “İmkânsız bir sevgi
bu, karşılığı olmadığını bile bile…” Sürekli aynı şeyleri tekrarlayıp
duruyordu, beyin hücrelerine hükmediyordu adeta adam. Sıyrılamıyordu bir türlü
bu çıkmazdan. Dipsiz bir kuyuda, debelenip duruyordu yalnızca. Telefonunun
çaldığını duyunca hızlıca, fırlattığı köşeden çekip aldı. Yeşil tuşa dokundu,
heyecanla kulağına götürdü telefonu. Ancak ses yoktu karşı tarafta. Arama kaydı
da boştu. Neler oluyordu? Dün gece onu yanı başında uyurken görmüş, şimdi de
birtakım mesajlar görüp telefon çağrıları duyuyordu. Birazcık ümidi olsa,
kocaman bir yaşama sevinci yaratacaktı. Her an; bakışlarını, sesini, nefesini,
tenini hissediyordu. Aslında bir kere bile dokunmamıştı tenine. Dokunsa neler
olurdu acaba? Yok, ama daha geçen gün elleri dokunmuştu ellerine hiç bilmeden.
Nasıl da çırpınmıştı yüreği boğulacak gibi. Kulakları çınlamıştı uğultular
içinde, dili damağı kurumuştu.
Banyoya
koşup yüzünü serin sulara boğdu. Saatin kaç olduğunun farkında değildi. Geç
kaldığını hissedince aceleyle hazırlanmaya başladı. Hafif tonlarda makyaj yapıp
siyah, rahat bir elbise giydi, dışarının mor sisle kaplı olmasına aldırmadan
sokağa attı kendisini. Yol boyu kendisini takip eden mor sisten ürkmek yerine
güç alarak bunaltıcı kısa bir yolculuğun ardından, iş yerine geldi kadın.
Yürümeye başladı hızlı adımlarla. Başını çevirip baktığında, dün gece boyunca
hep yanında hayal ettiği adamı; alışveriş merkezinin dış kapısında, kendisini
beklerken buldu. Yine dün geceki ürkütücü gülüşüyle bakıyordu.
Bir
an da ayaklarının altına, uzunca kırmızı bir halının serildiğini fark etti.
Halının üzerinde salınarak ilerleyip tam da adamın karşısında durdu. Tuhaf bir
heyecan ve mutluluk sardı benliğini ve pembe güller açtı yanaklarında. Birden;
sabahtan beri onu takip eden mor sis bulutları kayboldu. Dünya kendi dengesine
geri döndü.
“Günaydın,
nasılsınız?” Nerdeyse ağız ağıza gelmişlerdi. Ilık nefesini yüzünde hisseden
kadın, titreyen bir sesle:
“Teşekkür
ederim. Çok iyiyim.” Diyebildi güçlükle. Kadının tedirgin davranışlarını
anlamazdan gelen adam:
“Alışabildiniz
mi?” Diye sordu.
“Evet!”
Ve kapıdaki kısa
görüşmenin etkisiyle kafasında bir sürü soru işareti, binadan içeriye girdi
kadın.
Adam
neden hiçbir şey belli etmiyor, duygularını açık etmiyordu ki? Yüzüne takındığı
ketum haliyle hislerini saklamada çok mahirdi. Veya kadın öyle sanıyordu.
Hiçbir anlam veremiyor, çıkar yol bulmakta zorlanıyordu. Bir açmazın içinde
kıvranıyor, günden güne eriyip bitiyordu. Bazen yerli yersiz bakışlarını
yakaladığı anlar oluyor, o bakışların kesişmesinde ister istemez umut
besliyordu. Bütün derdi; gerçek duygularını bilmek, anlamaktı. Sonucu ne olursa
olsun, bir bilinmezin içinde kaybolmaktan kurtulmak istiyordu.
Akşam
saati olunca çantasını alıp binadan dışarıya çıktı. Mor sis tekrardan gelmiş,
onu takip ediyordu. “Acaba bu sisi benden başka gören var mıdır? Ama ya
görmüyorsa benden başkası, bu riski göze alamam!” Mor sisle birlikte otobüs
durağına geldi ve mor bir otobüse biniverdi sonrasında da. En arka koltuklardan
birine oturdu. Yanında yaşlı bir kadın vardı. Kadının saçları, yaşıyla tezat
oluşturan tuhaf bir mor renge sahipti. Gülmemek için zor tuttu kendisini. O
sırada onun da otobüste olduğunu ve yanına her zaman ki ürkütücü gülüşüyle
yaklaştığını gördü.
“Ben oraya
oturabilir miyim?” Dediğinde yaşlı kadın oturması için yer açtı. Kadının
saçları kahverengi olmuştu şimdi de. Genç kadın; mor sisin tekrardan onu terk
ettiğini gördü. Aralarında çok az bir açıklık kalmıştı, kolları birbirine
değecekti nerdeyse.
“Ben, bu
sabahtan beri mor bir sis...” Sözlerini yarıda kesti. Adam dinlememişti zaten
kadını. Yüzünde sevecen bir tebessümle ve ona bakarken ışıl ışıl parlayan
gözlerle bir an duraksadıktan sonra:
“Nasılsınız?”
Deyiverdi adama. Adamın her sözünde, hareketinde, mimiğinde bir anlam arar
gibiydi.
“Nasıl mıyım,
inanın gün içinde o kadar yoğunum, o kadar yoruluyorum ki. Nasıl olduğumu
anlayamıyorum bile.”
Kadın, yalnızca tebessümle yanıt
verdi bu sözlere. Adam; sanki kadına karşı bir şeyler hissediyor, bir taraftan
da kendince sebeplerden dolayı buna izin vermiyordu. Biraz öne doğru eğilip
başını elleri arasına alıp düşünmeye başladı. Şimdi tekrardan yabancılaşmıştı
kadına karşı anlamsızca. Yanına oturduğu zaman, kalbi ağzında atan kadın ne
yapacağını bilememişti.
Adam ansızın:
“Hoşça kal,
dikkatli ol!” Diyerek uzaklaştı. Genç kadına cevap verecek kadar bile süre
tanımadan gitti.
Kadına göre tüm olanlar çok
romantikti. Otobüsten ne ara inmiş ne ara yatağına uzanmıştı farkında değildi.
Evin her yanı mor toz hareleriyle kaplıydı. Hiçbir şey umurunda değildi. Bütün
gün yaşadığı anların hazzı ve mutluluğuyla uykunun kollarına bıraktı kendisini.
Ertesi sabah, adamı apartman kapısının girişinde gördü. Bu kadarı da gerçek
olamaz diye düşündü, ancak yine de ona gitmekten alıkoyamadı kendisini. Üstünde
siyah bir takım elbise, elleri önünde kenetli:
“Dikkatli olun
demiştim. Ancak gönlüm razı gelmedi sizi yalnız bırakmaya.”
Ürkütücü gülüşü yüzünde, bakışları ise kadının
biçimli dudaklarında kenetlendi. Kadının çekim kuvvetine girdi adam. İçinden
bir şehvet dalgalanması gelip geçti. Kadın, yalnızca gülümseyerek karşılık
verebiliyordu. Adam ani bir hareketle apartman kapısını açıp kadına geçmesi
için yol verdi. Caddeler her zaman ki gibi insanlarla dolup taşıyordu. Kalabalık
üstüne üstüne gelince gerisin geri kaçmak istedi kadın. Ancak arkasını
döndüğünde apartman kapısı yoktu. Tedirgin bakışlarla genç adamı aramaya
başladı. Karşı sokakta ağır ağır yürür vaziyette gördü onu. Üstelik mor siste
arkasından gidiyordu. Adama ulaşmaya çalışıyor, bir türlü ulaşamıyordu. Mor sis
bulutları alıp götürmüştü adamı işte. Bir daha hiç görmedi kadın; mor sisi de
adamı da.